Güncelleme Tarihi:
Banu TUNA
Ebeler, doğum ortamını erkekleştirdiklerini iddia ediyor. Üstelik canlı doğum tecrübesi sonrası travmatize olup karısıyla sevişemeyenler de var.
· Karşı tezleri gözden geçirelim; romantik olduğunu söyleyebilirsiniz. Peki sormak isterim, bu bir romans sahnesi midir?
Siz acı içinde kıvranmaktasınız. Sezaryen söz konusuysa karnı boydan boya yarılmış halde yatmaktasınız. Sağda solda, sizin ve bebeğin kalp atışlarını gösteren cihazlar biplemekte. Ortalıkta doktor ve hemşireler işini yapmakta. Kocanız da bu romantik (!) tecrübe sırasında elinizi tutmakla meşgul. Ki, çoğu elinde kamerayla objektifine takılan her şeyi belgeleme telaşında oluyor.
Ya da diyebilirsiniz ki, hamilelik iki kişilik bir süreç, o da destek olmak için yanımda. Pardon ama nasıl?
Sizin içinde bulunduğunuz durumu tam olarak anlaması mümkün değil. Medikal anlamda bir yardım söz konusu bile olamaz. Çektiğiniz ıstırabı bilemez. Anladığını iddia etmeye kalkarsa, o acıyla elini değil boğazını sıkmak an meselesi.
Sanırım hâlâ itiraz ediyorsunuz. Evet, ben taş kalpliyim. Fakat elimde tezimi destekleyen belgeler var.
Uzunca bir süredir, özellikle okumuş yazmış, şehirli, paylaşımcı, modern görüşlü erkeklerin eşleriyle birlikte doğuma girmesi, elde var bir. Olmazsa olmaz gibi bir şey yani.
Pek çok kitap da bunu tavsiye ediyor: Hayatınızın bu en muhteşem tecrübesinde karınızı yalnız bırakmayın.
Babalığa adım atmayı kolaylaştırdığını, bebekle baba arasında ilk bağın doğumhanede kurulduğunu iddia edenler var.
Erkeklerin içinden gerçekte ne geçtiğini bilmiyoruz. Fakat pek çoğu üzerlerine düşen bu yeni vazifeyi yerine getirmeye çalışıyor.
Taş kalpli olmakla suçlayabilirsiniz, fakat şahsen, eşiyle birlikte doğuma giren koca fenomenini gereksiz, hatta münasebetsiz buluyorum.
· Fransız Michel Odent, dünyanın en ünlü kadın doğum uzmanlarından biri.
Suda doğumun mucitlerinden, Londra’daki Primal Health Research Centre’ın kurucusu, 21 dile çevrilmiş 11 kitabı var.
Sanırım güvenilirliği konusunda yeterince veri sağlamış bulunuyorum size.
Kendisi geçen ay Manchester’da düzenlenen, ebelerin katıldığı yıllık bir konferansta, erkeklerin iştirak ettiği doğumların daha sancılı, sorunlu ve uzun geçtiğini iddia etti.
Ona göre doğumdaki eş, kocasının gerginliğini hissediyor ve bu gerginlik kadına da geçiyor. Odent bu nedenle, doğumda anne adayının mümkün olduğunca yalnız olmasını, kendisine bir ebenin yardım etmesinin yeterli olduğunu savunuyor.
İngiliz The Observer gazetesine verdiği röportajda, 50 yıllık kariyerinde bugüne kadar Fransa, İngiltere ve Afrika’da pek çok doğuma katıldığını, doğum için en ideal ortamın anne adayı ile kendini fazla hissettirmeyen ama işinin ehli bir ebeden oluşması gerektiğini söylemiş.
Koca yok, erkek doktor yok.
Böyle olduğunda doğumun daha rahat ve hızlı gerçekleştiğini, erkekler işin içine karıştığında durumun değiştiğini iddia ediyor.
Kocası yanında olan kadının vücudu adrenalin salgılıyor. Bu da gerilmesine neden oluyor. Oysa doğum sırasında ihtiyaç duyulan hormon oksitosin. Fakat adrenalin nedeniyle, kasılmalar için hayati önem taşıyan oksitosin salgılanışı yavaşlıyor.
Kendisi bu durum için bir de tanım bulmuş: Doğum ortamının erkekleştirilmesi.
· Bir kadın sitesinde, uzun zamandır süregelen tartışmaya rastlıyorum.
Doğumdan sonra değişen seks hayatlarını masaya yatırmışlar. Doğuma giren kocaların travmatize olduğunu, uzun süre kendine gelemediğini söylüyorlar.
Birinin kocası, dünyaya gelmekte olan bebeği gördüğünde “Yaratık” filmini hatırladığını itiraf etmiş. Tartışmaya katılan erkeklerin bir bölümü, doğumdan sonra eşlerine aynı gözle bakamadıklarını yazmış. Kimi o odada olmayı hiç istememiş, ama duyarsız ve bencil olmakla suçlanmaktan korkmuş.
Bırakın bebekle bağ kurmayı, doğum sırasında karısına çektirdiği acı nedeniyle bebeğini sevmekte zorlanan babaların anlattıkları var.
İngiltere’deki The Royal College Of Midwives (Kraliyet Ebelik Okulu olarak çevirebiliriz) bundan üç sene evvel bir araştırma yapmış. Katılan kadınların yüzde 38’i doğumda kocalarını istemediklerini beyan etmiş. Her 10 kocadan dördü de doğum esnasında kendilerini lüzumsuz hissettiklerini söylemiş.
Dünyada durum böyle. Doğumhanedeki erkek, eskisi kadar tezahüratla karşılanmıyor, en azından varlığı sorgulanıyor, avantajları ve dezavantajları tartışılıyor.
Bizde zaten ABD’deki gibi yüzde 90’lara varan bir oran yok.
Sonuçta bu elbette çiftlerin birlikte alacağı bir karar. Ama gerçekten “birlikte”. Bir kadın kocasının olmadığı yerde kendini savunmasız, güvensiz hissederek daha fazla gerilebilir.
Bir erkek de, ortak bir tecrübeye dahil edilmediği için kendini dışlanmış hissedebilir.
Bense tekrar ediyorum: Erkeklerin doğumhanede ne işi var?