Güncelleme Tarihi:
16 MART 1244 : DÜNYAYA ATILAN BİR ÇIĞLIK
Montsegur mağlupları kaleden başları dik çıktılar. İki yüz Kathar şövalyesi, kadınıyla, kızanıyla, gökyüzüne bir isyan gibi yükselen tepenin dibinde kurulan ateşten çembere tek bir vücut gibi yürüdüler. Haçlı ordularının gümüş zırhlı silahşörleri başlarını öne eğdiler, askerler büyülenmiş gibiydiler. Haçlı seferinin başını çeken, tikli gibi kurnaz Narbonne Piskoposu havadaki hayranlık kokusunu sezdi. Ölüme gidenlere en az bir fire verdiremezse eğer, bu inanılmaz manzaranın bir miras gibi, asırlarca babadan oğula anlatılacağını anladı. Son bir umutla, gerilmiş bir yay gibi fırladı yerinden, koştu ve Katharlar’la ateş çemberi arasında durdu:
- Durun, durun diyorum size! Bir kez daha düşünün. Aranızda cayan yok mu hiç mezhebiden? Engizisyonun kararına rağmen ben, bir şans daha veriyorum nedamet getirenlere!
Katharlar duymadılar. Katharlar durmadılar. Kafilenin önünde yürüyen Kusursuzlar’dan Bertrand d’en Marti, bambaşka bir suale cevap verir gibi gülümsedi:
- Biz hepimiz kardeştik!
*
1209’dan 1244’e kadar, otuz beş sene boyunca, düşmana kafa tuttu Montsegur Şatosu. Ama artık hem Papa hem Fransa Kralı kesin kararlıydı. Kathar sapkınlarının son kalesi, “Ejderhanın kellesi” koparılacaktı.
Büyük bir umutla, heyecanla başlayan macera, bir kabusa dönüşmüştü.
Gerçi Lastours, Peyrepertuse, Puylaurens ve nihayet Queribus kaleleri daha yıllarca dayanacaktı ama, Montsegur, Kathar direnişinin sembolü haline gelmişti. Katharcılık’ın adeta merkezi, Kusursuzlar’ın, inananların ve sadık asillerin buluşma yeriydi. Belki de bu sebeple, asırlar boyunca, sadece Kathar dinin değil, fikir ve inanç özgürlüğü, hoşgörü, insan hakları ve, kadın erkek ayırmaksızın, herkesin kendi geleceğini tayin hakkını simgeleyen bir sembol olarak kaldı Montsegur.
*
Kuşatma 1243 baharında başladı, Mart 1244’te son buldu. Şatoya büyük bir kalabalık sığınmıştı. Askerler, şövalyeler, Katharlar ve özellikle de meşhur vaiz Bertrand Marty. Montsegur kartal yuvası gibi, ulaşılmazdı. Bütün savunması da bundan ibaretti. Haçlı Ordusu’nun on bir askeri vardı, ama bu rakam bile, taş çatlasa yüz kadın ve erkeğin savunduğu kaleyi tamamen tecrit etmek için yeterli değildi.
Carcassonne garnizonunun komutanı Hugues de Arcis kaleyi taarruzla ele geçiremezdi. İçeridekileri aç ve susuz bırakarak teslim olmaya zorlamak için kale kuşatıldı. Ancak dışarıyla bağlantı tamamen kesilemedi. Belli ki şato. yağmur mevsimine kadar dayanacaktı.
