Oluşturulma Tarihi: Ağustos 31, 2003 00:00
Herkes hatırlanmak ister.Ölüler daha fazla.Söylediler bunu bana.İster inan, ister inanma.Onlar için ‘‘Öldüm. Artık n'olursa olsun!’’ yok.Daha da ötesi. Daha da derini.Her gün bir kez geçir aklından kaybettiklerini...Ne kaybedersin ki?Ölüler hatırlanmak ister.*Sarhoş bir geceydi.Acayip duygulu, duyarlı ve hassastım.Az önce okuduğunuz ilkokul 5 şiiri çıkıverdi kalemimden.E kolay mı? Mevzu ölü ve ölüler olunca, insan haliyle daha bir hassaslaşıyor, işi, kendini şair zannetmeye kadar vardırabiliyor!Ama yemin ederim suçlusu ablam.O bana domates, elma, dedem ve ölüler üzerine tuhaf bir öykü anlattı.O yatağına girdi, huzur içinde uyudu, kafayı yiyen ben oldum...*Bir süredir ablam İstanbul'da.Geziyoruz tozuyoruz onunla. Uzun uzun sohbet ediyoruz. Paylaştıkça çoğalıyoruz, konuştukça yakınlaşıyoruz. Çok acayip bir şey aslında kardeş olmak. Düşmanlık da barındırıyor içinde. Özellikle aynı cinssen. Sevgi ile nefret arasında gidip gelen bir çizgi.Biz de yıllarca didiştik ablamla.Çünkü ikimizin hayatı da farklıydı, birimizde olmayan, diğerinde vardı. Bir bütünün iki farklı yarısıydık sanki. Yani artılarımızla eksilerimizle topla bizi, ikiye böl, anca bir kadın bulursun. Doğru kadın olup olmayacağı da şüpheli! Gereken şudur: Bana bir miktar olgunluk, ona bir miktar çılgınlık. Ona daha fazla cesaret, bana biraz mantık. Benim mesela, biraz daha korkak ama biraz daha aklı başında biri olmaya hiç itirazım olmazdı. Ben her şeyi bodoslama yapan biriyim, o da gereğinden fazla temkinli. Ama onun tuzu kuru tabii, iki çocuk doğurmuş olmasına rağmen, bedeninden alınacak bir dirhem bile fazlalık yok. Ben öyle miyim? Bir kız kardeş, fıstık gibi ablasını kıskanmayabilir mi? Bu mümkün mü?Haliyle hayat boyu kendimi onunla kıyasladım.Ve hep onun leyhine karar verdim.Allahtan zamanında ayrı şehirlerde yaşamaya başladık. Onunla birlikte büyümüş olsam, mazallah gölgesinde kalır, ancak güdük bir bitki olarak yaşayabilirdim. Fikirlerimizin çakıştığı nadirdi. Neredeyse her konuda farklı düşünürdük. Ama yıllar geçince birbirimizi daha iyi tanımaya ve anlamaya başladık. Daha çok ortak noktamız oldu.Onun küçük kızı, saç takıntısı var da, saçımı parmaklarına dolayıp, koklarken diyor ki: ‘‘Tıpkı annem gibi kokuyorsun!’’İşte benim için birinci dereceden kanıt. Kardeşlik böyle bir şey. Genetik bir kokun oluyor. Sen istesen de istemesen de, kabul etsen de etmesen de bir dolu şeyin benziyor. Aynı anne babadan doğmuş kaç kişi var ki yeryüzünde? Bir şekilde aynı rahimden çıkmış olmak da beni büyülüyor. Hayatla tanıştığın yer aynı. Daha doğmadan bir başkasıyla ortak bir anın oluyor, ne tuhaf! Onun küçücük parmakları da aynı duvarlara değdi. Demek istiyorum ki, çok özel bir şey kardeşlik. Arkadaşlığın, dostluğun ötesinde bir şey gelişiyor. Ablamın dedesiyle, (benim de dedem oluyor!) yaşadığı şey, haliyle onun kadar beni de etkiliyor...