Güncelleme Tarihi:
Hz.Mevlana 739 yıl önce bu gece, gözlerini bu fani dünyaya kapadı ve “Sevgilim” dediği Hakk’a kavuştu. Onun için bir kutlamadır, sufiler “Vuslat gecesi” de derler bu geceye. Katılım Mevlevilerle sınırlı değildir, sınırlanamayacak kadar geniştir koca Sultan’ın gönlü: “Gel, kim olursan ol yine gel.”
Hz. Mevlana’yı ve Mevleviliği, dolayısıyla tasavvufu daha iyi anlayabilmemiz için Hazret’in 22’nci kuşak torunu Muhyiddin Çelebi’yle buluşmamızda aldığım notları sizlerle paylaşmak istiyorum. Çelebimden Mevlana’nın bir öğretisini dinleyelim:
Bir ara takılıyor biri Hz. Mevlana’ya. “Hiç derviş yok” diyor. “Tabii yoktur, çünkü dervişin yolu yokluktur. Yani derviş yok’tur” cevabı veriyor.
Kısaca, “Mevlevilik yokluktur” diyor Çelebi.
Peki ama nasıl?
“Hor görmemek” diyor. Engin bir hoşgörüyle her şeyi birbirine denk görmekten bahsediyor ve bunun üç merhalesini sıralıyor.
1- Hiç kimseyi hor görmemek.
2- Hiçbir canlıyı hor görmemek.
3- Hiçbir şeyi hor görmemek.
Bunun yolunu soruyorum, “Aşk en kestirme yoldur” cevabını veriyor ve Mevlana’dan aktarıyor: “Sürekli arayış içindesin, sonsuz bu yolda ne büyük makamlar vardır. Senin yerin başköşe değil, ‘yol’dur.”
Aşk bu yolu yürüten enerji, arabanın benzini. Aşk da Allah vergisi, insan kendi bulamaz. Uyanık olmazsan o rızka nail olmayı tanıyamazsın.Bu kadar basit, çekil aradan, kalsın Yaradan!
MEVLANA EKONOMİSİ
Piyasada Hz. Mevlana’dan feyz alarak yazılmış yüzlerce kitap, yüzlerce Mevlevi müziği, ney CD’si, Mevlana turları ve turizmi, kebapçıda dahi dönen dervişlerle yapılan açılışlar, Mevlana felsefesiyle ilgili kurslar, atölye çalışmaları var. Devlet de bunun bir parçası. Mevlana müzelerine giriş parayla, Konya’da maaşlı çalışan Konya Tasavvuf Müziği Korosu var, yurtdışı tanıtımlarında semazen görüntüleri olmazsa olmaz.
Bir sufi derviş, sema etmenin aslen karşılıksız, Allah aşkıyla olmasının doğru olduğunu söylemişti bir sohbetimizde; Allah aşkı bir meta haline getirilmemeliydi. Peki Çelebi ne düşünüyor?
“Hazret herkesin malıyım diyor; güneş gibi, ekmek, mum gibi. Herkesin nasiplenmesi güzel, zengin olması da. Bir şeyleri yasaklamaktansa yanlış olanın yanına doğrusunu da sunmak gerekir, doğrusu sunulamıyorsa, bu bizim eksiğimiz. Çelebilerin sen/ben kavgasını bırakıp, yokluk yoluna girip, birlik şarabını içmeleri gerekmekte.”
Kiliseden Şeb-i Arus’a
Paul Lancester, 1947 Amerikası’nın küçük bir kasabasında, dindar Protestan bir ailede doğdu. İsmi Hıristiyan azizlerinden Aziz Paul’den geliyor. “Kilise korosunda yer alıyor, mümin bir Hıristiyan yaşantısı sürüyordum. İnancımın kendi seçimim değil de bir aile mirası olduğunu 20 yaşında geçirdiğim bir sinir krizi sonrası psikoterapi seansları sırasında idrak ettim.”
