Ama o kan bağı bir yerde koptu. Artık, yola giden arkadaşlarının arkasından su döken, döndüklerinde de onları elinde teyple bekleyen biriyim. İşte onlardan biri, Burak Aydın (36). Burak, Four Seasons Otel’in Concierge’ı. Her sene başında bir ay izin alıp dünyanın öteki köşesine atıyor kendini. Bu seferki durağı Kamboçya, Tayland ve Vietnam’ın komşusu Laos’tu. Burak, "Laos, huzurun ve sakinliğin ülkesi. Üstelik savaş gibi büyük bir hüznün üstesinden gelmişler" dediği toprakları anlattı, muhteşem fotoğraflarını paylaştı. Laos serisinin tamamını kingfishers.deviantart.com adresinde görebilirsiniz.
BOL NEHİRLİ, YEŞİLİ ZENGİNLaos turizme açılalı çok olmadı, 10 senedir falan gidiliyor, o yüzden çok az turist var. Bence Laos, dünyanın son sakin ülkesi. Doğası da bambaşka. Bol nehirli, kuzeyi dağlık, güneyinde göllerin çok olduğu bir ülke. Yeşili çok zengin, yeşil örtüsü çok yoğun. Vietnam’da ve Kamboçya’da çok fazla endüstri var ve doğaya çok zarar veriyor. Laos’ta hiçbir şey yok! Doğa bakir, tam anlamıyla el sürülmemiş. Laos’a gideceğimi söylediğimde, arkadaşlarım "Neden bir ay, sıkılmayacak mısın?" diye sordu. Sıkılmak insanın kafasında. Burada evimizde oturup, birbirinin aynısı günleri yaşadığımızda sıkılmıyor muyuz? Sadece günün adı değişiyor. Orada ise günle birlikte olduğum yer, karşılaştığım
insanlar, yediğim yemekler ve yaşadıklarım da değişiyor.
AÇIKLANAMAYANDEV KAVANOZLAR Seyahate başkent Vientiane’den başladık. Mekong nehrinin kıyısına kurulmuş, karşı taraf Tayland. Yüzerek karşıya geçebilirsiniz. 450 bin nüfuslu bir başkent. Eski sömürge olduğu için sokaklarında çok fazla Fransız etkisi var. Oradan otobüsle sekiz saatte Phonsavan’a gittik. "Plain of Jars" sayesinde bir turist çekim merkezi olmuş. Tam tercümesi, "kavanoz düzlüğü." Bir arazide yüzlerce, taştan oyulmuş dev kavanoz var. Bazısı yarı gömülü, bazısı yan duruyor. Neden oradalar, kim, hangi zamanda yaptı; bilinmiyor. Kimisi, içinde içki saklıyorlardı diyor, kimisi, ölülerini gömmek için. Bazıları içine iki kişi sığacak kadar büyük gerçekten.
BOMBA PAZARI VE ÖLÜLER
Amerika Laos’u, Vietnam savaşı boyunca dünyadaki hiçbir ülkeyi bombalamadığı kadar çok bombalamış. 60’lı yılların başında 70’lere kadar toplam altı milyon ton bomba atmışlar Laos’a. Vietnam Savaşı sürerken, Ho Chi Minh Yolu üzerinden silah ve cephane taşıyan Vietnamlı askerler Laos’tan da geçiyormuş. Onların yolunu bombalamışlar güya ama aşağısı cangıl; kimin nereden geçtiği belli değil. O yüzden milyonlarca misket bombası atmışlar. Misket bombasının özelliği, bir metal haznenin içinde yüzlerce beyzbol topu boyutunda küçük bomba olması. Düştüğü yerde patlıyor ve yaklaşık yüz metre çapında zarar veriyorlar. Bunlar hálá tehdit oluşturuyor halk için. Çünkü yaklaşık yüzde 30’u suya, çamura veya yumuşak bir zemine düştüğü için o an patlamamış. Sonra, yani bugün, bir çocuk geliyor, toprakta bir "şey" buluyor ve yanlışlıkla patlatıyor. Bombalarda kullanılan demir çok sağlam olduğu için ciddi bir bomba pazarı da oluşmuş. Çok fakir oldukları için para karşılığında hayatlarını riske ediyor ve bomba topluyorlar. Geçen seneki ölü sayısı 80. Bir de sakat kalanlar var. Phonsavan’da bu bombalar yüzünden sakat kalmış insanların yaşadığı köyler var. Onları halktan, medyadan ve dünyadan saklıyorlar; içine girmek de, dışarı çıkmaları da yasak.
ÇORBA VE MUTLULUK İLİŞKİSİLuang Prabang, Laos’un en güzel yerlerinden biri. Aynı zamanda en turistiği. Koloniyal tarzda inşa edilmiş, nehir kenarında ve doğası muhteşem. Aynı zamanda ülkenin spritüel merkezi. Tapınakların sayısını kimse bilmiyor, her taraf keşiş kaynıyor. Keşişler sabahları gün doğarken hep birlikte yola çıkıyor, bazen de dilenmeye gidiyorlar. Orada bir rahiple konuştum. Nasıl oluyor da böyle mutlusunuz dedim. Bana, çorba içip içmediğimi sordu. Evet, dedim. Peki içine ne kadar tuz koyarsın diye sordu. "Tadı iyi olana kadar" diye cevap verdim. "İşte," dedi, "mutluluk da böyle bir şey. Çorban ne kadar büyük olursa, o kadar tuz ekersin."
