OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 24, 2001 00:00
DEPREM BÄ°LE HEYECANLANDIRMIYOR… FotoÄŸraf çekenlere hep gıpta etmiÅŸimdir. Yani, mesleÄŸinin doruÄŸundaki fotoÄŸrafçıları, usta foto muhabirlerini kastediyorum…Hayatın anlamlı, duygu yüklü, çarpıcı güzelliklerini ebedileÅŸtiren o derin insanları... Canı pahasına tartihe tanıklık eden, o serseri ruhlu, delifiÅŸek ama övülesi savaÅŸ muhabirlerini...Ben de çok fotoÄŸraf çektim. Ancak, özel deÄŸeri olanlar dışında, o binlerce kare içinden kalıcı bir kaç tane çıkar mı acaba? Şüpheli... Kendi payıma hayli acıklı bir durum... Ama, anıları kalıcı kılmanın bir baÅŸka yolu daha var: Yazmak! Herkes becerebildiÄŸini yapmalı, öyle deÄŸil mi? Efendim, gözünü sevdiÄŸim mesleÄŸim yüzünden bir zelzele daha idrak etmiÅŸ bulunuyorum. 15 Ocak gecesi… 15 Ocak akÅŸamı, kendimi yorgun hissedince, çok erken yatmıştım. Sıcak yatağım yerine salondaki kanapeye kıvrıldığımdan, tavÅŸan uykusundaydım. Niyetim, erken kalkıp yazı yazmak... 03'de uyandım; kalkmayı gözüm yemedi. 04'de ikınci hamleyi gerçekleÅŸtirip TV'yi açtım, elektrik sobasını yaktım, hafiften dalga geçiyordum. Derkeeeennn... Önce, "Rank!" diye kökten bir vuruÅŸ, sonra bir zangırtı, en sonda da -artık "alışkanlık" yapan- o bildik beÅŸik misali sallanış. Saat, 05.33.Iyi sallandık da, pek kısa sürdü. Nerdeee, o pehlivan tefrikası gibi sallan sallan sonu gelmeyen 7.4? Daha elektrik sobasını yeni kapatmıştım ki , zelzele kesildi.Yüzümde muzip bir tebessüm, elektriklerin otomatik kesilmesini bekledim. Tık yok!? Bu ne biçim deprem? Gel de, Nedim Saban'ın "Ikinci Bahar" için dile getirdiÄŸi ince taÅŸlamayı hatırlama. "Bu ne biçim dizi, anlamadım gitti!" diye söylenip sokranıyordu "Medet" kardeÅŸimiz: "Dansöz yok, vurdu kırdı ya da kan-revan yok, banal seks yok, kimse kimsenin kaç para aldığını bilmiyor ya da ilgilenmiyor, afra tafra yok, dedikodu yok! Sete geliyorum, kimsenin beni çekiÅŸtirdiÄŸini duymuyorum. Sonunda, önemsiz biri olduÄŸumu düşünmeye baÅŸladım." Hafif tertip bozulduÄŸumu itiraf etmeliyim. Orta karar bir sarsıntı olduÄŸu telefonların bile kilitlenmeyiÅŸinden belliydi. Önce annemi, babamları, akraba, eÅŸ dostu arayıp hal hatır sordum. "Giyinik bekleyin" diye öğüt vermeyi de ihmal etmedim, tabii. Herkesin keyfi kaçmıştı, korkanlar da vardı ama panik hissetmedim. Bir iki arkadaşıma matrak anektodlar anlatıp güldürdüm bile. Sizin anlayacağınız, bu "orta karar deprem"in ("orta ÅŸekerli" der gibi oldu ama neyse...) hemencecik suyunu çıkarıverdik. Birden, aklıma cin bir fikir geldi. "Ikinci Bahar" için düzenlenen Siyaset Meydanı'nda, dizilerin genel karakterleri üzerine bizi bilgilendiren sosyolog hanım ile ANSA Larousse'da beraber çalışmıştık. Hatta, onunla "Elele" için yaptığım mülâkatın sabahına doÄŸurup beni ÅŸaÅŸkınlıklara garketmiÅŸti. Aradan geçen yıllarda sadece soyadı deÄŸiÅŸmiÅŸ! Bu sefer, bir zelzele sabahı arayıp ben bir sürpriz yapayım dedim. Hangi numarayı aramalı? Derhal, 118'e müracaat. Bir numara verildi; heyecanla çevirdim. O saatte bulunabilecek en "bet" ses cevap verdi. Eli yüzü düzgün bir ifadeyle derdimi anlatmam da fayda etmedi. "Bu saatte ne arıyorsunuz, sapık mısınız?" ÅŸeklinde bir güzel azar iÅŸittim. "Ne diyorsunuz? Bir güzel sallandık, millet ayakta" diyecek oldum. Karşılığı, "Bir daha aramayın!" ve çattt!!! kapanan telefon. Al sana! Ä°nsanın hevesini kırmak hoÅŸ mu oldu ÅŸimdi? Ruhsuz kadın... Telefonla ilgili tüm vatanî vazifelerimi yerine getirdikten sonra cici bilgisayarımın başına geçtim. Deprem yazımı kolayladıktan sonra, bir baÅŸka tür vatanî vazife olarak, hasta komÅŸuma kahvaltıya gittim. Mine Hanım'ın kedileri, banyo tarafında uygun bir yerleri olduÄŸu halde, zelzeleden az önce, yorganını çekiÅŸtirip ısrarla dışarı çıkmak istemiÅŸler. Mine Hanım da, grip nedeniyle pek oralı olamamış. "Sallanınca anladım huzursuz olmalarının nedenini" dedi. Gel de bizim kedilere sinirlenme! 