Güncelleme Tarihi:
Tarsus’ta ortaokulda okurken âşık olduğu kızın yüzünü çakı ile okulun bahçe duvarlarındaki taşa kazıyan Mehmet Aksoy’un heykel sanatına gönül vermesi, 1960’ta İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Resim Bölümü’ne girdiği yıl Sadi Çalık’ın verdiği heykel dersleriyle başlamış.
Akademiyi bitirdikten sonra kısa bir asistanlık döneminin ardından kazandığı devlet bursuyla 1970 yılında Londra’ya giden Aksoy, o sırada İngiltere’de popüler olan “kavramsal sanat”ı kendine yakın hissedemez ve Berlin’e geçer. Hochschule der Kunste’de yüksek lisans yapar. 1978’de tekrar İstanbul’a döner ve akademide öğretim görevlisi olur; ama 12 Eylül 1980 sonrası tekrar Berlin’e dönüş yapmak zorunda kalır.
KÜBA’DA NÂZIM HEYKELİ
Bu dönemde Almanya’nın en önemli heykeltıraşları arasına girer. Berlin Kranoldplatz’daki “Buluttan Sevgililer”, Kreuzberg’deki “İş Göççüleri” ve Postdam’daki “Asker Kaçağı” heykellerini yapar. 1989’da 2. İstanbul Bienali’ne Aya İrini’deki “Şahmeran Masalları” projesiyle katılır. 1991’de Sedat Simavi Plastik Sanatlar Ödülü’ne layık görülür. Ama Ankara’ya yaptığı bir heykel, Melih Gökçek’in tükürüklerine maruz kalmaktan kurtulamaz. 1995’te İMKB binasının önüne Ayı-Boğa, 2001’de de İş Bankası Kuleleri’nin avlusuna Kybele Çeşmesi heykeli yerleştirilir. 15 Ocak 2010’da da Nâzım Hikmet’in 108. yılı onuruna yaptığı heykel, Küba’nın başkenti Havana’da Şairler Parkı’na konur.
45 yılı aşkın süredir yapıtlarında genellikle insan hallerine ve toplumsal sorunlara gönderme yapan sanatçının bu sergisinde mermer, taş ve bronzdan kadın figürleri ağırlıklı 30 heykeli yer alıyor.
TAŞLARIN ARİSTOKRATI MERMER
Aksoy en fazla “Karakterime çok uygun, kendini vermeyi sevmez, devamlı sürprizler sunar” dediği mermeri işlemeyi seviyor. Taşların aristokratı dediği mermeri seçmesinin arkasındaki en büyük nedenlerden biri de ışığın her tonunu mermer üstünde görebilmek. Kütleyi dıştan içe doğru çalışırken ortaya çıkan tesadüfleri yakalamak da ona heyecan veriyor.
Mehmet Aksoy, bir mermer cenneti olan Türkiye’de geçmişten bugüne mermer işçiliğinin en iyisi yapıldığı, inanılmaz yetenekli ustalar yetiştiği, taş işlemeciliğinin şahikalarına varıldığı halde bunun heykele dönüşmemesinin büyük kayıp olduğunu düşünüyor. Mısır, Asur, Hint, Maya ve Afrika sanatı üzerine araştırmalar yapan Aksoy, yıllar içinde hem en ilkel hem en modern teknikleri öğrenmiş ama mermeri geleneksel usullerle yontmayı seviyor.
İtalyanlar Aksoy’u mermeri yontarken gördüklerinde çok şaşırmışlar. Bugün Avrupa’da birçok ülkede mermeri yontarken makine kullanılsa da o, yeknesak makinelerle duyguyu yakalamanın mümkün olmayacağına inanıyor.
AKSOY’UN KADINLARI
Sergide en dikkati çeken çalışmaların başında, “Kayıp Anaları” geliyor. Aksoy, Türkiye’de de 80’li, 90’lı yıllarda bol bol yaşadığımız kayıplar insanlık vicdanındaki en derin yaralardan biridir. Bir annenin evladından hiç haber alamadan senelerse dönüşünü beklemesi, ölüp ölmediğini bilmemesinden daha acı ne olabilir” diyor. Dünyanın en trajik olaylarından biridir diye nitelediği kayıp analarından yola çıkarak içinde ölüm sessizliğinde boşluk olan kadınlar yapmış.
Yıllar boyu bir örgüyü örüp söküp tekrar yapan Ulysess’in karısı Penelope’den esinlendiği “Bekleyen Kadın” ise bağlılık ve umuda gönderme yapıyor. Çıkış noktası farklı olsa da heykel günümüzde bir balıkçı ya da asker karısı da olarak da yorumlanabilir. Kibele Sanat Galerisi’nde 2002 yılında açılan Mehmet Aksoy retrospektif sergisinde ilk kez karşılaştığımız doğurganlığı, bereketi simgeleyen Kibeleler bu sergide de var.
Sanat metaforiktir
Mehmet Aksoy günümüzde çokça kullanılan güncel sanat kavramını sevmiyor. Günümüz sanatında sözden fazla destek alındığını, her şeyin düz anlamlı olmaya başladığını, metaforik anlatımın göz ardı edildiğini düşünüyor. Onun anlayışına göre, “Beş sayfa yazıp, yanına bir şey konduranlara güncel sanatçı denebilir ama eğer bir heykel yapıyorsanız, sanat dili formdur, eğer resimse yaptığınız diliniz renktir, müzikse notadır”.
Sanat ötekileştirildi
Aksoy’a göre sanatın disiplinler arası olması ve moda gibi devamlı değişmesi, söze dayanması, sanatı anlamaya çalışan insanları uzaklaştırıyor. Aksoy, “Artık insanlar sergilere gitmez oldu. Sanat ötekileştirildi. Bienallerle anti sanat yapıldı. Bienaller tabii ki olmalı ama gerçekten sanat değeri olan yapıtlar seçilmeli. Akademide okuyan, resim heykel yapan çocukların kafaları karıştı. Bu duruma ben 70’lerde düştüm. İngiltere’deydim o yıllarda ‘Heykel buysa ben heykeltıraş değilim, bırakıyorum’ dedim. Ama form, resim bitmez. İnsanda mekân, dokunma duygusu olduğu sürece heykel bitmez” diyor.