Güncelleme Tarihi:
10 yaşında Almanya'ya gitti. Bir işçi ailesinin çocuğuydu. Televizyondan Almanca öğrendi. 12-13 yaşlarında yazmaya başladı. Radyo oyunlar, senaryolar, öykü yazdı. Sonra sinema-televizyon okudu. Hayali, senaryolar yazmaktı, ama başarı, romanla geldi: Felidae sadece Almanya'da 3 milyon adet sattı. Kitapları 35 dile çevrildi. Acıdır ki, sonuncusu Türkçeydi. Geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye geldi. Biz de onunla uzmanlık alanına giren kediler, yaşamı ve kitapları üzerine konuştuk.
10 yaşına kadar Türkiye'de geçen yaşantınızdan neler hatırlıyorsunuz?
- Ayşecik'i mesela. (Emlakçılık yaptığını öğrenince inanılmaz bozuldu!) Filmin adı ‘‘Subay'ın Kızı’’ydı. Annesi babası yok. Onu birisi buluyor, hatırladım Cüneyt Arkın! Sonra, kötü adam Erol Taş vardı, sahi ona ne oldu? ‘‘Röntgenci’’ diye bir filmi vardı. Hep pencereden kadın seyrediyordu. Korkudan üç gün uyuyamamıştım. Eski Türk filmlerini o kadar çok seviyorum ki, onlar üzerine film yapmayı bile düşünüyorum.
Yani bıraktığınız Türkiye'yi o filmlerdeki gibi mi hatırlıyorsunuz?
- Manyak değilim, Türkiye'nin artık saf olmadığını biliyorum ama o zaman sanki öyleydi; basit hayatlar, basit insanlar vardı. Esas kötü adamlar kimlerdi bilirdiniz. Benim için o filmler, o insanlar, hala saf Türkiye'yi temsil ediyor. Başka şeyler de hatırlıyorum. Hatta, bir roman projem vardı. İsmi ‘‘Babamızın Bizi Sevdiği Zamanlar’’ olacaktı. Tabii yazamadım. İnanılmaz fakirdik, onu hatırlıyorum. Yoksa annem babam neden kalkıp Almanya'ya gitsin ki? Bugün Almanya'da fakirlik üzerine tartışmalar yapılıyor, onlar fakirliğin ne olduğunu bilmiyor. Biz kış için odun alamıyorduk. Babam, çok icatçı bir adamdı, eski mazottan, mazot yapmak için uğraşıyordu. Beceremedi tabii.
Türkiye'de kalsaydınız ne olurdunuz?
- Hamal.
NORMAL DEĞİLİM
Kısa film, radyo oyunu, öyküler. Tüm bunlarla uğraşırken çok da gençmişsiniz: 16-17. Nasıl karar verdiniz?
- Ben değil, o karar verdi. O ne demek bilmiyorum. Kimbilir, belki genlerim. Televizyonda gördüğüm şeylerin modellerini anında kavrıyordum. Diyordum ki ‘‘Ben daha iyisini yazabilirim’’. Senaryo, öykü, hikáye, roman derken bugünlere geldik. ‘‘Neden’’ sorusuna hiçbir sanatçı cevap veremez, gerçi röportajlarda bayılıyorlar, ‘‘Güneşe baktım, başladım yazmaya’’, ‘‘Kuşlar havalanmıştı, bu bir mesajdı’’ diyerek saçmalamaya.
Yazmak için yalnız, uyumsuz ve sorunlu olmak gerekir derler. Doğru mu?
- Yanında bir parti olursa roman-moman yazamazsın! Evet, yalnızlık şart. Herkesin uyumsuzlukları, problemleri vardır. Ben normal de diyemem kendime. Hiç bir zaman olmadım. Benim arkadaşlarım, motorlarla kızlarla gezmeye giderlerdi, ben yazı yazardım. Babam da ‘‘Niye hep mektup yazıyorsun oğlum?’’ derdi.
Kızlar sizinle gezmek istemediği için mi, bunu seçtiğiniz için mi?
- Her ikisi de.
Kolay mı yazıyorsunuz, zor mu?
- Çok zor. Ama yazdığım hiçbir şey zor yazılmış gibi durmuyor. Bunun adı sanat.
Sinema- televizyon okumaya karar verirken hayatınızı kazanmayı düşündüğünüz meslek olarak mı seçmiştiniz?
