Güncelleme Tarihi:
“Takiye: Allah’ın Yolunda”yı gösterime girmeden önce izleme fırsatı buldum, çok başarılı bir yapıma imza atmışsınız. Sohbetimize filmin konusundan bahsederek başlayalım dilerseniz...
- Erhan Emre’nin canlandırdığı Metin karakteri, Avrupa’da çok yaygın olan ıslami yatırım şirketlerinden JıMPA’ya tüm parasını yatırıyor ve hatta yakın çevresini de paralarını yatırmaları için ikna ediyor. Ancak şirket paraları topladıktan sonra iflas ediyor ve yöneticileri ortadan yok oluyor. Para yatıran birçok kişi Metin’den hesap sorarken, Metin de bu işleri çözmek için uğraşıyor. Bu sırada kayınpederinin gerçek bağlantılarını öğrenmeye başlıyor ve bu hesaplaşma yüzünden zaman içinde ailesi dağılıyor. Burada önemli olan, gerçekten inanmış bir ailenin çöküşü.
Bu filmde oynamayı neden kabul ettiniz?
- Kadir Sözen senaryoyu yazdıktan sonra bana da gönderdi. Hem Türkiye’de hem de dünyada kökten dincilikten tutun da dini sömürülere kadar birçok konuda açıklayıcı bir iş olmuştu. Çok beğendim ve Hüseyin rolünü oynamayı kabul ettim.
BEN KENDİMİ İZLEMİYORUM
Hüseyin hem işadamı hem de İslami Halk Birliği’nin başkanı. Rol biraz ters köşe değil miydi?
- Öncelikle bana ters bir roldü. Ama öyle güzel bir karakter derinliği vardı ki, olumsuz bir karakteri bile oynamanın benim açımdan önemli olacağını düşündüm. Bunun da kararımı vermemde büyük etkisi oldu.
Bu role kendinizden ne kattınız diye sorsam?
- Örneği Türkiye ve yurtdışında çok olduğundan bir şey katmama gerek kalmadı.
Ben aslında İslami konulara daha fazla yoğunlaşan bir film bekliyordum...
- Henüz filmi izlemedim, galada izleyeceğim. Ben doğru film olduğu kanaatindeyim.
Film çekilirken monitörden de mi bakmadınız?
- Kendime bakamıyorum ben eskiden bu yana.
Neden?
- Kötü oynamışsam sinirleniyorum çünkü.
FAHRİYE VE ERHAN ROLLERİNE YAKIŞTI
Daha önce Atatürk’ü canlandırmıştınız, sizce bu rol yüzünden tepki çeker misiniz?
- Mustafa Kemal’i oynamış olabilirim ama hayatta farklı roller de var. Yoksa ansiklopedik karakterleri oynamak zorunda kalırsınız, ki bu da tekdüze bir iş olur.
Köln’de Hollandalı yönetmen Ben Verbong ile çalıştınız. Set ortamı nasıldı?
- Çok uygardı. Yönetmenimiz ve görüntü yönetmenimiz gerçekten çok iyiydi. Işık ekibi tamamen Türk’tü. Güzel bir setti. Zaman zaman çekimlere ara verildi, üç-dört aya yayıldı. Gidip gelmeler oldu. Günde sekiz saatten fazla çalışamıyorduk oranın yasalarına göre.
Genç oyuncuları nasıl buldunuz? Erhan Emre’yi, Fahriye Evcen’i?
- Çok yakıştılar rollerine. Almanca da biliyorlardı. Özellikle Alman oyuncular tiyatro kökenliydi. Ortaya çok güzel bir iş çıktığına eminim.
YEŞİLÇAM DÖNEMİNDEN KAÇ KÜLT ESER KALMIŞ?
Gişe beklentiniz nedir?
- Nasıl bir seyirciyle buluşur, onu bilemiyorum. Çünkü seyircimizin beğenisini ve değer yargısını çözmüş değilim. Ama dileğim seyirciyle buluşması. Bu dram izleyenlerde birtakım soru işaretleri yaratacak. Kendileri bu tarz tuzağa düşmese de konu hakkında düşünmelerini sağlayacak... Gişe filmleri, teknik filmler olarak ayırt etmiyorum, her filmin bir sözü olmalı. Keşke söyleyecek sözü olan filmler de geniş kitlelerle buluşsa. Mesela Semih Kaplanoğlu’nun “Bal”ı çok güzel bir film ama Kaplanoğlu “100 bin kişi gelse, bir sonraki filmimi yapacağım” diyor. Berlin’de kaç sene sonra Altın Ayı alıyor ama “Bu kadarı yeter” diyor. Uzun vadede onların filmleri popüler filmlerden fazla kitapta Türk sinemasını temsil edecek.
Ah şu Yeşilçam geri gelse diyor musunuz?
- Hayır. Çok güzel bir sektör varmış, güzel işler de yapılmış ama o dönemden günümüze kaç tane kült eser kalmış? Böyle deyince kızacaklar ama gerçek bu.
Son olarak yine çok başarılı olmuş bir işi soracağım; “Avrupa Yakası”nı... O diziyi, set ortamını özlüyor musunuz?
- “Avrupa Yakası”nda birbirimizi çok severek çalıştık. Ama Gazanfer Özcan’ı kaybetmek bizi hırpaladı, çünkü çok farklı bir insandı. Öte yandan dizinin cast’ı çok iyiydi. Bu Gülse Birsel’in de başarısıdır. Öyle bir kadro bir daha kurulur mu bilmiyorum...
BABA-KIZ DEĞİL ARKADAŞ GİBİYİZ
Kızınız Doğa Rutkay ile bir bankanın reklam filmlerinde rol alıyorsunuz. Devam edecek mi bu proje?
- Doğa ile bizi sevdiler. Orada zekice bir nokta yakaladılar, bunu devam ettirmeyi planlıyorlar.
Kızınız ile ilişkileriniz nasıl?
- Biz onunla baba-kız gibi değil, arkadaş gibiyiz. Doğa benim özelimi bilir, ben de onun. Biz annesiyle ayrıldığımızda o altı yaşındaydı ama hiç kopmadık.
Hiç kavga etmiyor musunuz?
- Bir kere beni kızdırdı. Bir söyleşisine kızdım. Benim de küsme huyum vardır. 6-7 ay sürdü küslüğümüz. Ama sonra barıştık tabii.
Konu neydi ki kızıp küstünüz?
- Söylemem.
YAŞAM BOYU ONUR ÖDÜLÜ VERMEYE KALKTILAR
Size yaşam boyu onur ödülü vermek istemişler, ancak kabul etmemişsiniz. Doğru mu bu?
- Evet, bana yaşam boyu onur ödülü vermeye kalktılar ama kabul etmedim. Sinemayla 90’ların başında tanışan biri olarak o ödülü alsaydım, gerçek anlamda sinemacı emekçilere yalan söylemiş olurdum. Konservatuvarda hocam olan Muhsin Ertuğrul “Ne mutlu ki tiyatroya bir kardeş geldi; sinema” demişti. Ben de o kardeşle buluşabildiğim için mutluyum. Ama onur ödülü almak gibi bir hakkım yok, o tuzağa da düşmedim.