Depresyondan çıkmak için dik durmayı öğrenin

Güncelleme Tarihi:

Depresyondan çıkmak için dik durmayı öğrenin
Oluşturulma Tarihi: Aralık 15, 2013 01:33

Metin Hara’yı ilk defa iki arkadaşımın hararetli sohbetinde duydum. “Ona gidenler mutlu dönüyor, şifa buluyor” diyorlardı. Kimdir diye merak edip baktığımda ‘İnsana Güven’ isimli kurumla karşılaştım.

Haberin Devamı

Metin Hara, bu kurumda ‘İllüzyonu Aşmak’ ve ‘İç Ben’le Tanışmak’ isimli eğitimler veriyor. Dahası da var. Kanser hastaları, depresyona yakalananlar, sigarayı bırakmak, kilo vermek isteyenler de ona gidiyor. Hara, Çapa Fizik Tedavi mezunu ama Batı tıbbı kadar Doğu tıbbını da benimsiyor. Tamamlayıcı tedavi uyguluyor. Cana yakın, açık sözlü, hafiften rockstar edalı, 31’nde ama 25’ten fazla göstermeyen bir adam… Yakında meraklılarının çok beklediği kitabını yayımlamaya hazırlanıyor. Üstüne bir de insanların hayatlarını değiştirmeyi amaçlıyor. İllüzyonu aşmak, iç ben gibi konuların altını doldurmak zor. Hara’ya bu mevzular hakkında önyargılarım olduğunu söyledim; o da sabırla anlattı. Zaten sabır konusunda da iddialı…

