Oluşturulma Tarihi: Ocak 25, 2005 00:00
Fransız sinemasının genç kuşak yönetmenlerinden Jerome Bonnell'in 25 yaşındayken çektiği Olga'nın Topuzu, ülkemizde de gösterime girecek. Aslına bakılırsa Bonnel'in sinemacı olmasına şaşınmamak gerekir. Çünkü, genç yönetmenin babası Canal+’da çalışıyor. Bir dönem de Fransız Devlet Televizyonu’nda sinema bölümünün sorumlusuydu. Annesi de CNC'de (Ulusal Sinema Merkezi) çalışıyor. Bonnel çocukluğundan bu yana sürekli olarak sinemaya gidermiş. Klasikler de dahil kaçırdığı
film hemen hemen yok gibi. - “Olga’nın Topuzu”nu çekme fikri nasıl doğdu?- Çocukluğumdan beri hep film çekme hayali kuruyordum. Liseyi bitirdikten sonra, bir takım filmlerde stajyer olarak çalıştım. Bir yandan da Saint Denis Üniversitesi’nde sinema eğitimine başladım. İlk kısa filmimi çekme fırsatı doğar doğmaz da iki yıllık diplomamı alıp okulu bıraktım. Elime iyi bir fırsat geçmişti, projenin maliyeti de yüksek değildi ve bir günde çekmiştim. İlk kısa filmimden sonra yine küçük bütçeli iki tane daha kısa film çektim. Bunların da çekimleri iki günü geçmemişti. Senaryolarımı bu koşullar altında yazıyordum, belki de bu yüzden çok hızlı bir ilerleme kaydettim. Sonra da “Olga’nın Topuzu”nun yapımcısı Joël Farges ile tanıştım. Kısa filmlerimi çok beğendi. Ben de ona daha son haline bile getirmediğim “Olga’nın Topuzu” filminin senaryosunu verdim. Bana güven duydu.- Filmin esin kaynağı neydi?- Kesin bir şey söylemem zor, burası biraz gizemli. Başlangıçta nasıl bir öykü anlatacağımı ben de bilmiyordum. Kafamdaki ilk şey, çocukluktan beri çok yakın arkadaş olan ve birlikte büyümüş bir erkek ve kızdı. Bunun üzerinde düşünürken, birden kafamda Charlie Chaplin’in “SİRK” filmi canlandı. Sonra da mahrumiyet üzerine düşünmeye başladım. Birdenbire bu öyküyü anlatma istediği doğdu, ne kadar kişisel bir şey olduğunu fark etmeksizin. İnsanların düşündüğünün tam aksine, konuyu siz bulmazsınız, o sizi bulur. Bununla birlikte, iki kısa filmimde çalıştığım Nathalie Boutefeu ile de yeni bir filmde çalışma isteği de etkili oldu.- Bir çok eleştirmen filminizi Eric Rohmer’in filmi “Claire’nin Dizi” ile karşılaştırdı ve tarzınızın ona çok benzediğini söyledi. - Eric Rohmer sevdiğim bir yönetmen ama çok filmini izlemedim. Tarz olarak onun filmine benzettiler ama ben çok benzerlik olduğunu sanmıyorum. Ahlaki olmasından çok gerçekçi bir öykü anlattığımı düşünüyorum. - Filmin konusu biraz karanlık gibi görünse de sıcacık ve aydınlık bir film...- Acı çeken insanlar kendilerini sürekli kötü hissetmezler. Acıları günlük yaşamlarının bir parçası haline gelse de, yaşamlarında gülünç şeyler de olur. Truffaut ve Renoir gibi çok sevdiğim yönetmenlerin filmlerinde de bu tarz şeyleri sık sık görürüz.- Filmde oyuncuların sanatın değişik dallarıyla ilgilendiğini görüyoruz. Baba çocuk kitapları yazıyor, Julien piyano çalıyor, Alice dans ediyor ve küçük Basile de sessiz sinemaya bayılıyor. Sanatın diğer dallarına olan ilginiz nedir? - Filmde oyuncuların yaşamları ve hayata bakışlarıyla ilgili ipuçları vermeye çalıştım. Bunu yaparken de sinemanın diğer sanatların bir bileşimi olduğu fikrini vurgulama gibi bir niyetim yoktu. Aslına bakarsanız bunu daha önce hiç düşünmemiştim. Amatör olarak piyano çalışıyorum. Sessiz sinemayı da çok seviyorum. Sessiz filmlerin bugün bile evrensel duyguları çok daha iyi yansıttığını düşünüyorum. Edebiyat ise hayatımın bir parçası. Ama dans etme fikri Nathalie Boutefeu ile senaryo üzerinde çalışırken çıktı. Bunun için çekimlerden önce dersler aldı.
button