Güncelleme Tarihi:
Aralarında Susan Sarandon, Sean Penn, Vanessa Redgrave gibi aktivist olarak da nam salmış oyuncuların, ‘uçuk’ yapıtlarıyla ünlü David Lynch gibi yönetmenlerin, hem Oscar’lı hem aristokrasi unvanlı (Sör) Tom Stoppard, (Baron) Julian Fellowes gibi senaristlerin, yapımcıların, heykeltıraşların, yazarların, vs. bulunduğu, çoğunluğu dünya çapında ünlü sanatçılardan oluşan 30 kişilik bir ekibin İngiliz The Times’da yayımlanan, özellikle Gezi olaylarından beri yaşananlarla ilgili bizim hükümete verip veriştirdikleri ilanı görünce; “O değil de, Woody Allen nerelerde?” demiş bulundum.
Bu aralar niyeyse, eli kulağındadır, bizim topraklara damlar diye bekliyorum zira. Yok; son yıllarında, Vicky Cristina Barcelona ile Barselona; Midnight in Paris ile Paris; To Rome with Love ile de Roma üzerine çektiği lokum gibi filmlerle, metropol güzellemelerine takmış vaziyette olmasından bahsetmiyorum. Türkiye’ye gelip Zelig 2’yi çekmeye heves edebileceğine dair gaipten bir his var içimde.
Woody Allen’ın 1983 yılında yazıp yönetmekle kalmayıp filme ismini veren başrol karakterini de canlandırdığı, bugün klasik mertebesine ulaşmış ‘mockumentary’ tarzındaki filmi Zelig’i bilirsiniz: Kimin yanındaysa, ona benzeme özelliğine sahip, bukalemun tabiatlı Leonard Zelig’in olağanüstü hikâyesini anlatır.
SEZER VE BAYÜLGEN
Yıllar içinde ‘konjonktür’e bağlı olarak, atıyorum, solculuktan liberalliğe, oradan şavolleyip ulusalcılığa, ordan zıplayıp muhafazakarlığa, Duracell tavşanı gibi ilerleyen figürlere ezelden ebede alışkınız, o durumların ne sanatsal ne ‘bilimsel’ değeri vardır; hatta bu hallerin haber değeri bile yoktur da?..
Gezi olayları başladığından beri yaşananlar, (Şuncacık zamanda böylesi sürat?) takdir edersiniz ki Zelig tadında bir esere konu olmayı ziyadesiyle hak eder. Son günlerde çok çiğnenmiş olabilir ama en harlı ve en bariz örnekler olarak Şafak Sezer ve Okan Bayülgen’in bir ay içindeki tavrına bakmak bile kâfi gelecektir.
Gezi eylemlerinin en harlı olduğu günlerden 1 Haziran’da gece geç saatlerde büyük bir kalabalığın en önünde Barbaros Bulvarı’nı trafiğe tıkayan Şafak Sezer’in geçen hafta katıldığı iftarda “ağabey-kardeş muhabbetiyle” Başbakan’ın elini öpmeye kalkıp, eylemlere katıldığı için özür dilemesi değil salt mesele: Başta, vaziyeti göğsünde yumuşatıp “Ben ağaç kesilmesin diye yürümüştüm; sonradan olaylar değişti” şeklindeki ‘kullanışlı’ nakarata ne güzel de sarmışken, sonradan kesmemiş olabilir diye düşünmüş olacak ki durumu ovalaya sıvalaya ‘temizlemeye’ girişti.
ŞIK DURMUYOR
Öyle bir gayretkeşlik ki Sezer’in komedi tarzıyla Allah için uyumlu: Kalifiye espri aramayacaksınız ama insanın sinirini bozup güldürmeyi başarıyor: “Ben ameliyat olmuştum, bacağım açılsın diye yürüdüm” deyip, ‘fizik terapi’ babında gece eylemine katıldığını iddia edebildi misal... Beyaz TV’ye çıkıp; önce - ‘Başbakan gibi’ - Türk milliyetçisi olduğunu beyan edip, bu arada “Dünyanın en korkak adamıdır ya; ne yapabilir ki o; cesaret hapı mı içti ne?” dediği Memet Ali Alabora’nın ‘insanın namusu’ sayılması gereken devletini dışarıya gammazladığını da eklemeyi ihmal etmeden, aslında herkesin kendi işini yapması gerektiğini, kendisinin salt sanatçı olduğunu söyleyebildi: “Hani, ben Başbakanımızı diş reklamında oynatabilir miyim veya Melih Başkanımız’a diş reklamında oyna, der miyim? Politikacı politika yapıyor, sanatçının da böyle siyasetin içinde, falan filan?...” E, tabii, olacak iş mi yani!?.
Bir gece öncesinde Gezi Parkı’nda kitap okumak için radyo programını iptal edip, tüm olayların en sert tarihlerinden 31 Mayıs’ta medya görevini yerine getirmediği için tepesi atıp ‘haberci’ edasıyla çektiği videonun dumanı YouTube’da tüterken, sosyal medyanın aslında yalan dolan bir mecra olduğunu söyleyen ve Gezi olaylarını, gençlerin havalar güzel olduğu, TV’de doğru düzgün bir program, gidilecek iyi bir film, konser ya da spor aktivitesi olmadığı için sosyalleşme hesabına sokaklara döküldüğü şeklinde toparlayan Okan Bayülgen’i belki de ayrı tutmak lazım.
Zira onun derdi gücü kendiyle; kendi de söylüyor. Nasıl ki 31 Mayıs’ta çektiği videoda, olaylar yerine habire kendi suratını çekmişti; bu da o hesap: Sözlerine gelen eleştirilere cevaben
Twitter hesabında dediği gibi:
“Ben kendi hikâyem şık
duruyor mu ona bakarım!”
Durmuyor be…