OluÅŸturulma Tarihi: AÄŸustos 25, 2000 00:00
DEPREM (2) İnsanların donmadan, daha doğrusu donma ile noktalanan uykuya dalmadan önce, hayatlarının önemli sahnelerinin kare kare gözlerinin önünden aktığı söylenir. Şevket Süreyya Aydemir, "Suyu Arayan Adam"da, Sarıkamış Harekatı'nda geçirdiği donma tehlikesini böyle anlatır. Tüm hayatım değilse bile zelzeleye ilişkin tüm tecrübe dağarcığım 7.4'te canlandı.Evet, bu anlattıklarım, sigaramı tüttürürken, üç beş dakika içinde bir
film şeridi gibi gözlerimin önünde geçti. Sonra telefona sarıldım. Ne annemin ne de babamın telefonu asla ve kat'a cevap vermedi. Tüm hatlar kilitlenmiş. Hatlar tıkalı ama ben yine de içten içe sinirleniyorum. Canım niye aramıyor?Oysa, Canım önce Yalova'daki kardeşine ulaşmaya çabalamış. Faydasız… Sonra nasıl olduysa, bizim yanımızdaki binada oturan küçük ablasının telefonunu düşürebilmiş. "İyi misiniz, hoş musunuz?"dan sonra ne dese beğenirsiniz? "Eh peki, yandaki evde bir hasar var mı?" Hoppala!.. Adam bir adet aşiret reisi ve de bendeniz gizli sevgili. Ablasının normal olarak, "Sana ne yandaki evden?" diye sorması gerekmez mi? Mesafeli bir hanım olduğu için sormamış. Ertesi gün, nihayet konuşabildiğimizde, Canım bana hava basıyor: "Ben senin sağ ve salim olduğunu biliyordum!" Derhal fırçamı attım: "Bir çuval inciri berbat ettin! Bu ne biçim gizlilik?"Telefonlarda ümit yok. Zihnimde binbir düşünce uçuşuyor. Yine de, uyku bastırdı. "Bilmem ne yaparım böyle aşkın ızdırabına…" deyip yattım. Kediler zaten hiç bir şeyi iplemiyorlardı.İki saat ancak uyumuşum ki sabah 07.30'da kedi dostu Mine Hanım'ın telefonu ile uyandım: "Hayatta mısın?" Eh, herhalde. Elektrikler gelmişti; telefonlar da hemen normale döndü. Ama, Yalova taraflarındaki yakınlarına ulaşmaya çalışanların -ki bunların arasında Canım da vardı- hali 'perişanlık ötesi' idi. "Gördüğüm manzaralar karşısında, hırsımdan kaç kere ağladım; bilemezsin Jülide" deyişini hiç unutmam. Zira, Canım gözyaşları ile değil, hep içten ağlar. 17 Ağustos'ta hiçbir yakınımızı kaybetmedik. Teğet geçti. Ama, bu ülkenin hiçbir felakete hazır olmadığını, yurttaşlarımızın yardım konvoylarındaki mallara el koyup fahiş fiyatla satacak kadar "insanlık dışı" olabildiklerini öğrendik. Birbirini suçlayan suçlayana… Deprem raporlarının birbiri ile çelişmeyeni yok. Yolsuzluğun hududu ise hiç yok.Oysa, kimsenin eli temiz değil. Başta, sırf denize yakın diye, fay hattının burnunun dibinde, en kaygan zeminde, ağır sanayi kurulmasına ve gelişmesine izin veren tüm TC hükumetleri geliyor. Aşşağılık müteahhitler, üç kuruş paraya ilk bulduğu eve dalan alıcılar, gayrı nizami her tür inşaat, ana karayolunda akışı sağlayamayan bir