- 12 yaşından beri başka bir meslek benim için zaten mümkün değildi. Film senaryosu yazmak istiyordum. Ama şöyle bir şey de var: Senaryoyu yazdıktan sonra, aslında bir şey olmuyor. Çünkü önce filmin yapılması gerekiyor. Ve film çok pahalı bir iş, teknikle çok alakalı. Yani iyi senaryo yazmak yetmiyor, aktör kötüyse kimse senin senaryonla ilgilenmiyor. 81'de ilk romanımı çıkardım. 22 yaşındaydım. İyi sattı. Ama ben bir hata yaptım, kazandığım bütün parayı harcadım.
Bundan sonra ulaşmak istediğiniz hedef nedir?
- Hedef-medef kalmadı. Yani mesleğimde yok. Sadece Almanya'da 3 milyon kitap sattım. 35 dile çevrildim. New York Times kitaplarımı hep değerlendirdi. Kitaplarım film oldu, yine oluyor. Daha ne olsun?
İyi de hani yüzyıllar geçiyor, o isimleri unutulmayan yazarlar hep kalıyor.
- Tolstoy var değil mi, unutulmayan adam olarak. İyi de kaç kişi Tolstoy okuyor? Güzel bir isim, Goethe de öyle. Ama kalıcı olmak benim umrumda değil. İnsan ölünce ölüyor. Öldükten sonra melek olarak size yukarıdan bakarım. Tamam mı? Yazarlık umrumda bile olmaz. Hem zaten ben cehenneme gideceğim.
Bu Akif Pirinçci sizi şaşırttı mı?
- Neden şaşırtsın? Hiçbir şey bir gecede olmadı ki! 1 milyon 700 bin tane Felidae sattık. Ama ne kitap satmak, ne onu oluşturmak için harcanan çaba bir gecelik, bunu eşek gibi biliyorum. Benim rüyam 200 bin adet kitap satmaktı. Ama 200 bine gelince, zaten durum öyle bir değişti ki hayatımızda, ondan sonra hiç şeye şaşırmaz olduk. Ben yaşayan bir insan değilim. Yani tatillere gideyim, arabalarım olsun, hiç umrumda değildir. Ehliyetim var mesela ama arabam yok. Bütün paraları evlere yatırıyorum. Hayatım yazmak. Kafamdaki dünyalar beni daha enterese ediyor.
kedim kujo beni baştan çıkardı
Ve Felidae. O kitabı yazmaya başlamadan önce kaç yıl bir kediyle yaşadınız?
- 8 sene. Eski karım Uschi, bir gün eve küçücük bir kedi getirdi. Çok kızdım: ‘‘Senin zamanın yok, benim yok. Ne yapacağız bu hayvanla?’’ diye bağırdım. Ama iki saat sonra kedi oyuncağı almaya gittim, çünkü ona aşık oldum. O kedi, ismi Kujo, çok akıllı bir havyandı. Telepati vardı aramızda. Bana çok pozitif enerji verdi umutsuz günlerimde. Onunla başlayan bir şey.
Kedi polisiyesi yazmak, insan polisiyesi yazmaktan daha zor diyorsunuz.
- Evet, çünkü kedilerin arasında polis yok. Bir başka sebep de, her polisiye romanda olan para kavramı yok. Parayla birbirlerini tehdit etmiyorlar. Parayı çekip aldım. Ben Walt Disney gibi bir şey de yapmak istemiyorum, kediyi dedektif yapacağım ama, öyle otomobil kullanan kediler olmayacak hikayemde, belinde tabancalarıyla dolaşmayacaklar. Benim anlattığım hikayede kedi yine kedi. Kedigillerin tüm özelliklerine sadık kaldım. Gördüğü müthiş ilgiden dolayı Felidae film yapıldı, çizgi film, ama aslında çocuklar için değil, büyükler için.
Kendinizi kedilere borçlu hissediyor musunuz?
- Elbette ki.
Ne yapıyorsunuz, geçerken selam mı veriyorsunuz?
- Benim kedilerim çok iyi yaşıyorlar. Başka kediler için de elimden geleni yapıyorum. Havyanları Koruma Dernekleri'ne çok büyük bağışlar yaptım. Hatta şimdi Almanya'da kedi otelleri var, onlardan birinin ismi Felidae.
Felidae çocuk kitabı mı? Cinayet romanı mı? Kadın kitabı mı? Felsefe romanı mı? Masal mı?