Ancak Haçlılar bir köylüyü parayla kandırdılar ve gizli geçidin yerini öğrendiler. Çember kapandı. Zaman ilerledikçe, kaleye sığınmış olan kadınların, çocukların ve yaralıların durumu zorlaşıyordu. Zoé Olderbourg’un dediği gibi “Yarısı ateşte ölmeye mahkum yüzlerce insan, İlk Kilise günlerinde olduğu gibi, inancı uğruna ölmek bir şeref, ölenler birer aziz olarak anılıyor... İyi-Hıristiyanlar için ateşte ölmek kaçınılmaz, bir görev gibi. Aylarca bu feci sona hazırlanmış olmalılar. Ancak pek azı hariç, hiç biri şatoyu terk etmedi. Kaçıp, sonu belli olmayan bir maceraya atılmaktan, yalnız ve aşağılanarak, bir av gibi saklanarak yaşamaktansa, sonunda ateşte ölmek bile olsa, dua edip, inançlarının gereğini yerine getirmeyi ve tehlikeyi birlikte göğüslemeyi tercih etmiş olmalılar.”
Teslim kararını almak için saatler süren tartışmalar... Bu arada, efsaneye göre, dört Kusursuz’un Kathar hazinesini kaçırdığı iddiaları...
Teslim anlaşması Katharlar’a 15 gün süre tanıyordu. Bu süreyi dua ederek ve ölüme hazırlanarak geçirdiler.
Kaledeki askerler günah çıkarmak şartıyla, ufak tefek cezalarla kurtulacaklardı.
Sivillerse, ya Engizitör’ün önünde diz çöküp günah çıkaracaklar, dinlerini reddedecekler, ya da sapkınlara verilen cezayı çekecekler, yakılarak öldürüleceklerdi.
*
O gün, 16 Mart 1244 sabahı, Montsegur şatosundaki iki yüz yirmi beş Kathar, istisnasız, ölümü seçtiler. Şatodan çıkmadan önce, son bir kez birbirlerine sarılarak vedalaştılar. Karı kocalar ayrıldı, çocuklar ebeveynleriyle öpüşüp koklaştı ve Mertrand Marty önde...
Montsegur mağlupları kaleden başları dik çıktılar. İki yüz Kathar şövalyesi, kadınıyla, kızanıyla, gökyüzüne bir isyan gibi yükselen tepenin dibinde kurulan ateşten çembere tek bir vücut gibi yürüdüler. Haçlı ordularının gümüş zırhlı silahşörleri başlarını öne eğdiler, askerler büyülenmiş gibiydiler. Haçlı seferinin başını çeken, tikli gibi kurnaz Narbonne Piskoposu havadaki hayranlık kokusunu sezdi. Ölüme gidenlere en az bir fire verdiremezse eğer, bu inanılmaz manzaranın bir miras gibi, asırlarca babadan oğula anlatılacağını anladı. Son bir umutla, gerilmiş bir yay gibi fırladı yerinden, koştu ve Katharlar’la ateş çemberi arasında durdu:
- Durun, durun diyorum size! Bir kez daha düşünün. Aranızda cayan yok mu hiç mezhebiden? Engizisyonun kararına rağmen ben, bir şans daha veriyorum nedamet getirenlere!
Katharlar duymadılar. Katharlar durmadılar. Kafilenin önünde yürüyen Kusursuzlar’dan Bertrand d’en Marti, bambaşka bir suale cevap verir gibi gülümsedi:
- Biz hepimiz kardeştik!
*
Ateşin yakıldığı alana, Occitan dilinde, Prat del cremats yani “Yakılmışlar tarlası” derler.
“Belki de, çığlıkların, sızlanmaların, kılıç şakırtılarının, ateşi harlayan cellatların bağırıp çağırmalarının, papazların söylediği ilâhilerin arasında, Kusursuz Marty, inananlara son kez konuştu, onları cesaretlendirmeye çalıştı... Bir iki saat sonra, odun yığınlarının üzerindeki iki yüz küsur canlı meşaleden geriye, sadece, kızarmış, kararmış, kanlı, birbirine sarılı vaziyette yanmaya devam eden bir et yığını ve şatonun duvarlarına kadar bütün vadiyi saran dayanılmaz bir yanık kokusu kalmıştı". (Zoé Olderbourg)
Montsegur bir efsaneydi artık!
*
ALS CATARS
ALS MARTIRS
DEI PUR AMOR
16 Mart 1244