Deniz kabuÄŸunda oturarak saçlarını kurutan Afrodit’in ülkesi

Güncelleme Tarihi:

Deniz kabuğunda oturarak saçlarını kurutan Afrodit’in ülkesi
OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 26, 2004 00:00

‘Asya’daki tüm kentler içinde, Afrodisias’ı kentim seçtim...’ demiÅŸti, Roma Ä°mparatoru Augustus. Bu söz, üzerine kanun, anlaÅŸma ve kararların yazıldığı, tiyatronun ArÅŸiv denilen duvarına kazınırken, bu güçlü imparator, günün birinde bir baÅŸkasının Afrodisias’ı elinden almaya cüret edeceÄŸini tahmin edemezdi kuÅŸkusuz. Prof. Dr. Kenan T. Erim’e neden evlenmediÄŸi sorulduÄŸunda; ‘Afrodisias ile evliyim’ demiÅŸti. Tutkusu ölünceye dek sürdü. Vasiyeti üzerine, kente yararlı kiÅŸilerin kentin içine gömülebilmesi antik geleneÄŸine uyularak, yıllar boyu restorasyonunu üstlendiÄŸi, baÅŸdöndürücü Tetrapylon’un yanına gömüldü. Tıpkı, kente büyük katkılarda bulunarak Afrodisias’a sahip çıkan ve 2 bin yıl önce buraya gömülen Zoilos gibi...PAYLAÅžILAMAYAN KENTPaylaşılamayan kent Afrodisias’a bir akÅŸamüstü vardım. GüneÅŸ daha altın rengini göstermemiÅŸti. VahÅŸi bir doÄŸanın içinden yükselen antik kent, toprağın üzerinde, bembeyaz mermer yapılarıyla parlıyordu. Bu kentle ilgili, ‘sen daha doÄŸmamıştın’ diye baÅŸlayan bir hikayeyi hatırlıyorum. Burada, 1959’daki depremden sonra, büyük bir bölümü terk edilen Geyre adında bir köy varmış. Geride kalanlar, taÅŸ evlerde, çocukları, koyunları, köpekleri, tavuklarıyla yaÅŸarmış. O yıllarda yolu buraya düşen gezginlerin hep aynı ÅŸey dikkatini çekermiÅŸ. BaÄŸların, mısır, tütün ekilmiÅŸ tarlaların ve kavak aÄŸaçlarının arasındaki köyün her yanına yayılmış sütun baÅŸlıkları, lahitler ve heykeller... Evlerin içinde, sütun baÅŸlığı masa imiÅŸ... Bahçelerdeki lahitler hem yalakmış, hem de çamaşır teknesi... Ãœstelik, içinde pekmez yapmak için üzüm ezilirmiÅŸ. Kenan Erim, bu döneme rastlayan Geyre yolculuÄŸunu şöyle anlatıyor: ‘1959 yılının temmuzunda Nazilli’den yola çıktığımda, bu denli önemli bir seyahat olduÄŸunu bile tahmin edemezdim. Karacasu’dan sonra çok kötü bir toprak yolla Geyre’ye ulaÅŸmadan önce, Afrodit Tapınağı’nın sütunlarını gördüm. Köy tamamen Afrodisias’ı kaplamış ancak muhteÅŸemliÄŸini gizleyememiÅŸti. AkÅŸam olmadan cipim beni tekrar Nazilli’ye ulaÅŸtırdı. Ä°lçenin tek otelindeki odamda, günlüğüme ÅŸunları yazdığımı hatırlıyorum: Hayatımda yeni bir dönem baÅŸlıyor...’Afrodisias’ın üzerine kurulan Geyre Köyü, nasıl bir zenginlikle içiçe olduÄŸunu hiçbir zaman bilemedi. Gün geldi, Augustus’un kentini tamamıyla terk etmeleri gerekti. 1961 yılında, başında, New York Ãœniversitesi Klasik Arkeoloji bölümünde hocalık yapmakta olan Kenan Erim’in bulunduÄŸu kazı ekibi buraya geldi. Kenan Erim, o gün buraya yerleÅŸti ve ölünceye dek de burası için çalıştı. Keyif aldığı aryaları gramafonundan dinlerken, kurbaÄŸaların sesi, müziÄŸi bastırdığında bile güldü geçti... Müzenin bahçesine dağılmış, üzerinde çelenk zincirleri ve tiyatro maskeleri olan muhteÅŸem lahitler, Afrodisias’a en son 15 yıl önce gelmiÅŸ olan benim için, görkemli bir hatırlatmanın sadece baÅŸlangıcıydı. Müzedeki heykeller arasında gezinirken, her parçanın önünde durup, nasıl bu kadar güzelliÄŸin biraraya toplanmış olabileceÄŸini düşündüm. Ne yöne bakacağımı ÅŸaşırmıştım. SonsuzluÄŸu temsil eden Aion’un profili, Apollo’nun ÅŸeffaf teni, bir deniz