Ben bu konulara biraz mesafeliyim, pek anladığım da söylenemez. Bu yüzden biraz tane tane anlatabilir misiniz? Siz kimsiniz, ne yapıyorsunuz? - Çok güzel, çünkü ‘bu konular’ dediğiniz konularla tam olarak ben de ilgilenmiyorum. İnsanlar bazen karıştırıyor; ‘İnsana Güven’ bir kişisel gelişim merkezi gibi işlemiyor. Büyük fark şu: ‘Bu konular’ bir ilgi alanıdır; sadakat ve inanç gerektirir. Benim anlattıklarım tamamen hayatla ilgili. Buraya gelen giden insanların profiline bakın; en az yüzde 60’ının kişisel gelişim meselelerine ilgi duymamış ya da tamamen kayıtsız kalmış, doktorlar, iş adamları, sanatçılar, okuyup yazan insanlar olduğunu görürsünüz.
Ben mi geliyorum yani?
-Evet, siz geliyorsunuz. Güzel haber vereyim; belirli bir inanca ya da kendinizi adamaya ihtiyacınız yok. Ben bir bilim insanıyım; anlattığım her şey de bilimin gereği. Sizi boynumda kolyelerle, tütsülerle, “ommm” diyerek karşılamıyorum.
Ne yapıyorsunuz peki?
-Yapmaya çalıştığımız şu: Batı tıbbında doktor son derece aktif, hasta da pasiftir. Doktor ilaç verir, hasta ilaç alır. Bir kısmı iyileşir, bir kısmının hastalığı ilerler, bazısı aynı kalır. Burada biz hastayı tedavinin içine itmeye uğraşıyoruz. Ben Çapa Tıp mezunuyum; yani hastalar tıp dili, tıp etiği nedir bilen biriyle karşı karşıyalar. “Kemoterapi görmeli miyim?” diye soran hastaya, “Bu onkoloğunla senin aranda” diye cevap veririm. Bizde ilaç veya kimyasal yok. Hekimler bu yüzden beni sever. Ne onların ilacına karışırım ne de “git şu ayva çekirdeğini kaynatıp iç, iyi olacaksın” derim. Makinemiz yok. “Seni şuna bağlayacağız, kanını çekeceğiz” demiyoruz burada.
Bir örnek üzerinden gidelim, hasta bu odadan içeriye girince ne oluyor?
-Çok basit; anlatayım. Mesela hastanın bel fıtığı var; tedavi görüyor. Hastane içinde bazı şeyler çok hızlı ve fabrikasyondur. Hasta içeri girer girmez, o hızlı ortam içinde hastaya bir bel eğitiminin verilmediğini anlarız. Verilen egzersizleri yapmıştır ama ayakkabısının sorun çıkardığını, duruşunun, tamamen karakter ya da düşünce yapısından etkilendiğini görürüz.
Duruş nasıl etkileniyor düşünce yapısından?
-Püf noktası zaten orası. Tıp, hastanın neden böyle durduğuyla hiçbir zaman ilgilenmiyor. Memeli omurgasının bir dili var. Onun nereye doğru eğildiği bile, hastanın nasıl bir zihin yapısına ve beyin dalgalarına sahip olduğunu gösterir. Şöyle düşünün; güvensiz hissettiğinizde koruyacağınız iki alan var. Biri kafanız çünkü içinde beyin var, bir de göğüs kafesi. Kafa zaten sert, kolay kolay zarar görmez ama göğüs kafesi hassas. Omurga öne doğru eğilerek onu korumaya çalışır.
Yani kendimizi koruyarak mı bozuyoruz duruşumuzu?
-Evet, ilkin sırt kaslarınız çekiliyor; sonra da kas spazmı geçiriyorsunuz. Kas spazmı, bugün travmatik fıtıklardan sonra en çok gözlenen fıtık şekli. Yani stresten dolayı fıtık oluyorsunuz. Batı tıbbı, bunu masaj yaparak egzersiz vererek geçirmeye çalışıyor. Ama işte insan durup dururken spazma uğramıyor; belli bir zihin yapısında olduğu için yaşıyor bunu.
Zihnimizin kurbanıyız mı diyorsunuz?
-Uyanık olduğumuzda, beta beyin dalgası “saldır” veya “kaç” der. Bu dalgalar sizi bir savaşa hazır kılmak için kaslarınızı kasılı tutar. Günlük hayatınızda gereğinden fazla beta varsa, kaslar hep kasılı kalır.
Sürekli savaş halinde miyiz yani?
-Aynen öyle. Bu durum altı-sekiz ay devam ettiğinde, omurga ve bel rahatsızlıkları ortaya çıkıyor. Dikkat edin, aynı iskelet sisteminin biraz daha ufağına sahip olan çocuklarda ciddi yaralanmalar olmaz. Futbol oynarsınız; rakip size dizini çarpınca çapraz bağlarınız patlar. Ufak çocuksa atlar, zıplar, düşer, kalkar; bu kadar ağır yaralanma yaşamaz. İnsan dünyasında yaralanmayı en fazla yaratan şey, esnekliğin kaybı. Adam her gün body salonunda “hınk hınk” diye dolaşıyor, ama sonra bir hareketle hooop omuz gitti. Yogacıda gitmez o omuz. Onda hem esneklik hem güç var. Köprüler, binalar bile esnek olmadığında kırılır; ben de hayatta işte bunu anlatmaya çalışıyorum. Travma yaşadığında insan sertleşiyor ama işte hayatta esnemediğin her yerden kırılırsın.
Kırılanlar tamir olabiliyor mu?
-Elbette ama burası tartışmak, inanmak ya da bir lifestyle olarak benimsemek için gelinecek yer değil. Burası romantik sözler duyacağın bir kişisel gelişim alanı da değil. Burası sana hakikatin anlatıldığı yer. İki amacımız var. Bir, bedeni anlamak; iki, yaşamı anlamak. Buraya gelip çaba gösteren herkesin, altını çiziyorum herkesin hayatı değişir.
Biraz iddialı değil mi? Hem tüm kişisel gelişimciler de söylüyor bunu.
-Kişisel gelişim meselesi o kadar saçmalamaya başladı ki, ben zaten kaçıyorum. Bizim çatı altında kurs açmak isteyenler oluyor, istemiyoruz. Ben mutlu bir adamım, âşık bir adamım, sorunlarını bir yere kadar çözmüş bir adamım; insanlara sunduğum şey de bu olmalı. Gandhi, “Yaşamım mesajımdır” der, ben bunu uygulamaya çalışıyorum. “Ellerimde şifa var” diye ortaya çıkan biri değilim. Burada ürün satışı yok; “Madem geldin, onu da al, bunu da al” yok. Tek ürün var, o da benim. 10 dakikada 100 kişiye bakmıyorum. Birer saatten beş kişiye bakıyorum. Çoğunlukla doktorların yönlendirdiği insanlara bakıyorum.

