Güncelleme Tarihi:
Mehmet Ali Erbil'in çocukluğu, magazin dergilerinde çarşaf çarşaf yayınlanan çapkınlık hikayelerinden daha ilginç. En azından daha az yazılıyor, dolayısıyla az biliniyor. Erbil, oyuncu Sadettin Erbil'in ikinci oğlu. Bir de ağabeyi var, adı Mustafa. Çocukluğuna ilişkin hatırladığı ilk net fotoğraf, dört yaşında annesi ve ağabeyiyle birlikte bir taksiye binip, Yeniköy'deki babaevinden, Sarıyer'deki dede evine gidişi. Çocuk gözü üç katlı evi kocaman görmüş. Yıllar sonra yeniden gittiğinde, kibrit kutusu gibi bir kulübe ile karşılaşınca çok şaşırmış: ‘‘Ev o kadar büyük gelirdi ki, geceleri korkardık. Üçümüz aynı yatakta yatıp annemin okuduğu duaları tekrarlayarak uyumaya çalışırdık.’’ Mutlu bir çocukluk yaşamadığını söylerken hiç duraksamıyor. Hayatında, aldığı Osmanlı terbiyesi gereği oğlunu kucağına alıp sevemeyen bir baba, çocukları ile ikinci kocası arasında kalan bir anne, kendini ailesiz hissetmesine neden olan üvey anneler ve babalar var.
TİYATRODA KALSAYDI?
Annesi Sadettin Bey'den sonra bir subayla evlenir. Bu yüzden, Mehmet Ali'nin İstanbul'da başlayan ortaokul hayatı, Balıkesir'de devam eder, Ankara'da biter. 14 yaşına ve lise çağına geldiğinde, üvey baba yanında daha fazla kalamayacağı anlaşılır. Ve yatılı okul formülünde karar kılınır: ‘‘Benim tiyatrocu olmak gibi bir niyetim hiç yoktu. Aslında hariciyeci olmak istiyordum. Ama aile beni yatılı okula göndermeye kararlıydı. Bu yüzden ağabeyimle birlikte konservatuar sınavlarına girdik. Ben kazandım, o kazanamadı. Tiyatro böyle başladı.’’ Mehmet Ali okulun fırlama, rahat, parlak öğrencilerinden biridir. 16 yaşında hocası Cüneyt Gökçer tarafından Küheylan oyunun başrolüne seçilir. Ruhsal sorunları olan bir genci canlandırdığı karakterle ödül aldığında daha 17 yaşındadır. Okuldan mezun olunca, Ankara Devlet Tiyatrosu'na girer. Birkaç sene çalıştığı bu kurumda Allah vergisi fırlamalığı yüzünden sık sık maaş kesme cezasına çarptırılır. 21 yaşına geldiğinde hayatının akışını değiştirecek bir karar vermek zorunda kalır. Ya Ankara'da kalıp tiyatro oyunculuğuna devam edecek ya da İstanbul'dan aldığı müzikal tekliflerini değerlendirecektir. İkincisini yapar ve bugünkü Mehmet Ali Erbil portresi yavaş yavaş şekillenir. ‘‘Memurluktan bir ayda kazandığım parayı, müzikallerden bir gecede alıyordum. Hiçbir zaman idealist olmadım. Zaten benim yaptığım her işte teatral bir tat oluyor. Ne yani, aç mı kalsaydım!’’ Bunlar, şov dünyasını tiyatroya tercih edişini açıklarken kullandığı gerekçeler. Yine de insan merak ediyor; Mehmet Ali Erbil tiyatroda kalsaydı, enerjisini, zekasını ve yeteneğini yalnızca sahnede kullansaydı nasıl bir yere gelirdi? Bu sorunun cevabı yok. Yine de onu Küheylan'da izleyenler bu soruyu sormaktan ve keşke demekten vazgeçmiyor.
HERŞEYİ İŞİMDE BULUYORUM
Erbil ilk evliliğini Devlet Tiyatroları'ndan istifa ettiği 20'li yaşlarının başında Muhsine Kamiloğlu ile yapar. Sezin adlı kızı bu evlilikten. Sezin, şimdi bunları okuyup kızar mı, yoksa gülüp geçer mi bilmiyoruz, ama babası onu bebekliğinde o kadar çirkin bulurmuş ki, yüzüne bakamazmış. İkinci karısı eski mankenlerden Nergis Kumbasar. Yedi yıl süren bu evlilikten de Yasemin adında bir kızı var. Şimdi kız babası olarak pişmandır herhalde, ama kızları çok küçükken keşfettiğini söylüyor: ‘‘Güzellik mi, çirkinlik mi, diye bir oyun oynardık. Çirkinlik deyince herkes çirkin olmaya çalışır, ağzını yüzünü yamulturdu. Güzellik deyince güzel olunurdu, kızlar gülümser hafifçe eteklerini kaldırır, şuh pozlar verirdi. Bu oyunu çok oynardık. Sonra işi ilerlettik, kızlarla güreş yapmaya başladık. Çok küçük yaşlardan beri kızların peşinde koşuyorum.’’
Kimin omuzunda ağlıyorsunuz sorusuna, ‘‘sevgililerim’’ diye cevap veriyor. Omuzların sayısı arttıkça etkisi azalsa da şimdilik yapacak birşey yokmuş. Aslında hem kadınların, hem de işlerin peşinde koşturmaktan o da yorulmuş. Ama yoğun temponun azalmasını hiç istemiyor, çünkü sevgiyi, sıcaklığı, huzuru işinde bulduğunu söylüyor. Bu yüzden dizi, reklam, Çarkıfelek, ekstralar derken stand-up gösterilerine başladı. 17 yıl sonra ilk kez tiyatro adına bir şey yaptığı için hem heyecanlı hem de mutlu: ‘‘Çok heyecanlandım. Bir kere kısa bir sürede hazırlandık. Sahnede çok rahatımdır, bunu hissediyorum. Ama bu farklı. Orada insanlar senden iki saat bir şeyler bekliyor. Bunca yılın birikimiyle onları tatmin edemezsem diye korktum. Kendimi tatmin edemezsem diye korktum. Yine de sonuçtan memnunum.’’ Biraz canı tiyatro çekti, biraz trendi izledi ve sahneye çıktı. Kendi deyimiyle ‘‘uyuzunu kaşıdı’’. Sahne için ‘‘özlemişim’’ diyor. Şimdi seyirciyle karşı karşıya. Belki Küheylan'daki Mehmet Ali'yi özleyenlerin iç çekişlerini duyuyordur!
Hastayım üstüme gelmeyin
Amerikalı aktör Michael Douglas'ın sekse olan düşünkünlüğü dillere düşünce, hiperseksüelitenin adı ‘‘Douglas hastalığı’’na çıkmıştı. Şimdi daha popüler bir ismi var: ‘‘Clinton hastalığı’’. Acaba Mehmet Ali Erbil Clinton hastalığına tutulmuş olabilir mi? ‘‘Doktorum, kadınlara olan aşırı ilgimi depresyona bağladı. Üstelik çapkınlığın zeka belirtisi olduğunu söyledi. Kolay mı yirmibeş kadını birden idare etmek!’’ Mehmet Ali Bey kısaca, ‘‘hastayım, üstüme gelmeyin’’ diyor. Gelmiş geçmiş olsun, şimdi iyi misiniz peki diye sorunca da hain hain gülüyor: ‘‘Bu doktorumla benim aramda bir sır. Ağzımdan laf alamazsınız!’’