DEV AĞAÇLARI FİLLER ÇEKİYOR
Kuzeyde, Tayland’a satılan ağaçların kesildiği bir bölgeye gittik. Çok zorlu oldu. Saatlerce bir orman patikasından yukarı tırmandık. Kaydık, düştük, çamura saplandık, etrafımız sinek-böcek doluydu... Orada hamal olarak filleri çalıştırıyorlar. Çünkü hiçbir iş aracının girmesine imkan yok. Kestikleri ağaçları zincirlerle ve halatlarla fillerin ayaklarına bağlıyorlar. Nehre onlar taşıyor.
BOMBAYI MEYVE ZANNETME ÇOCUK!Çocuklara ilkokuldan itibaren bombalarla yaşamayı ve korunmayı öğretiyorlar. İlkokullarda hangi şarkıyı öğretiyorlar, biliyor musunuz? "Daha dün annemizin" şarkısını ama farklı sözlerle: "Daha dün ormanda yürüdüm / Bir misket bombası patladı / Çünkü ben onu portakal sandım..." Bomba, bir bambunun filizine düşüyor ve yıllar içinde ağaçla birlikte yükseliyor. Sonra bir çocuk onu meyve zannedip koparıyor. Veya çocuklar etraftan onların misket olduğunu duyuyor, oynamak için, bilyelerini sapanda kullanmak için açmaya çalışıyor... Böyle hikaye çok.
MOTOSİKLET KAZASIVE KAN PARASILaos huzurlu bir ülke ama tatilim macerasız geçti desem yalan olur. Phonsavan’da seyahatin geri kalanı için motosiklet kiraladık. Fakat daha yola çıkamadan kaza geçirdim. Ters yöne giren bir Laoslu motoruyla bana çarptı, ikimiz de düştük. Bana bir şey olmadı ama o yerde yatıyor ve kıpırdamıyordu. Her tarafından kan akıyordu. Çok korktum. Hemen çevreden gelenlerle hastaneye götürdük. O hastaneye, ben de tam karşısındaki mapushaneye tabii! Bu arada kimse İngilizce bilmiyor. Hemen kaldığımız pansiyonun sahibi Mr. Kong’a -lakabı King Kong-
haber verdiler. Bu arada adamın önemli bir şeyi olmadığı anlaşıldı, altı saat sonra ayaklandı, yanıma geldi. Ama polisler suçsuz olmama rağmen kamu davası açılacağını, en az iki hafta hapiste kalacağımı söyledi. Allah’tan King Kong vardı da onun yardımıyla anlaştık. Adama hastane masrafları için 10 dolar, "kan parası" için de 40 dolar ödedim. Kan parasını, kan verildiği için istiyor zannettim. Meğerse öyle değilmiş. Birinin kanı aktığı zaman ruhunun kirlendiğine inanıyorlar. Bir Budist rahibin o kirli ruhu temizlemesi ve kurban kesmesi gerekiyormuş. O ruh temizleme işi 40 dolar tutmazdı ama neyse... Fakat bir şey var ki, hiç unutmayacağım. O gün bir kişinin bile sesi yükselmedi, kavga çıkmadı. Polisler de o kadar kibardı ki...
Bizi en çok şaşırtan, kimsenin umurunda olmamamız oldu. Ne dilenci geliyor yanınıza ne de turistsiniz diye başınıza üşüşüyorlar. Selamlamaları hep kendi dillerinde. Ancak siz İngilizce konuşursanız öyle cevap veriyorlar. Hiç dokunulmamış, bozulmamış bir halk. Ama ortalıkta çok az insan var, bütün nüfus altı milyon. Saatlerce gidiyorsunuz, sadece üç kişi görüyorsunuz.
EN SEVDİĞİ 5 YERá Varanasi (Hindistan) á Jaisalmer (Hindistan)á Avustralya á Küba á Güney Afrika
seyahatte ne okuyorBir şey okumuyor, orayı yaşamayı seviyor.
ne yiyor, ne içiyorYerel pazarları ve oradaki yemekleri çok seviyor. "Soyulabiliyorsa ve haşlanıyorsa her şeyi yerim" diyor.
ne giyiyorSon seyahatine sadece iki şort, iki tişört, bir pantolon, bir kazak ve bir parmakarası terlikle gitti!
neyle seyahat ediyorTuk tuk ile.
nerede kalıyorBeş yıldızlı bir otelde çalıştığı için otelde kalmayı sevmiyor. Guesthouse’ları ve evlerini tercih ediyor.
kimle seyahat ediyorSeyahatin amacına göre değişiyor. Fotoğraf odaklı seyahatlerine yakın arkadaşı Charles Richards ile gidiyor.
çantasının olmazsa olmazlarıTüm fotoğraf makineleri ve ekipmanları, fener, ilaç.
oradan ne alıyorİlk cevabı, "Son gün sevdiklerim için ufak tefek şeyler alırım." Ama evindeki adam boyu maskeler ve devasa el oyması heykeller bu cevabı geçersiz kılıyor. Onları aslında babasına hediye edip birkaç sene sonra geri alıyor!