7.4'te horul horul uyuyorlardı. Bu sabah da, üstümde tepinmek dışında bir dertleri yoktu. Anlaşılan, dördüncü katta oturduÄŸumuz için, bizim kediler "irtifa özürlü"! Ha unutmadan... (AkÅŸam telefon edince, Kader Balıkçı anlattı. Sabaha karşı, onları mahallesindeki tüm köpekler havlamaya baÅŸlayınca, sevgili damadım Tayfun hemen uyanmış ve depremi beklemeye baÅŸlamış. Kader, "Tayfun, ha geldi, ha gelecek diye depremin yolunu gözledi, o da geldi." dedi. "Söz dinleyen deprem" diye buna denir.) Saat 07'ye geliyordu, TV kanallarını şöyle bir taradım. Aptal bir dizide telaÅŸlı kadın "Sütyenim nerede? Diye soruyor. Öbüründe, Nilüfer'den inciler: " Kim arar, söyle, kim arar?/ Vefasız olanı kim arar?.. " Öbüründe, Vietnam Savaşı üzerine bir belgeselde, Jane Fonda, BaÅŸkan Nixon'un, halkı aldatmak için uydurduÄŸu illüzyonları sayıp döküyor, bir baÅŸkasında, Zerrin Özer son klibinde, duÅŸ altında -pardon, yaÄŸmurda- "Ayrılmalıyız..." diye aÄŸlıyor. Daha öbüründe, hayatımızın vazgeçilmez ve de kahredici parçası, "Reklamlar"! Daha neler de, neler... Nihayet, bir manÅŸet: "YINE SALLANDIK!.." Eh, Günaydın... Kandilli Rasathanesi'nden herhangi bir açıklama yok. Muhabirin yorumu sahiden matrak: "Åžu anda nöbetçi görevli var. Saat 09'da rasathane çalışanları iÅŸbaşı yapınca, resmi bir açıklama yapılır sanıyoruz." BaÅŸka ne denir? Denir... Denir... IÅŸte size, hayatım boyunca hiç unutamadığım bir fıkra: Hawai'de, tam da Noel arifesinde, ılık, uyku mahmuru bir pazar günü. Japon bombardıman uçakları tarihin en büyük "vur-kaç"ını gerçekleÅŸtiriyor. Bildiniz, Pearl Harbour baskını üzerine bir filmdeyiz. Güzelim "Inci Limanı" bir anda cehenneme dönmüş, Amerikan dnanmasının en güzide gemileri suyun dibini çoktan boylamış. Askerler, subaylar ve de uyanan herkes, kendini oradan oraya atıyor… Filmin baÅŸ aktörü (yani, yakışıklı subayımız) Japon uçaklarını tüfekle avlamaya (?) karar vermiÅŸ olmalı ki, yanında birkaç askerle cephane deposunun kapısına dayanıyor. Ancaaaaakkk... Kapıdaki, yüreÄŸi görev aÅŸkıyla çarpan nöbetçi askerden ne cevap alıyor dersiniz?.. "Yazılı emir olmadan bir tek tüfek bile veremem, komutanım!????" Hay, komutanını ÅŸeytan alsın götürsün, mendebur herif! Bürokrasi belasına, göz göre göre gebereceÄŸiz, dangalak! (Bahse konu iÅŸgüzar askerin, kallavi bir dirsek darbesiyle havalarda uçuÅŸa geçtiÄŸini eklememe gerek var mı?) Tek teselli, halkımızın depreme alışması ve fazla bir panik havasının görülmemesi. Oysa, yerküre 170 atom bombasına denk bir güçle eÄŸiliyor, bükülüyor, yamuluyor, ve de sallanıyor. Farzedin ki, evde hamur yoÄŸuruyorsunuz. Dünyamız da aynen öyle yoÄŸruluyor: arada bir, parmaklarınızın arasından fırt! fırt! taÅŸan hamurlar var ya, onlar da yaÅŸadığımız büyüklü-küçüklü depremler; 7.6, 5.4 ya da 4.2, allah ne verdiyse... YaÄŸmurun umurunda mı, şırıl şırıl iniyor... Kediler de bana tanıdıkları toleransı geri alma telaşında: "Mamamızı akÅŸamdan piÅŸirmiÅŸtin. Åžu aptal telefon trafiÄŸine ara ver de, fazla gecikmeden ısıt ÅŸu ciÄŸer tenceresini... Yoksa, fena olacak..." der gibi bakıyorlar. Fena olan ÅŸu: pisiler, sabırları tükenince derhal bilgisayara tırmanıyor, rastgele tuÅŸlara basıyorlar. Çok akıllılar; zira, varlıklarını hatırlatacak ya da en çok tepki alacakları hareketi domuz gibi biliyorlar. Evet... Gündelik hayata avdet etmenin zamanıdır… Anadolu Kavağı'nda kumsalda uyuklarken 5.4'ü kaçırınca pek bozulmuÅŸtum. Sabahın köründe, yazı yazayım derken, 4.2'yi yakaladığım için pek memnunum. Evdeki tek hasar, Vanlı güzelimiz AÅŸkım'ın kendine yuva olarak seçtiÄŸi -ve de, büfenin üstünde duran- yün sepetinin yere düşmesi. Kimbilir, belki de huysuz hatun sepetini eÅŸinirken kendi devirmiÅŸtir… Jülide ERGÃœDER - 24 Ocak 2001, ÇarÅŸamba Â
button