Haberin Devamı

YAPTIKLARIM MUCİZE DEĞİL NORMALİ BU

Haberin Devamı

Kimlere bakıyorsunuz peki?
-Kansere yakalananlar da geliyor; depresyondan, panik ataktan mustarip olanlar da. Örneğin şu an bir MS hastasını nöroloğuyla beraber tedavi ediyoruz. Epey de aşama kat ettik.
Bu kadar farklı insanla ilgilenmek zor değil mi?
-Mesele hastalığa neden olan yaşam tarzını değiştirmek. Batı tıbbının en fazla sınıfta kaldığı yer de burası; çünkü insanların hayatlarına girmeye vakti yok tıbbın. Hasta üç kez kalp krizi geçirmiş, bir elinde kahve diğerinde sigara, “Bırakamıyorum, ne yapayım” diyor. Kalp krizine değil de neden bırakamadığına bakmak lazım biraz da. Biz bir parça bu eksik tarafı tamamlamaya çalışıyoruz. İletişim kuruyoruz. Ama yapamadıklarımız da var. İleri evre kanser hastaları, ağır psikiyatrik vakalar, komadakiler, Alzheimer’dan mustarip insanları alamıyoruz. Çünkü sabır ve süre lazım; semptomlar ilerlediğinde moral bozukluğuyla iletişim de imkânsızlaşıyor.
İyileşen sayısı yüksek mi?
-Elbette. Ama kimse “Metin Hara beni iyileştirdi” demez çünkü ben onlara kendi bedenlerinin yapabildiklerini gösteriyorum. Zaten özellikle kanserde psikolojik etkileri artık tıp tamamen kabul ediyor. Batı tıbbı ve hekimler kesinlikle çok iyi işler yapıyor. Ama insan bedeninin neler yapabileceği konusunda biraz körleştik. Benim işim bedende iyileşmeyi tetiklemek. Bu yaptığınız tıpla birleştiğinde mucizeler oluşuyor. “Mucize Metin” diyorlar bana; yahu mucize değil, normali bu.
Size kızan hiç yok mu?
-Türkiye’nin en tepesindeki hastane yöneticileri, hekimler bizimle iyi çalışır. Bugüne kadar hiçbir doktorla tartışmadık.
Herkesin her yerde işine yarayacak, pratik bir tavsiyeniz var mı?
Buda’nın muhteşem bir lafı var: “İnsan kendine her gün 20 dakika ayırmalı; çok meşgulse de bir saat.” Her gün 15-20 dakika derin nefes alın. Dik durmaya özen gösterin. Batı tıbbı hastayı depresyondan çıkarmak için aylarca uğraşır; dik durmasını söylese daha az uğraşacak. Duruş bütün düşünce yapısını etkiliyor. Bir de şu: Bedeninizi dinleyin. Ağrı veya sinyal fark ettiğinizde derhal bir hekime gidin.

Haberin Devamı

Baktım mermerin üzerinde ağlıyorum

Metin Hara, kendisini bugünkü konumuna getiren yolun ortaokulda başladığını söylüyor. Ama hikâyesi esasen lisenin son günlerinde kırılmış. “Bir gün polis telefon edip babamın bir trafik kazasında öldüğünü, hastaneye gelmemizi söyledi. Babam ölmedi, yaklaşık 100 kırıkla direndi, sonra mucize eseri yaşadı, sonra yine mucize eseri ayağa kalktı. Ben de bu mucizeyi mümkün kılan doktorlara özenip Çapa Tıp’ta fizik tedavi okudum.” O günlerde başka bir karar daha vermiş. Beş parasız yollara düşüp Avustralya’da Aborijin hocalardan ders aldığını, Mısır’da Keops Piramidi’nin içinde bir kursa katıldığını anlatıyor. Söylediğine göre bunlar gibi daha yüzlerce eğitim almış. Oyunculuk gibi yan faaliyetlerden biraz para kazandığında da dünyaca ünlü NLP ustası Anthony Robbins gibi isimlerin derslerine katılmış. “Yine de yetmedi” diyor. “Bir gün baktım, mermerin üzerinde ağlıyorum; dedim ‘bu kadar kurs da bir yere kadar’, en iyisi çırak kalmak.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!