Güncelleme Tarihi:
Sadık e-dostlarımdan Sümer Özvatan “Türk okuru nasıl okur?” dedim ya, bana böyle kısa bir cevap vermiş.
Böyle bir cümleyi okuyunca siz neler hissedersiniz?
Ben ters adam olduğum için, apaykırı şeyler düşünürüm.
*
(Çok şanslısınız vallahi, iç ve dış politikadan anlamayan, cahil bir yazarınız olduğu için. Yoksa... şu anda “Erkan Mumcu’nun ‘şok’ istifasının iktidar partisi içindeki hassas dengeleri nasıl etkileyeceği” yahut da “İran’ın Deylem kentindeki nükleer santralin yakınına düşen kaynağı belli olmayan füzeyle Lübnan’ın eski başbakanlarından Hariri’nin hayatına mal olan bombalı süikast arasında Ortadoğu’nun yeni dengeleri” filan gibi bir yazı da okuyor olabilirdiniz, Allah muhafaza etsin!..)
*
Ortaköy Dereboyu Caddesi’ndeki (Demirci Hasan Abi’nin atölyesinin ve Ermeni Kilisesi’nin karşısına düşen) depodayız. Rahmetli Güngör, Temel Dayı ve Ahmet. Çatalca’dan yüklediğimiz bin küsur viyol yumurtayı indirmişiz. Seçmeden önce karnımızı doyurmaya niyetliyiz. (Bu saatlerde Ahmet acıkır, acıkınca da gözü döner!)
En gencimiz Ahmet’e (Başman) düşüyor iş. Yumurta kartonlarının arasında, ters çevrilmiş bir peynir tenekesi masa vazifesi görüyor. Bizler de tahta taburelere çöküyoruz.
Ahmet soruyor:
- Abi kaç yumurta kıralım?
Kıralım dediği zaten kırık veya çatlak yumurtalar yenecek.
- Vallaha ben 2-3 tane yerim, diyor Güngör, adam başı 3 taneden hesapla işte!
Dönüp bana göz kıprıyor, çünkü Ahmet’in bu kadarla doymayacağını biliyoruz. Maşallah bir oturuşta 30 yumurtayı bir somun ekmekle mideye indiriyor, bana mısın demeden.
Ahmet, önce ses etmiyor, sorurtuyor. Derken Temel Dayı giriyor topa:
- Babaniz da uçer tane yumurda yerdi. Dort kişiye dort tane çok bile...
Artık Ahmet dayanamıyor:
- Ben hiç yemiyim o zaman, acıkmamışım!
- Tamam be, şaka yaptık, istediğin kadar kır.
İnsafa geliyor, 30 yumurta kırıyor. Üçer tane bize, yirmi kadar da kendine...
Fırından yeni çıkmış ekmeği bana bana dalıyoruz mis gibi, taze yumurtaya.
Ahmet, Dayı görmeden tencerenin dibine döküntü beyaz peynir de atmış bir avuç...
Serilmiş gazete kağıdının üzerine kesilmiş birkaç kütür domates, salatalık, bir tutam tuz...
Dünyanın en lezzetli yemeği bizim için. Dayı’yı, Ahmet’i kızdırarak eğlenip, karnımızı doyuruyoruz.
- Şimdi bir kazandibi olacaktı ki, diyor Güngör.
Ayaklarını sürterek kalkıyor Temel Dayı:
- Babaniz da kazandibi yerdi. Hele ben size bir demlik çay haşlayayım da...
Paris’teki Tour d’Argent’a değişmem inanın!
Ama bu yaşta, hâlâ, Tour d’Argent’da bir ‘Omelette de truffes’ (Domalanlı omlet) yeme ümidim var da...
Yukarıda anlattığım ziyafetin tekrarı yok ne yazık ki!
O günler geride kaldı. Güngör öldü gitti. Temel Dayı Trabizon’a dondi. Ahmet nerelerde kim bilir...
Biz de, Dayı’nın dediği gibi, ‘sosyetik’ olduk!
‘Tükân’da kırdığımız yumurtalar, ekmek bandığımız patlıcanlı, biberli, patatesli, domatesli türlüler; Trakya’da, Çerkez kızlarından aldığımız, buz gibi çeşme suyunda yıkayıp, tuza bana bana, kütür kütür yediğimiz salatalıklar; ara sıra, Temel Dayı’yla bir hovardalık yapıp (‘Bok canina be, yiyelim anasini satim, ha bugün variz yarin yokiz uşaam!’) kamyonu kapısına çektiğimiz, Haramidere yokuşundaki ‘Gosovo’ et lokantası...
Haklıymışsın be Dayı, dün vardık, bugün yokuz, anasını satayım!