Dünyada en sevdiğim iki şehir İstanbul ve Roma

Güncelleme Tarihi:

Dünyada en sevdiğim iki şehir İstanbul ve Roma
Oluşturulma Tarihi: Kasım 01, 2008 00:00

Yaşayan en önemli mimarlardan biri olan Rem Koolhaas, ev değil şehir inşa ediyor. Dubai’deki şehir planlamasıyla yaygın bir üne kavuşan Koolhaas, aynı zamanda Harvard’da ders veriyor. OMA ve AMO adlı iki önemli mimarlık şirketinin sahibi, ünlü Hollandalı mimar, ulaşılmaz ve kibirli imajının tersine alçakgönüllü. Siemens sponsorluğundaki ArkiPARC mimarlık toplantılarına katılan Koolhaas ile hıncahınç doldurduğu seminerinin ardından konuştuk.

İstanbul’da hakim olan mimari dokuyu nasıl buldunuz?

- En az 10-12 kez geldim. İlk kez 25 yıl önceydi. İstanbul’u çok seviyorum. Dünyada en sevdiğim iki şehirden biri Roma diğeri de İstanbul. Ayrıca İstanbul ve Roma’nın çok ortak noktası var. Güzellik, tarih, doğa, eski ve yeninin birlikte olması, kaos, din, karşıtlıklar...

İstanbul’a özgü bulduğunuz şeyler de vardır herhalde.

- Türkiye’deki politik meseleleri yakından takip ediyorum. Hem meraktan hem de burada olup bitenlerin bütün dünya açısından çok çok önemli olduğunu düşündüğümden. Topluma ne tür bir hoşgörü düzeyinin hakim olacağını merak ediyorum. Şehirdeki hareketliliği, insanların canlılığını, bazı şeyleri önemsemesini çok dikkate değer buluyorum. Batıda gençler pek çok şeyi umursamıyor. Türkler Avrupa’yla yakınlaşmak istiyor; bence bu Avrupa için çok büyük bir şans. Avrupalılar bu yüzden inanılmaz mutlu olmalı, bunu bir yük değil kendilerine yapılmış bir iyilik olarak algılamalı.

Şimdi şu anda bulunduğumuz binadan dışarı baktığınızda nasıl bir şehir görüyorsunuz?

- Böyle baktığım zamanlarda diğer insanlardan çok da farklı değilim. Baktığım zaman güzel şeyler arıyorum ve gördüğümde de mutlu oluyorum. Hepsi bu. Biçimlerden ve formlardan çok; kültür, enerji ve yaratıcılıkla ilgileniyorum.

Çirkinlik ya da çarpıklık görmüyor musunuz hiç?

- Görüyorum tabii. Ama profesyonel bir bakış açısıyla bakmayınca bunda da bir sorun yok. Ayrıca bayağılık ve kabalıktan zevk aldığım da oluyor. Benim repertuvarım çok geniş. Hayata açık olmak istediğim için mimarlığın sınırlandırmalarına karşı koyuyorum. Mesela Afrika’daki gecekondu bölgeleriyle ilgili çalışmalar yaptım ve orada çok daha fazla yaratıcılık gördüm. Enerjileri, kararlılıkları, kendi kendilerine organize olmaları ve harekete geçmeleri çok etkileyiciydi.

İstanbul’un en sevdiğiniz bölümü hangisi peki? Tarihi İstanbul mu, modern İstanbul mu?

- Bunu söyleyemem. Zaten "en sevdiğiniz" tanımlamasına da itirazım var. Bunu çok sınırlayıcı buluyorum. İstanbul’da güzel olan pek çok şey var; şehrin içinden su geçmesi, hálá yeşil alanlar olması ve karmaşası en heyecan verici tarafı. İstanbul’da projeler gerçekleştirmek gerçekten çok ilgimi çekiyor; umarım burada bir şeyler yapabilirim. Şu ana kadar kesinleşmiş bir şey yok ama kendimi buna çok açık hissediyorum.

NE İSTEDİĞİNİ BİLEN HERKESE EV YAPARIM

Genellikle büyük ölçekli kamusal binalar yapıyorsunuz, hatta şehir inşa ediyorsunuz. Hiç sıradan ev projeleriyle de ilgileniyor musunuz?

-
Zaman zaman yaptım, hálá yapıyoruz. Şu anda Danimarka ve Ortadoğu’da yaptığımız evler var. Belki de yaptığım evler arasında en çok bilineni Fransa’da özürlü biri için inşa ettiğim evdir.

Normal bir insanın normal bir ev projesi çizdirmek için sizin gibi bir mimara gelmesi biraz göz korkutucu geliyor...

- Bunu biraz aptalca buluyorum. Ev yapmayı gerçekten seviyorum ve bunun insanlara bir şeyler dikte etmekten çok, bir iletişim yöntemi olduğunu düşünüyorum. Bana gelen insanların genellikle fazla bir mimari bilgileri yok, olmasını da beklemiyorum. Ne istediklerini bilmeleri yeterli.