trafik teşkilatı, Taş Devri'nden kalma Kızılay… Daha neler, neler. Tüm dünyayı kendimize güldürdük.Onurumuzu, her zaman olduğu gibi, münferit kahramanlıklar, fedakarlıklar kurtardı. Canını dişine takan tek tek insanlar güzellikler yarattılar. Ama, hala çadırlarda yaşayanlar, deprem sakatları, çocukların yaşadığı ruhsal tramvalar nasıl aşılacak? Yaraların sarıldığını kim iddia edebilir? Olsa olsa tampon konmuş olabilir. 7.4 karşısında gülmek en fazla kendime gülmeyi içeriyordu. Beşik gibi oradan oraya savrulurken bir ara düşündüm: "Dışarı fırlayayım mı?" Ama, biliyorum ki deprem anında en olunmaması gereken yer, merdiven aralığıdır. Dördüncü kattan, o karanlıkta kafamı kırmadan aşağı inene kadar Üsküdar'da sabah olur. Üstelik kediler ne olacak? Beş kedinin hangi birini hangi kucağına alacaksın, bir koltuğa iki karpuzun bile sığmadığı şu kavanoz dipli dünyada?Hadi kedileri ayarladık diyelim, -ki sahiden imkansızdır- üstüne ne giyeceğim? Bu ülkede kadınların ne yazık ki erkekler gibi don gömlek dışarı fırlama özgürlüğü yoktur. On senedir, yalnız yaşayan bir kadın olarak şu bizim Küçüksu köyünde kendime tek laf ettirmemişim. Kendimi dışarı attım diyelim; "He he he, bilmem neresini gördük…" diye lahzada tefe korlar insanı. Unut gitsin. Tüm bu düşündüklerimde ne kadar haklı olduğumu zaman içinde gördüm. Haftalar süren
haber bombardımanları, sayısız seminerler, siyaset meydanları, depremzedelerin baÅŸrol oynadığı vicdan haberleri, binlerce demeç, deprem tahminleri vs.den çıkan tek bir sonuç var. Fay hattı bölgesinde iseniz, zelzeleden etkilenmek üç unsura baÄŸlı: Depremin merkez üssüne yakınlık; bina zeminin saÄŸlamlık derecesi; bina inÅŸaatının nizamî olup olmadığı.Åžimdi, bizim evi ele alalım. Küçüksu, adı üstünde, Küçüksu Kasrı'nın arkasındaki köydür. Küçüksu Kasrı, PadiÅŸah Mahmud I döneminde hünkârın BoÄŸaziçi tenezzüh gezilerinde ya da ava çıktığında günübirlik dinlenebilmesi için inÅŸa edilmiÅŸ. Köyün altı düpedüz su. Bizim evde nereyi kazsan su fışkırır. Kaygan zemin dedikleri, bizim yanımızda zemzemle yıkanmış kalır. Sadece Marmara'ya uzak ve BoÄŸaziçi'nde olmak kurtarıyor. Yoksa, yöredeki tüm inÅŸaat Laz müteahhitlerin eseri. Malzemesinden çalınmamış tek ev bulamazsınız. Bir de üstelik bizim evsahibimiz neredeyse 40 yıl önce Belçika'ya işçi gitmiÅŸ ve orada yerleÅŸmiÅŸ bir adet Karslı. Yirmi sene evvel bu ev yapılmış sonra da bir tek kere elden geçirilmemiÅŸ. Böyle bir sallantıda bir evin neresine kaçacaksın? Kargalar güler. Ä°ÅŸte sırf bu yüzden kargalara iÅŸ çıkmasın diye ilk önce ben gülüyorum ya…Tıpkı 7.2'de kahkahayı bastığım gibi.Öğle saatleri idi. Buzdolabının önüne bir ÅŸeyler dökülmüş, halıyı siliyordum. Aniden, buzdolabı saÄŸa sola gitmeye baÅŸladı. Bir an durdum. Sonra kahkahalara boÄŸuldum ve halıyı silmeye devam ettim. Az sonra da Canım'ı aradım. "Ne, o çok mu salladı? Biz de gittik geldik…" dedi. Bu da geçti.Üçüncü sallantı daha da matrak.Gece yarısını az geçmiÅŸti. O akÅŸam nasıl olduysa erken yatmışız. Canım tam uyku pozisyonunu almışken, "Åžeker, deprem oluyor!" dedi. Bende cevap hazır: "Ayakucumuzdaki kedilerden birinin kulağını kaşımadığına emin misin?" Gülmeyin, bu, nafile bir soru deÄŸil. Zira kediler kulaklarını kaşıdığı zaman yatak sahiden de zangır zangır titriyor. Canım, olayın bir kedi vak'ası olmadığından emindi. Bendeniz gayet sakin, "Tamam, sevgilim. Hiç