- Belki hepsi, bilmiyorum. Irkçılığı anlatıyor aslında. Yazı masasına polisiye bir roman yazacağım diye gitmiyorum ki. Bir fikrim var. Sahneler, figürler var kafamda, başlıyorum yazmaya. Tamam katil kim biliyorum ama kategorilerle düşünmüyorum. Mesela, kolsuz ve bacaksız bir adam birini öldürecek, kafadaki fikir buydu, sonunda ‘‘Gövde’’ adlı romanım oluştu. Yakında sinema filmi olacak. Bir fikirle başlıyorum, gerisi kendiliğinden geliyor.
Felidae'nin başarısını bir daha yakalayamazsanız depresyona girer misiniz?
- Bütün yazarlar zaten depressiftir. Ben öyle düşünüyorum. Yani depresyona girmem gerekmiyor, zaten içindeyim. Başarıyı yakalayamazsam? Valla en kötü kitabım 300 bin sattı. Geleceği kim bilebilir?
Felidae'nin Türkçe'de yayınlanmış olması size bir şey ifade ediyor mu?
- Tabii. Annemler de okuyabilir.
almanya’daki ben
Başta zorlandım ama Almanların zannettiği nedenlerden ötürü değil. 4 milyonluk İstanbul'dan 300 kişinin yaşadığı bir köye gelmiştim. Ee şok oldu tabi. Ben İstanbul'da inek bile görmemiştim.
Yabancılık tartışmalarının gereğinden fazla abartıldığını düşünüyorum. Ben kendimden emindim. Doğduğumdan beri. 6 ay içinde Almanca öğrendim. Çünkü o zamanlar benim yaşımda bir çocuk için Almanya'nın çok önemli bir şeyi vardı: Televizyon. Annem babam az dövmedi, gizli gizli televizyon seyrediyorum diye.
Tamam, ben Türküm, doğru ama herkes aslında kendi özel kafesinde yaşıyor, şu hayatta. Ben sokaklarda koşup düşünmüyorum ki: Ben Türk müyüm, Alman mıyım diye. Çok başka meselelerim var kafamda. Başka umutlarım, sevgilerim. ‘‘Sen Türksün!’’ ‘‘Sen Japonsun!’’ hoşlanmıyorum bu tür söylemlerden. Sosyoloji reklamı gibi.
kadınlarLA ben
Ne tür kitaplar okursunuz?
- Herşeyi. Ama şimdi Yunan mitolojisi okuyorum. Müthiş. Aynen bugünkü problemler. Kadınlarla olan problemler...
Kadınlar büyük mesele oldu mu?
- Evet, çok. Son kitabım Yin, kadınlar üzerine, dört senede yazdım. Bir virüs yeryüzündeki bütün erkekleri öldürüyor. Sadece Y kromozomu zarar gördüğü için kadınlara bir şey olmuyor. Yani şu görüntü var kitapta: Dünya sadece kadınlara ait olsa, ne yaparlar?
Kendinizi tanımlarken hangi sıfatları kullanırsınız?
- Egoist.
Günün birinde bir kadın için, aşk için kariyerinizi bırakabilir misiniz?
- Hiçbir kadın için yazmayı bırakmam. Belki oğlum için.
Gerçi şimdi başka sevgiliniz var. Ama çok küçük yaşlardan beri hep aynı kadınla yaşamak nasıldı?
- Bu konu üzerine şimdi bir roman yazıyorum. Eski eşim Uschi'yle 17 sene birlikteydim. O şimdi menajerim.
Yazarken başlarda kim sizi finanse ediyordu?
- Uschi. Okuyordu, ama aynı zamanda çalışıyor ve bana bakıyordu.
Bunu niye yapıyordu. Melek miydi?
- Beni sevdiğinden. 40 yaşında yapar mı insan, bilmiyorum. Ama biz gençtik: Geleceği güneşli bir gün olarak hayal ediyorduk. Hep yazıyordum. Herkes beni deli zannediyordu. Ve çok tembel. 8 sene sürdü bu.
Ne kadar cazip buluyorsunuz kendinizi?
- Çoook. Sürekli orijinal temalar buluyorum. Normal, sıradan hiçbirşeyi sevmiyorum. O büyük, büyük yazarların bazıları bir kere bir şey yazıyorlar, çok iyi oluyor, ondan sonra, varyasyonlar yapıyorlar ama esas olarak aynı temaya devam ediyorlar. Ben öyle değilim. Tabii ki çok cazibim.