*- Yayladayız. Salata hazırlıyorum. Elimde domatesler doğramaya çalışıyorum. Bir ses, arkamdan fısıldıyor: ‘‘Kabuklarını çizersen daha kolay soyarsın kızım!’’ Dedemin sesi bu. O konuşuyor. Etrafa bakıyorum. Mutfakta yalnızım. Elimde domatesler öylece kalakalıyorum. Dedem öleli 14 yıl olmuş. Bu da nereden çıktı diye düşünüyorum. O ses nereden geldi de benim kulağıma girdi? Ama dediğini yapıyorum, o domatesleri soymadan önce çiziyorum. Bir taraftan da dua ediyorum. Düşünmeyeli epey zaman olmuş. Anlaşılan kendisini bana hatırlatmak istedi...Diyor ablam.Ve biz iki kardeş Aşşk Cafe'de, limonata gibi güzel bir havada, dedemi konuşmaya başlıyoruz. Dedem Nevzat Arman bir derya. Konuş konuş bitmiyor. Kibrit kutusu öyküsüne gelince, ikimizin de gözleri doluyor. Kalp krizinden öldüğünde yatağının kenarındaki komodinde onlarca boş kibrit kutusu bulundu. Meğer, haftanın belirli günleri apartmanın altına yardıma muhtaç biri gelir, orada öyle beklermiş. Zili çaldığında dedem onun geldiğini anlar, boş kibrit kutusuna kağıt parayı yerleştirip ikinci kattan aşağıya atarmış. Hem onu mahcup etmemek için, hem de kolay bulsun diye...Yaşarken kimseye yük olmadığı gibi, ölümde de kimseye ağırlık vermemek için, mezar yerini satın almış, kazdırmış, mermerini yaptırmış, taşını bile diktirmiş bir adam o. Bir ölmesi kalmış. Aşşk Cafe'de bunları konuşuyoruz iki kardeş. Derken ablamın domates öyküsü, elmalara bağlanıyor:- Yayladan ayrılıyoruz. Konya yoluna düşüyoruz. Uzuuun, dümdüz bir yol. Git Allah git bitmez. Arabayı Kazım kullanıyor, çocuklar arkada uyuyor. Baktım, onun da uykusu geldi. ‘‘Benzincide yer değiştirelim’’ diyorum, ‘‘Biraz da ben kullanayım.’’ Geçiyorum direksiyonun başına. Aaa birazdan koca da uyuyor! Bir ben uyanığım. Bir süre sonra benim de gözlerim ağırlaşmaya, giderek kapanmaya başlıyor. Allahım, direnmesi o kadar zor bir duygu ki, dümdüz yolda uyku insanı öyle bir çağırıyor ki... Derken o sesi duyuyorum: ‘‘Kızım, elma yersen, uykun açılır!’’ Yine dedemin sesi! Daha önce Ankara'da üniversitede okurken böyle bir şeyin gerçeğini yaşamıştım. Birlikte seyahat ediyorduk ve o bana bir elma uzatıp bu lafları etmişti. Resmen aynı ses bana elma ye kızım diyor! Arabada elma ne arar derken vites kolunun yanında 2 tane kırmızı elma görüyorum. Bir tanesini hart diye ısırıyorum. Gerçekten uykum açılıyor ama o elmaların oraya nereden nasıl geldiğini asla bulamıyorum...*Önce benim...Sonra sizin zannettiğiniz gibi... O elmalar gökten inmedi.Gönderen Nevzat dedem de değildi.Daha önce durdukları benzin istasyonunda pompacı çocuk, iki yeğenime iki elma armağan etmiş. Onlar da yemedikleri için vites kolunun yanına koymuşlar. Elmalar, domatesler netice olarak sadece birer bitki. Ya da bizim öykümüzde olduğu gibi birer bahane. Olayın aslı şudur: Ölüler hatırlanmak ister. Bu pazar siz de öyle yapın, ölülerinizi hatırlayın. Mezarlığa gitmenize de gerek yok. Şu anda, şimdi onlar için dua edin...
button