Güncelleme Tarihi:
Zihinsel dinamiğin habercisi
1464-1467 yılları arasında ortaya koyduğu nü ve mekân-nesne çalışmalarına baktığımız zaman hızlı dokunuşlarla ilerleyen kol hareketini belirgin kılan leke-çizgi karakterinin hemen farkına varırız. Kâğıt üzerine lavi ve pastel desenlerindeki eskizci çabukluk bunu ilerde tuvale yansıtacağı zihinsel dinamiğin habercisidir.
Post-ekspresyonist niteliği pekiştirdi
1968 ile 1970 yılları arasına ait yağlıboya tuvalleri post-ekspresyonist niteliği pekiştirmiş durumdadır. Boya katmanlarındaki yoğunluk ve saydamlık geçişliliği, yatay ve dikey hareketlerdeki trajik karşıtlama, ressamın yüzeyle olan ilişkisindeki fiziksel durumun hissedilir kılınması, tüm bunlar Zahit Büyükişliyen resminin nereye doğru evirileceğinin ipuçlarını vermektedir.
Titrek, saydam ve yoğun toprak
Toprağı betimleyen zaman zaman titrek ve saydam, zaman zamansa yoğun kabuksu renk lekeleri yüzeyin aşağısına doğru kayma eğilimi gösterirken sabit ve dingin bir görünüme sahip olan ufuk derinliği bir karşıtlık diyalektiği olarak yer alıyor.
Yer kabuğunu çağrıştıran lekeler
Toprağın dünyaya açılma ve gizden töze evrilme evresinin soyut imgelemiyle buluşuyoruz Büyükişliyen’in eserlerinde. Kütlesel siyah lekeler karbonize olmuş, sarı sıcak lekeler ise oluşum sürecini deneyleyen yer kabuğunu çağrıştırırlar.
Kıskaca alınmış bir insan hali
80’li yılların başlangıcına ve ortalarına kadar süren karamsar ortamdan sıyrılmak bir direnç ve özgürlük ifadesine dönüşebilirdi. Büyükişliyen’in resimlerinde böyle bir arınmanın izlerine rastlasak da aşırı huzurlu görülen peyzajlarında kıskaca alınmış bir insan halini sezinleyebiliriz. Tuvallerinde hissedilen uzaklık-ötelik ve kopmanın eşiğinde olan derin mesafeler böyle bir hissiyat halinin göstergeleridir.
Doğanın dinginliğine sığınmak istedi
Kentsel yaşamın kalabalık, gürültülü ve politik kimlik baskısı karşısında el değmemiş, doğanın sessizlik ve dinginliğine sığınmak isteyen zihinsel ve tinsel bir anlayışa tanık oluyoruz bu resimde. Ufuk çizgisinin ötesi ve berisi arasındaki var-oluş adasında kendi iç sesine kulak vermeyi seçen Büyükişliyen, dünyanın tüm gürültülü karmaşasıyla yüzleşmek durumunda kalıyor. Çünkü dış dünya makro kozmos ise iç dünya da mikro kozmostur. Sözünü ettiğimiz varoluş adası böyle bir kozmostur işte.
Plastik öğe halindeki taşlar
2000’li yılların henüz başlangıcı sayılan yıllarda yüzeyin inşa edilme durumunda köklü bir değişimle karşılaşıyoruz. Renkler lekesel alanlar olarak rol üstlenme yerine kütlesel bedenlere dönüşüyorlar. Oylumlu, bir zemin üzerinde olduğunu okuyabilmemiz için gölgelere sahip olan minimal kütleler: Taşlar. Söz konusu taşlara dokunuş anını yansıtan noktalar halindeki lekeler olarak daha önceki resimlerde de karşılaşıyoruz. (...) Taşları kendilik durumlarından yabancılaştırarak birer plastik öğe haline getiriyor sanatçı.