Sibel ARNA
Oluşturulma Tarihi: Ocak 12, 2008 00:00
Her şeye 19 yıl önce Osmanbey’de küçük bir apartman dairesinde başladı. Uzun bir süre hazır giyim yaptı. Karşı daireyi ve üst katı alarak büyüdü. Günün birinde haute couture’le kendini daha iyi ifade ettiğini keşfetti. Çalışmalara başladı.
İlk couture defilesini 2002’de Aya İrini’de gerçekleştirdi. İki yıl gibi kısa bir süre sonra, 2004’te Paris Haute Couture Moda Haftası’na katıldı. Dünya moda camiası haute couture yapan bir Türk’le ilk kez karşılaşıyordu. O kadar çok ilgi gösterdiler ki, Fransa’nın en önemli gazetesi La Figaro bile onunla röportaj yaptı. Kızıl saçlı Türk modacının koleksiyonu uzun süre konuşuldu. Yıl 2008. Dilek Hanif, 23 Ocak 2008’de ikinci kez Paris Haute Couture Moda Haftası’na gidiyor. Defilesi, aynı haftada Christian Lacroix, Chanel ve Kenzo gibi dünya moda devlerinin defilelerine ev sahipliği yapacak, Paris’in en seçkin kültür ve sanat merkezlerinden Palais de Tokyo (Tokyo Sarayı)’da gerçekleşecek.
Paris Haute Couture Moda Haftası’nda defile yapmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?
- 2002’de Aya İrini’deki defilemden sonra kafama koydum. İki yıl gece gündüz çalıştım. Teması ve hikayesi olan bir koleksiyon hazırladım. Giderken korktum ama dönerken mutluydum. 2004’teki Paris defilesinden sonra kendi kimliğimi ve yaratmak istediğim kadının kimliğini buldum. Ondan sonraki bütün defilelerimde hep farklı bir hikaye ve farklı bir bilinç oldu. Nerede durduğumu çok iyi anladım. O defileden sonra kendime daha çok güvenmeye başladım. Bilirsiniz Fransızlar hiç kimseyi laf olsun diye övmezler. Bu işin uzmanları bana "Sen tamamsın, bu konuda iyisin" dediler. Bu bana hep güç verdi. Samimi söyleyeyim, Türklerden almadığım desteği Fransızlardan aldım.
Paris Couture Haftası’na katılmanın şartları var mı?
- Olmaz mı? İlk defilemde bir sürü testten geçtim. Atölyeye gelip gerçekten couture yapıp yapmadığımı bir ajan titizliği ile araştırdılar. En önemli şart, bütün dikişlerin elde yapılması. Astarın içindeki temiz dikişin bile elde yapılması gerekir. Ayrıca Paris’e gidebilmeniz için orijinal bir fikrinizin olması şart.
2004’ten sonra ikinci Paris defilesi için neden dört yıl beklediniz?
- 2005’e, 2006’ya, 2007’ye katılamadım. Çünkü çok pahalı. Basın danışmanım, ajansım, bana inanan Fransız moda
editörleri katılmam için çok destek verdi ama yeterli parayı toparlayamadım.
Dört yıl boyunca para mı biriktirdiniz?
- Aynen öyle oldu. Hem kendi sistemimi geliştirip, hem de Paris’e bütçe ayırmak zordu. Öncelik kendi markamın gelişimiydi. Eğer ona yatırım yapmasaydım Paris’e katılmamın bir anlamı olmazdı. Çünkü orada bütün dünya seni izliyor. Her sene kendini geliştirmeli ve senede en az bir kere defile yapmalısın.
2004’teki başarınız Türkiye’de pek anlaşılmadı...
- Hiç kimse bir şey anlamadı. Biz Paris’te kanadımız kırık ve tek başımızaydık. Basın çok ilgi gösterdi. Çok iyi dergilerde moda editörleri "Renklerin muhteşem uyumu" diye başlık attılar. Osmanlı’yı tanıtan kızıl saçlı kadın La Figaro’nun bile ilgisini çekti, Türkiye’nin çekmedi. Üzülüyorum tabii. Türk’üm ve ülkemi temsil ediyorum. Kazandığım her bir kuruşu markama yatırıyorum. Ama arkamda duran bir Allah’ın kulu yok.
Hiç başvuruda bulundunuz mu?
- Bulunmaz mıyım?
Nereye başvurdunuz mesela?
- En son tanıtma fonuna başvurdum. Daha önce İTKİB’ye başvurmuştum. İTKİB hazır giyim yapanlara destek veriyor. Bana da hazır giyim yap diyorlar, ama iyi yaptığım bir şeyi bırakıp neden başka bir iş yapayım! Daha zorunu yapabiliyorken basiti için harcanan zamana acıyorum.
Peki kim ve ne sayesinde ayakta kalıyorsunuz?
- En büyük destek müşterilerimden geliyor. Çok önemli bir müşteri portföyüm var. Hepsi ince eleyip sık dokuyan insanlar. Belki farkında değiller ama beni Paris’e onlar taşıyor.
Güzel güzel paranı kazanıyorsun ne zorun var, diyenlere ne cevap veriyorsunuz?
- Ben buraya gerçekten tırnaklarımla kazıyarak geldim. O kadar çok emek verdim ki, önce kendi emeğime saygımdan mücadele etmem gerekiyor. Türkiye bir dünya markası çıkarabilir. Ve coutre bunun için çok doğru bir nokta. Bir kere bizdeki el işçiliği Avrupa’ya göre çok daha ucuz. Bugün benim yaptığım bir kaftanın Chanel’deki karşılığı 150 bin Euro. Bende kat be kat ucuz. Üstelik bizim kaftanın üzerinde 30 kiloya yakın işleme var. Onu tamamlayabilmek için iki usta bir ay uğraştı.