Ailesi ve kilise, her hatasında Paul’u Allah’la korkutmuşlardı. Paul böyle bir din ve Tanrı’yı artık istemiyordu, ateist oldu. Üniversite eğitimini Yale’de fizikçi olarak tamamladı.
URANTİA, MORMONLAR VE MEDİTASYON
“1971 senesinde mistik bir olay yaşadım ve dindarlığımın içsel tanımını yaptım. Kesin olan bir şey vardı: Toplumdaki Hıristiyanlık inancı kendi inancımı yansıtmıyordu. İkna olmak istiyor ve kendim gibi olanları arıyordum. Mormonların kitabı ve yaşantısıyla ilgilendim bir süre. 1986’da taşındığım Fairfield’de, Maharishi Mahesh Yogi’nin merkezi vardı. Vizyonu beni etkilemişti.” İçinde bulunduğu toplulukta farklı inançtan birçok insanla manevi öğretilerin kitaplarını tartışıyorlardı. Paul bu aydınlanma yolunu fazla entelektüel buluyor, kalbin aydınlanışına dair şeyleri özlüyordu. İşte, Mevlana Rumi, Hafız ve Kebir gibi sufilerle tanışması bu sırada gerçekleşti, eline ‘Aydınlanmış Kalp’ adında derleme bir şiir kitabı geçmişti. Sene 1995’ti.
“İlk başta bu manevi aşk dolu şiirlerini okuduğum zatların sufi olduklarını bilmiyordum. Allah’la olan aşk ilişkileri beni etkilemişti. Onları örnek almak istiyor, bu ifadelerin nasıl can bulduğunu merak ediyordum. Araştırdıkça sufi olduklarını keşfettim. Sufizmin İslam mistisizmi olduğunu anladım.
Sene 1999’da evlendim ve maneviyata ilgim dağıldı. Aslında Allah yolunda bir kadınla evlenmiştim. Hayatımın aşkıyla evliliğimiz 2008 yılında sonlandı. Çökmüştüm, işimde iflasın eşiğine geldim, yeniden psikolojik tedavi görüyordum, içmeye başlamıştım.
Derken şehre bir sufi ustasının geldiğini öğrendim. Birkaç arkadaşımın ısrarıyla, sohbetlerine katıldım. Usta sanki basit şeylerden bahsediyordu ama kalbimde anlayamadığım bir hareketlenme yaratıyordu. Bir süre dergâha gittim ve ustayla özel bir görüşme yapma isteğinde bulundum. Bu görüşme beni etkiledi”.
Paul, Efendi Baba’ya kalbini açtı. Baba’nın -mealen- ona söylediği sözler, içinde bulunduğu dinamikleri anlamasını sağlamıştı: “Acaba eşin yavaş yavaş Allah aşkının önüne geçmiş olabilir mi?”
Paul çözülmüştü, sevdiği kadın bu yüzden ona sevgisini kaybetmişti, kendine olan sevgisini de bu yüzden kaybetmişti. Bu yaşananlardan 10 ay sonra Paul kendi isteğiyle Müslüman olmaya karar verdi.
Efendi Baba’nın ayrılma vakti gelmişti. İki şey istedi Paul’den;
Birincisi sağlığına dikkat etmesi, diğeri de Şeb-i Arus için Türkiye’ye gelmesi…
Paul o sene geldi. Siz bu yazıyı okurken de birlikte Konya’da olacağız inşallah. Oranın manevi iklimini birlikte soluyacağız. Hakk’ın dergâhında kabul bulunması ve makbul olması niyetiyle, her şeyin en hayırlısını dileyeceğiz, tüm insanlık âlemi için. Aşk olsun! HU…
Teşekkürler: Şeyh Tayyar Baba, Muhyiddin Çelebi, Paul Lancester, Ali Rıza Bayzan (sufi ile terapist), Ertuğrul Özkök, Fidan ve Şule.