Güncelleme Tarihi:
*
Cuma akşamı yorgun argın eve dönmüşsünüz, gün içinde en az beş kere telefonunuz çalmış:
(1) Acaba yemekler yetecek mi? Bak bir dinle ne yaptığımı... (Bakınız Ders-1)
(2) Kızına bir şey söyle bana ev işlerinde hiç yardım etmiyor!..
(3) Ya baba ya... Şu anneme bi’şey söyle, her işi benim yapmamı istiyooo!
(4) Unutmadın di’mi akşam... Misafirler 8’de geliyor, geç kalma yine!
(5) Aloo? Ayy pardon, bakkalı arayacaktım seni çevirmişim...
Kayınvaldeye uğrayıp yaprak dolması, bakkala uğrayıp, ne olur ne olmaz, iki şişe rakı almış, 8’e 5 kala, üç buçuk atarak, eve gelmişsiniz...
- Çabuk çabuk çabuk... salatanın sosunu yapıver sen, ben üstümü değiştirmedim daha!
- Tamam...
- Serdaaaaaar!
- Efendim?
- Serdaaaaaar!
- Efendiiiiiiiiiiiiiiim!
- Niye cevap vermiyorsun? Hangisini giyeyim?
- Iıııh, mavi elbiseyi giy, sana en çok yakışanı o.
- Öyle mi diyorsun. I-ıh, şimdi çok sıcak gelir o...
- O zaman, ne bileyim ben, mesela ... şu yeşili giy.
- Olmaz, onun da astarı sarkmış...
- Eh sen de siyah pantolonla bluzu giy...
- Aman ondan da nefret ederim ben, biliyorsun...
- Yahu madem söylediklerimden hiç birini beğenmeyeceksin, niye benim fikrimi soruyorsun?
- Üstüme giyecek hiçbir şeyim kalmadı valla... Çağırsana bir de kızımda danışayım!.. Maviyi giyeyim bari ama... Neclalar geldiğinde de giymiştim bunu... Bari siyah pantolonumu giyeyim..
- Ne haliniz varsa görün!
... Bu panik, misafir gelene kadar artarak sürecektir böylece.
Oğlum yazıyorsun değil mi?
Bu söylediklerim hâlâ başına gelmediyse, er veya geç gelecektir...
Kapı çalınıp, ilk misafirlerin gelmesiyle... sizin karınız da önemli bir metamorfoza uğrayacaktır. Karşınızda tabii (!) haliyle, alıştığınız kadın yoktur artık, “misafircilik oynayan” bir kız çocuğu, yahut da sahnede, misafirlere rol yapan bir kadındır ortalıklarda gezen. Cicilikler, bicilikler yapan biri...
Aman ne kadar mutludur bu insanların size gelmesinden... Aman ne kadar önem vermektedir onlara...
- Serdar, içki servisini sen yapıyorsun!
(Söylemesen yapmayacağım sanki!)
- Bak içkiler içki dolabında, rakıyı çıkardım masada, dolapta bira da var...
- Tamam güzel karıcığım müsaade et de...
- Ben söylemesem neyin nerede olduğunu bilmez... Evde hiçbir şeyin yerini bilmez zaten... Ee, sormuyor musun ne içiyorlar diye?
- Yahu dur iki kelime, müsaade edersen soracağım...
- Tamam tamam, sen içkileri veredur, ben geliyorum şimdi.
(...)
- Eee, bana içki yok mu?
- Sen ne içersin tatlım?
- Herkes ne içiyor? Sevil... aaa, Sevil’e niye viski vermedin, viski severdi o?
- Yahu gören duyan da viski istedi de vermedim sanacak, bu akşam bira içecekmiş kızcağız.
- Niye viski içmiyorsun? Sen her zaman viski içerdin...
- Bu akşam canım soğuk bir bira istedi...
- Allah Allah! Her zaman viski içerdin...
- Yahu bırak canı ne isterse içsin!
Yıldırım hızıyla mutfağa gidip gelirken ve her seferinde mevzuya balıklama dalıp (Hıı? Kim? Ne dedi? Kimmiş?) sizin ısıtmaya çalıştığınız sohbetin içine ederekten...
- Herkesin içkisini verdin değil mi?
- Yok vermedim!
- Benimkini yine unuttuuuuun!
- Durup oturmadın ki şurada iki dakika... Ne içiyorsun?
- Ben bir şey içmeyeceğim şimdi, sofrada içerim.
- !!!
*
Uzatmayalım... Sofraya geçene kadar, sofrada yemekler gelip kadın da sizinle, nihayet, masaya oturana kadar, misafirlerin önünde karı-koca oynadığınız bu tuluat böylece sürer gider.
Senin öğrenmek istediğin, “Tam misafir kalkarken ev kadınının susmaması” konusuna geleceğim ama... Önce bir küçük husus daha. Bu sefer ev hanımıyla, misafir hanımlar arasında oynanan bir oyun.
Misafir hanımlardan en az biri, sofradaki yemeklerden birini çok beğenmek ve ev sahibesine sormakla mükelleftir:
- Ay şekerim bu çerkez tavuğu nefis olmuş... Muhakkak tarifini istiyorum bak senden.