İlk Paris defilesinde selam verirken bile üzerinizde kot pantolon vardı. Neden sürekli kot giyiyorsunuz?
- Kotla kendimi rahat hissediyorum. 2004’te öyle büyük bir heyecan vardı ki, yanımda hiç selam kıyafeti götürmemiştim. Düşünsenize sizden bir saat önce Chanel milyon dolarlık bütçeyle defile yapmış. İnanın aklım başımda değildi. Bu kez giymeyi unutmazsam yanımda bir kılık götürüyorum. Bir kumaş pantolon ve gömlek giyeceğim.
İKİNCİ DEFİLE İÇİN DÖRT YIL BEKLEDİ
Dilek Hanif ilk defileden sonra dört yıl boyunca para biriktirdi. Aradaki yıllarda başvurmasına rağmen devletten hiç destek alamadı. "Haute couture’ün önemini anlamıyorlar. Couture giyinmek bir kadın için prestijdir. Bir couture haftasında olmak ise bir ülke için prestijdir. Türkiye’nin olmaması çok büyük yanlış ve büyük kayıp. Hazır giyimde çıkaramadığımız dünya markasını haute couture’de çıkarabiliriz ama kimse bunun farkında değil."
İLK KEZ GERÇEK BİR TÜRK’LE KARŞILAŞTILAR Yabancılar Dice Kayek ve Atıl Kutoğlu gibi tasarımcıları tanıyorlar. Ama hepsi yurtdışında okuyup atölyelerini oralarda açtıkları için onlara, biz yetiştirdik, gözüyle bakıyorlar. Gerçek anlamda ilk defa bir Türk’le karşılaştılar. Ben Paris’e Türklerin elinin emeğini, gözünün vizyonunu götürdüm. Koleksiyondaki dekolteler karşısında çok şaşıran, Türk kadını bunları giyebiliyor mu, diye soranlar vardı. Çok üzülmüştüm.
Fransız tasarımcıdan esinlendim, ilk defa renkli bir koleksiyon hazırladım2008 yazına ait koleksiyonum 29 parça. 20. yüzyılın başlarında Fransa’da çığır açmış moda tasarımcısı Paul
Poiret’den etkilendim. Yabancı bir tasarımcının Osmanlı’ya bakışı beni heyecanlandırdı. 7 aydır üzerinde çalışıyorum. Poiret’ye ait bütün kitapları getirttim. Bir gün sayfaları çevirirken renkli bir desen çalışmasına rastladım. Turkuvaz ve mercan kırmızısı ağırlıktaydı. O gün renkli bir koleksiyon yapmaya karar verdim. Nakış, desen ve renk arasındaki dengeyi oturtmak zor ama eğlenceliydi. İri taşlar, boncuklar, Swarovski’lerle dolu işlemelerin öne çıktığı koleksiyonda, tek tek elde dikilmiş piliseler göze çarpacak. Tüm bedeni yine tek tek elde dikilmiş kordonlar kaplayacak. Uçuşan şifon elbiseler, kaftan ve cepken kesimleri ağırlıkta. Mercan ve turkuvazın dışında dore, gümüş, bej, kırık beyaz, siyah, lacivert koleksiyonun ana renklerini oluşturuyor.
MANKEN GÖTÜRMEYE BÜTÇEM EL VERMİYOR Defile müziğini Mercan Dede’den seçtim. Maalesef buradan manken götüremeyeceğim. Çünkü bütçem el vermiyor. İmkanım olsa Cansu Dere, Tuğçe Kazaz, Çağla Şıkel, Ece Sükan gibi modellerimizi götürmeyi çok isterdim.
SABAH DÖRTTE UYANIYORUM Mide bulantısı ve karın ağrısı şimdiden başladı. Sabaha karşı dörtte uyanıyorum ve bir daha uyumuyorum. Sürekli not alıyorum. Hiçbir şeyi tam oturtamadığım hissine kapılıyorum. Normalde Türkiye’deki defilelerde bir iki gün kala başlar. Bu sefer biraz erken başladı.
AYAKKABILAR TAKUNYA GİBİ
Couture haftasında ayakkabıdan saça, makyaja kadar her şeyin çok orijinal olması gerekiyor. Mesela ayakkabıları hamam takunyalarından esinlenerek tasarladım. Geçen sefer İtalya’da ürettirmiştim. Bu sefer o da Türkiye’den olsun istedim. Türkiye ayakkabı konusunda çok iyi olmamasına rağmen Türkiye’de ürettirdim. Küçük bir imalathanede, o da couture mantığı ile üretildi.
DENEYİMSİZ GENÇLERİ TERCİH EDERİM
Atölye mevcudumuz 18 ile 25 arasında değişiyor. Olgunlaşmadan ya da meslek lisesinden yeni mezunlarla çalışmayı tercih ediyorum. Çünkü piyasadaki diğer couture atölyelerinde çalışmış kişiler fazla kuralcı oluyorlar. Ben onlara yeni bir şey anlatmaya çalışıyorum, hayır efendim biz bunu bu kadar senedir böyle yapıyoruz diye benimle tartışıyorlar. Deneyimsiz olanlar her türlü yeniliğe açık oluyor.
KIZLARIM KARARLARINI KENDİ VERSİNBiri 20 yaşında, diğeri 18 yaşında iki kızım var. İkisi de Amerika’da Parsons’da okuyor. Biri moda tasarımı, diğeri moda pazarlaması. Benim işimi devam ettirmelerini çok isterim ama hiç baskı yapmıyorum. Kendi kararlarını kendileri versinler. Onlara da söyledim, kızlarıma güvenerek bir şey yapmıyorum. Ben tekstilin içinde büyüdüm. Sevdiğim, bildiğim, kaderim olan işi yapıyorum.