bozma, birazdan geçer…" dedim.Geçti nitekim. "6 küsur" imiÅŸ. Ertesi gün öğrendik. En sonuncusunu ben bilemedim. Hani ÅŸu "5 küsur" olanı. Ben evde, Canım Kadıköy tarafında idi. Geç yatmıştım. Sekizinci uykumda iken hiçbir ÅŸeyin farkına varamamışım. Oysa, komÅŸum Mine Hanım, uyku tutmadığı için sarsıntıyı hissetmiÅŸ. Ta Sarıyer'de oturan annem, keza. En matrağı Canım'ın yaÅŸadığı. Sabah 3.00 gibi uyanmış. O sıkıntı ile kendine bir kahve yapmış. Tam koltuÄŸuna kurulup sigarasını yaktığı anda olan olmuÅŸ. Ertesi sabah, "Bir sallandım ki sorma…" dedi. "Peki ne yaptın?" diye soracak oldum. "Hiiiççç…" dedi. Güldüm ve sigaramı tellendirmeye devam ettim.7.4 kelimenin tam anlamıyla bir "Güleriz aÄŸlanacak halimize" örneÄŸi idi. Yine de kara mizah gülmelerin arasında, dehÅŸetli öfkeye kapılıp kendimle alay ettiÄŸim bir an vardı ki hiç unutmayacağım. Ertesi sabah 30 küsur bin kiÅŸi ölmüş, herkes kan aÄŸlarken sanki hiçbir ÅŸey olmamış gibi davranmaya çabalarken, bilinç altımda durmadan kendime "Kızım, farzet ki savaÅŸ halindeyiz. Savaşı yok saymanın tek yolu o hiç yokmuÅŸ gibi gündelik hayata devam etmektir" diye telkinde bulunuyorum. Fakat bir an irkildim. Ä°nsan depreme karşı pek bir ÅŸey yapamayabilir. Sonuçta bir doÄŸa olayıdır. Oysa depreme baÄŸlı yangın pekâlâ önlenebilir. Peki ben ne yaptım? Sadece TV ve elektriÄŸi kapattım. Ä°yi de tüm cihazlar fiÅŸte. En seri olarak yapılacak ÅŸey ÅŸalteri indirmekti. Ve ben bunu akıl edemedim. "Bu kadar basit bir ÅŸeyi akıl edemiyorsam ben bu iki üniversiteyi niçin okudum?" diye saçımı başımı yoldum. ArkadaÅŸlarım hemen, "Ä°nsanın basireti baÄŸlanıyor…" diye beni teselliye kalkıştılar. Åžiddetle itiraz ettim. Hiç korkmamıştım ki basiretim baÄŸlansın. Hiç mazaretim yok. Mevcut bilgimi kullanmadım. Hala kendimi bağışlamış deÄŸilim. Bunca ruh karartıcı hatırlayıştan sonra, konuyu gerçek bir deprem fıkrası ile kapatmaya ne dersiniz? Fıkra, 17 AÄŸustos'ta Gölcük'te geçiyor.Fıkranın kahramanı yeni evli genç bir adam. 17 AÄŸustos arifesinde, arkadaşımız iÅŸte iken eÅŸi telefon ediyor: "Annem hastalanmış. Hemen Ä°stanbul'a gidiyorum. AkÅŸama dönerim". Kocası derhal cevap veriyor: "Hiç gerek yok. Gece annenlerde kal. Sabaha dönersin." Hanım Ä°stanbul'un yolunu tutuyor ve gece kıyamet kopuyor. Genç kadın dehÅŸet içinde Gölcük'e dönmeyi baÅŸardığında evlerini yerle bir olmuÅŸ buluyor. Yarı mecnun bir halde, "Kocam da kocam" diye kendini paralarken hayli zaman geçiyor. Sonra enkazın altından sesler duyuluyor. Hemen kazıyorlar. Aynı odadan çıkanlar şöyle: Ä°ki çıplak kadın ve bir çıplak koca! MeÄŸerse, genç koca fırsatı bilip eve iki NataÅŸa atmış. Kör talih. Asıl deprem yatakta deÄŸil, yerkabuÄŸunda gerçekleÅŸmiÅŸ. Bence dünya çapında deprem edebiyatına girecek deÄŸerde matrak bir öykü. Ãœstelik aynıyla vâki. Åžimdi taze gelin ne yapsın. Tam öldü derken, kocasının hayatta kaldığına mı sevinsin? Yoksa, "Beter olasın, rezil herif!" deyip adamın gırtlağına mı sarılsın?..Jülide ERGÃœDER - 25 AÄŸustos 2000, Cuma Â
button