kabuÄŸunda oturarak saçlarını kurutan Afrodit’in ayak ayak üzerine atışı, adı bilinmeyen asil bir kadının elbisesinin kıvrımları... Süt beyaz, mavi ve ÅŸeffaf mermerden oyulan bu heykeller için, Kenan Erim’in söylediklerini hatırladım; ‘Hepsinin aÅŸağı yukarı doÄŸumunda bulundum... Öyle parçalar vardır ki kazıda onlar çıkınca gözlerim yaÅŸarır...’MAKAMLA ÖTEN HOROZHayat, bir tutkuyla, ne kadar daha anlamlı... Kenan Erim’in Afrodisias’ı ortaya çıkarma çabası, kölelikten gelen Zolios’un varını yoÄŸunu kenti güzelleÅŸtirmek için harcaması, kente olan düşkünlüğünü halktan vergi almayarak gösteren Ä°mparator Augustus’un jesti ve heykeltıraÅŸların yaratıcılıklarını kullanabilecekleri bu kente dünyanın her yanından kalkıp gelmeleri... Ä°lk defa, Afrodisias Müzesi’nde, heykellerde heykeltıraÅŸ imzalarına rastladım. KuÅŸkusuz Afrodisias’ın böyle önemli bir sanat kenti olmasında, baÅŸ kahramanlar onlardı. Ancak her ÅŸeyden önce, burada kaliteli ve bol mermer vardı. Ãœstelik, mermer ocağı kente çok yakındı. Ve bu Afrodisias’ın, 600 yıl boyunca, aralıksız, antik dünyada benzeri olmayan bir heykeltıraÅŸlık okulunun merkezi olmasını saÄŸladı.Aynı gün içinde, bambaÅŸka türde bir heykele bakarken buluyorum kendimi; Denizli’nin sembolü, ‘Denizli horozu’ bu... Kent meydanlarında, kısa bir mesafede, iki horoz heykeline rastlıyorum... Denizlililer şöyle diyor: ‘Her horoz kendi kümesinde öter, Denizli horozu ise her yerde öter.’ DoÄŸru söylüyorlar, öyle sabah sizi en derin uykunuzdan uyandırıp bir sonraki sabaha kadar gıkı çıkmayan horozlardan deÄŸil bunlar. Altıntop Mahallesi’nde Levent Kayabaşı’nın dükkanının önündeki Denizli horozlarını seyrediyorum. Gözleri siyah ve sürmeli, bacakları koyu gri ya da mor, ibik balta ibik ÅŸeklindeyse, bir Denizli horozuyla karşı karşıyasınız demektir. Cüsselidir, rengi gözalıcıdır, dünyada örneÄŸine pek rastlanmaz. Tüm özellikleri bir yana, asıl önemli olan ötüşü. Saniyeleri sayın, tam 28 saniye ötebilir. 30- 32 saniyeye çıkanlar da var ama bunun için ırkının saf olması gerekiyor, daha fazla öterse de bayılabiliyor. Ötüşünün makamları var. Bir gün, bir horozla ilgilenebileceÄŸim aklıma gelmezdi ama Denizli horozu iÅŸte bu, Levent Bey’in dediÄŸi gibi ‘BaÅŸka horoza benzemez. Durduk yerde ötmez. NeÅŸeli olduÄŸunda öter. ÖteceÄŸi zamanı ve yeri bilir. Ötüş özelliÄŸi, süresi, sesteki bu kalite, dünyadaki baÅŸka hiçbir horozda yoktur. Uzun öterken dinlendirir, bir dinleyin, günlük sıkıntılardan uzaklaÅŸtırır...’ Birden, hayatımda hiç duymadığım, bir horoz makamını dinlemeye baÅŸlıyorum. ‘Nasıl dinlendirici deÄŸil mi?’ diye soruyor Levent Bey. Cevap vermekte zorlanıyorum. ‘Bazen birbirleriyle yarışırlar. Davudi ötenler var, tiz ötenler var. Ötüş anındaki vücut pozisyonlarına göre, ötüşler Aslan, Kurt, YiÄŸit ve Pus Ötüşü olarak adlandırılır. Fiyatları ötüşlerine göre deÄŸiÅŸir.’ Denizlililer, bu horozları hobi olarak, yıllardır bahçelerinde yetiÅŸtiriyorlar. Bahçeler azaldıkça horozların da nesilleri tükeniyor. Levent Bey, bu horozların tükenmesine razı deÄŸil; ‘biz soyunda iyi ötüşü yakalamak için, nesillerinin özelliklerini gösterecek ÅŸekilde bunları üretiyoruz ve isteyenlere koliye koyup gönderiyoruz...’ Kentin sembolü, aynı zamanda kentin paradoksu da... Denizlililer horoz dövüşüne meraklı. Türkiye’nin bazı baÅŸka kentlerinde olduÄŸu gibi, burada da bahis üzerine, horoz dövüşü yapılan kahveler var. Bu horozlar, hiç de kavgacı olmayan Denizli horozları deÄŸil kuÅŸkusuz. Ancak yine de Denizlililer hiçbir ÅŸekilde onaylamadıkları bu oyun (!) hakkında konuÅŸmamayı tercih ediyorlar.‘Hayır’ dedi, ‘parmaklarınızla yiyeceksiniz.’ ‘Domatesi de mi?’ diye sordum, ‘Evet, bizde çatal bıçak yok’ dedi. Halil Albaş’ın tıka basa dolu, mütevazı dükkanında, kerli ferli, kravatlı, takım elbiseli iÅŸ adamları, şık hanımlar, köyden alışveriÅŸe gelenler ve turistler, ünlü Denizli usulü kuzu fırın kebabının hazırlanmasını sabırla bekliyorlar. Dışarıdan gelen sipariÅŸ üzerine, dört kuzu kellesi üst üste istiflenip kağıda sarılıyor. Vücutsuz bu kelleler, bir torbanın içinde garip duruyorlar doÄŸrusu. Tipik bıyığıyla Halil Bey, Kaleiçi civarındaki en karizmatik kebapçı. AlbaÅŸ ailesi neredeyse bir asırdır, Denizli usulü pideli, kuzu fırın kebabıyla ünlü. MesleÄŸin sırlarını bana anlatıyor: ‘Kebap fırınında, çitlenbik odunu ya da üzüm asmasının yaÅŸlı, kalın gövdesini kullanırız. DiÄŸer odunlar is yapar... Bu lezzetin ilk koÅŸulu, ikincisi de elle yemek...’TRAVERTENLER VE DOKUMAUzun yıllar, Denizli’nin yakınından geçmek için en geçerli neden, Pamukkale’nin beyaz travertenleriydi. Bugün, merkezdeki BabadaÄŸlılar Çarşısı’na ve etrafını saran fabrikalara otobüs dolusu ziyaretçi çeken kent, tekstil sanayiinde yaptığı atılımın meyvelerini topluyor. Bir zamanlar, geleneksel olarak ev atölyelerinde yapılan dokumalar, bugün artık Denizli’nin travertenlerle birlikte anılan ünü ve baÅŸlı başına bir sanayi... Dokumacılığın ünlü bir ismi daha var, Buldan. Anadolu’nun antik kentlerinde dokumacılık önemli bir geçim kaynağı ve geleneksel kültürün ayrılmaz bir parçasıydı. Bugün Buldan, hálá sokaklarında dokuma tezgahı sesinin duyulabildiÄŸi ender yerlerden. Tezgahlarında ünlü sultanlara serpuÅŸ ve cüppe, kızlarına gelinlik hazırlanan Buldan’da, bugün her ne kadar dokumacılık sürdürülmeye çalışılıyorsa da bunun halkına büyük bir refah getirdiÄŸini söylemek zor. Bununla ilgili olarak, iki yıldır TÃœBA (Türkiye Bilimler Akademisi), dokumacılığın ve geleneksel yaÅŸamın yeniden canlandırılması, kadın emeÄŸinin verimliliÄŸinin artırılması ve mimari dokunun yaÅŸatılması için çalışmalar yürütüyor. Bir kaymakamlık kuruluÅŸu olan Belsam Buldan El Sanatları Merkezi de kendi gayretiyle dokumacılığı yeniden canlandırmaya çalışıyor. Burada, 10 erkek zanaatkar tarafından kullanılan tezgahlarda, dokumaların ne büyük bir emekle yapıldığını görebilirsiniz. Buranın ardından, Buldan evlerinde 76 tezgah daha açılmış. Herkes dokumacılığın bütünüyle ve verimli bir ÅŸekilde geri dönmesini istiyor. BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMAfrodisias Stadyumu’nu bir ucundan bir ucuna kat etmekDenizli Horozu’nun 28 saniyelik ötüşünü dinlemekHierapolis Nekropolü’nü güneÅŸ doÄŸarken gezmekPamukkale Termal’de, kimse yokken, antik sütunların arasında yüzmekAfrodisias Odeonu’nun su dolu orkestrasında, kurbaÄŸaların konserini dinlemekDenizli usulü kuzu kebabını elle yemekBuldan’dan yazın örtünmek için beyaz, yumuÅŸak pikeler almakGün batarken, travertenlerin renk deÄŸiÅŸtirmesini izlemekAfrodisias Müzesi’ndeki heykellerin saç modellerini incelemekPamukkale kasabasında, travertenlere bakan bir otelde kalmakÂ
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!