Zaha Hadid, Frank Gehry ve sizin gibi mimarlar artık Avrupa’dan çok Amerika, Asya ve Ortadoğu’da çalışıyor. Avrupa’da geniş alanlar bulunmadığı ve köklü bir mimari gelenek olduğu için mi böyle oluyor?
/images/100/0x0/55eaec7df018fbb8f89f65a9


- Bu doğru, ancak Avrupa dışındaki insanların mimari çözümlere ihtiyaç duyduğu da doğru. Ayrıca Avrupa’da da çalışıyoruz ama başka ölçeklerde. Brüksel’de Avrupa Birliği’nin merkez binasını yaptık mesela. Alan geniş olmayınca da, başka türlü bir meydan okuma yaşıyorsunuz. Sınırlara gelince, her yerde sınır var. Çin’de de Avrupa’daki sınırlarla karşılaşabiliyorsunuz. Benim anlayışıma göre iyi mimarlık, insanların ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmemeli. İnsanlara yaratıcı bir çevre de sağlamalı.

Gazetecilik ve sinemacılık geçmişi de olan bir entelektüelsiniz. Kendinizi disiplinler arası bir sanatçı olarak görüyor musunuz?

- Yaptığım işi hálá zaman zaman gazetecilikle kıyaslıyorum. Kamusal alanda iş yapabilen bir entelektüel olduğum için çok şanslıyım.

MİMARLIK DEMOKRATİK DE OLABİLİR FAŞİST DE

Sizce mimarlık demoktratik mi? Bazı mimarlar insanlara belirli yaşam tarzlarını dayatıyor.

- Elbette mimari isterse demokratik, cömert, hümanist isterse de kötücül ve faşist olabilir. İyi mimar ise, size daha önce hiç aklınıza gelmeyen seçenekler sunan ve kafanızı açandır. Her sanatçının, her mimarın farklı bir repertuvarı var. İnsancıl ve toplumsal bir mimariden söz edecek olursak, ben alışveriş merkezlerindense konser salonu ve kütüphaneleri tercih ederim. Alışveriş merkezinin sizi mekanda iyi hissettirmek gibi bir derdi yoktur ki; esas amacı kár etmektir.

İşlerinizin şiirsel bir tarafı da var. Felsefeciler, güncel sanatçılar, yazarlar ve sinemacılardan ne kadar etkileniyorsunuz?

-Diğer mimarlardan çok, sanatçılardan ve felsefecilerden ilham alıyorum. Fazlasıyla işbirliği hatta ortaklık yapıyoruz. Mesela ünlü Fransız yazar Michel Houillebecq’in "Possibilite d’une isle" adlı bir filminin yapımına yardım ettim. Gazetecilik ve sinema geçmişim sayesinde merakım bilendi. Bunlar benim düşünme şeklimi biçimlendirmekle kalmadı, insanları yargılamadan anlamayı da öğretti.

11 EYLÜL BİR FIRSATTIR

Evet, ama bunu çok büyük bir felaket olarak görmekten ziyade, Batı dünyasının kendisine tekrar bakması ve dünyanın geri kalanıyla işbirliği yapması için alçakgönüllü bir fırsat gibi değerlendiriyorum.

MİMAR OLARAK ÜNLENDİĞİNDE TEK BİNA İNŞA ETMEMİŞTİ

Rem Koolhaas 1944’te Rotterdam’da doğdu. 8 yaşındayken bir sinema okulunun yöneticisi ve tiyatro eleştirmeni olan babasının Endonezya hükümeti tarafından davet edilmesi üzerine, 4 senesini bu egzotik ülkede geçirdi. Kariyerine Haagse Post gazetesinde gazeteci olarak başladı. Sonra senaryo yazarlığı yaptı. 1968’de Architectural Association’da mimarlık eğitimine başladı.

Bu yıllarda, kendisi tarafından ’New York için retroaktif bir manifesto’ olarak nitelendirilen Delirious New York’u yazdı. Eleştirmenler tarafından coşkuyla karşılanan bu kitap, modern mimarlık tarihinin klasikleri arasında yerini aldı. Böylece Koolhaas, mimar olarak daha hiçbir bina inşa etmeden büyük bir üne kavuşmuştu. OMA, 1975’te Rem Koolhaas, Madelon Vriesendorp, Elia ve Zoe Zenghelis tarafından Londra’da kuruldu. Ofisin temel anlayışı, bugünün toplumuna hitap etmek ve bugünün binalarını tasarlamak olarak belirlendi. Koolhaas’ın projeleri arasında Berlin’deki Hollanda Konsolosluğu, Seattle Kütüphanesi, CCTV ve Souterrain metro istasyonu yer alıyor. Prameium Imperiale ve Pritzker gibi prestijli ödüller olmak üzere birçok ödülü var.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!