Laf olsun, torba dolsun... Aslında öyle ahım şahım değildir o çerkez tavuğu, cevizler iyi çekilmemiş, tavuk az pişmiştir, olsun, ev sahibesinin hoşuna gitsin diye adettendir sormak. Bunun böyle olduğunu herkes bilir ama...
- Aaa, çok kolay, önce tavuğu haşlayacaksın, haşlama suyunu atma sakın...
- Yahu dünya tatlısı karım benim, Sevil nezaketen soruyor, sen onun yemek pişirdiğini gördün mü bugüne kadar...
- (Sevil) Ay dur Serdar! Evet şekerim, dinliyorum, tavuğu haşlıyoruz, suyunu...
Soran, laf olsun, karşısındakinin hoşuna gitsin, adet yerini bulsun diye sorar.
Bunu soran da bilir, sorulan da, masadaki herkes de...
Ama bu soru, mümkünü yok, sorulacaktır bu akşam sofrasında...
Cevap veren, ev sahibesi, laf olsun diye sorulduğunu bilir, soranın dinlemediğini, dinlese de söylenenleri aklında tutamayacağını, zaten eve gidip bu yemeği yapmayaçcağını bilir... ama muhabbet olsun, adet yerini bulsun diye, en ince detaylarına kadar verir yemeğin tarifini...
- Serdar, bardaklar boşaldı! Ay Ahmetciğim sen hiçbir şey yemedin. Biraz barbunya al Allah aşkına...
*
Siz, karınızın hiperatkivitesinden vurgun, yaptığı rolden sıkkın, pinpon usulü tuluatten yorgun, ne yediğini anlamamış bir halde... İçki biraz fazla kaçmış, içmeseniz de içirdikleri sigara dumanı genzinizi yakmış, bastıran uyku gözlerinizi kızartmış, herkes aynı anda konuştuğundan, karşınızdakine lafımı duyuracağım diye sesiniz kısılmış bir halde...
Yemekler yenmiş, içkiler içilmiş, Serra’nın getirdiği pastaya herkes bayılmış (!), kahveler tükenmiş... sizde de artık pil iyice bitmiş, gözünüzü zor açıyorsunuz, esnemeye hâkim olmak giderek zorlaşmış... eh arkadaşları çok severiz de bütün haftanın yorgunluğu var malum... Laf kesilse de bir an önce s.. eee, artık gitseler diye düşünürken...
- Serdar, bir dijestif teklif etmeyecek misin?
Ağğğh, bir dijestif en az yarım saat atar...
- Bir şey içen var mı?
Sorunun tonundan anlamışlardır artık, eşek değiller ya... diye umuyorsunuz siz. Gerçekten de bir tereddüt vardır havada, gitme zamanının gelip de geçtiğinin farkındadır, en azından misafir kadınlar.
Eğer dallama erkeklerden biri:
- Yarım ağızla ikram etti ama Serdar’a inat bir konyak içerim ben. Puro isteyen var mı?
... demezse, asla şaşmaz, Allah aratmasın karınız atlar oradan:
- Kimse içmezse ben bir likör alırım.
- Eh o zaman bari ben de bir tane...
Ağğğh... öleceğim yahu, sus be kadın!
En az bir yarım saat atar bu içki. Zaten koyduğunuz likörü de içmeden kaybolur nasılsa ortadan...
Saat de ikiye geliyor zaten.
- Tamam tamam acıdık sana, Serdar’a inat sabaha kadar otururuz demiştik ama...
- Ay çok komiksiniz!
- Haydi beyler yatıya gelmedik...
- Hıh, şunu bileydiniz!
- Serdaaar!
Gecenin en kritik anı gelmiştir işte. Kırılma noktası, karar anı...
Genellikle kadındır, bir hayır sahibi, bir vicdan sahibi size acır da, “Haydi ama!” deyiverir sonunda. Yerinizden fırlamamak için zor tutarsınız kendinizi.
Ağğğh... Tamam, gidiyorlar galiba. Ayağınızdaki cendereyi çıkarıp atabileceksiniz birkaç dakika sonra!
Şaş-maz, im-ka-nı-yok-şaş-maz, yarım saattir söyleyecek tek lafınız kalmamasına rağmen sizi salonda misafirlerle başbaşa bırakıp mutfağa giden, bütün yardım tekliflerini “Yok yok bir şey yaptığım yok, geliyorum, tezgahta yer kalmadı, iki tane tabağı makineye atıverdim” diye reddedip, aslında bulaşığı yıkayıp, ortalığı toplayan dünyalar güzeli kadın... bütün hızıyla yanınıza gelip, başlar konuşmaya.
- Ne o, ben gelince kalkmak var mı?
- Yok şekerim geç oldu gidelim...
- Amaan, yarın çalışmıyorsunuz nasılsa, oturun biraz daha.
- Biz çalışmıyoruz ama Serdar işe gidecek...
- O da biraz geç gidiversin.
- İmkanı yok karıcığım, sabah 9’da toplantım var.
- Bak Serdar gitsinler diyor...
- Ay bakmayın siz ona...
Son çare siz, kendiniz kapıya doğru yürürsünüz artık...
- Sevil, sana ne anlatacaktım, diyordum kendi kendime, aklıma geldi, dinle bak... Yahu otursanıza iki dakika...
Ağğğh !