Güncelleme Tarihi:
YÖRENİN LEZZETLERİ
Dökmeden, saçmadan nasıl tantuni yenir diye sorduğumda Soner Bey önünde bir tantuni olsaydı hiç yağ damlatmadan gayet güzel yiyebileceğini söylüyor. Kerebiçi merak edip sorunca sözü Rahşan Hanım alıyor: “Kerebiç Türkiye’ye tanıtılması hatta tüm dünyaya pazarlanması gereken, yemesi çok keyifli, sofistike bir tatlı”. Böyle tatlı tatlı konuşurken Mersinlileri biraz kızdırmak istiyorum ve “Tantuni, cezerye, kerebiç yetmiyor da, Malatya’nın kayısısıyla Ege’nin zeytinine mi göz diktiniz” diyorum. Hemen üçü de itiraz ediyor ve “Onlar zaten bizimdi” diyorlar. “Mersinliler sebzenin, meyvenin en iyisini yer. Bundan dolayı tartışma çıkabilir. Kimseye kötü bir ürün satamazsınız” diyor Soner Bey.
YAPMADAN DÖNMEYİN
- Tantuni, sıkma, ciğer, lagos, jumbo karides, cezerye, kerebiç ve künefeden yemeden
- Şalgam, meyan şerbeti ve Mersin usulü Tarsusi kahveden içmeden
- Hediyelik eşyalardan, cezeryeden, halı, kilim ve rengarenk yazmalardan almadan
- Astım Mağarası’na inmeden, Cennet-Cehennem Mağaraları’nı görmeden, Kızkalesi, Kapızlı ve Anemurium plajlarında denize girmeden, Göksu’da rafting, Bolkar’da trekking ve koylarda dalış yapmadan dönmeyin.
MERSİNLİ ÜNLÜLER
Haldun Dormen, Atıf Yılmaz, Mehmet Coşkundeniz, Tolga Çevik, Didem Taslan, Güzide Duran, Fatma Topbaş, Deniz Oral, Kadir Doğulu, Mustafa Üstündağ.
ÇİĞDEM MÜNEVVER ÖKTEN
Yürekli ve tüfekli
Çiğdem Hanım; iki delikanlı annesi. Çocukluğu babasının ataşe olması nedeniyle uzun yıllar yurtdışında geçmiş. Anne tarafı Mersin Aslan Köylü, baba tarafıysa Artvinli olan Çiğdem Hanım yörüklüğün tüm özelliklerini de genlerinde taşıyor. Siyasi kimliğinin yanı sıra şair ve yazar olan Çiğdem Hanım’ın ‘Mineraller Ülkesi’ diye bir de kitabı var. Ve bu kitap Maden fakültelerinde kaynak kitap olarak okutuluyor. Çiğdem Hanım’a çok sevdiği hemşerileri ‘yürekli ve tüfekli vekil’ diyor, çünkü o partisinin dördüncü sırasından aday oluyor ve kendi deyimiyle oyu aslanın ağzından alıyor.
Bize Mersin’den cezerye ve kerebiçler getirmiş. Diğer hemşerileriyle de o gün tanışıyor. Aralarında bir memleket sohbeti başlıyor ve ortak dostlar, tanıdıklar çıkıyor. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın çok sevdiği ‘Adak’ şiirinin “Sana avuç avuç yıldız getireceğim/Bozulmuş gül bahçelerinden/Sana serinlik getireceğim/Yağmur tanelerinden” dizelerini paylaşan Çiğdem Hanım hemşerilerine sevgisini ve onlarla buluşturacağı hizmetlerini de bu güzel mısralarla özetliyor.
SONER SARIKABADAYI
İnsanları teklifsiz
Beyefendiliğinden ne kadar iyi bir aileden geldiğini, güzel bir çocukluk geçirdiğini anlayabiliyorsunuz. Bu kadar duygulu, yetenekli ve mütevazı bir çocuğu yetiştiren Hasan Bey ve Güngör Hanım’la tanışmak ve tebrik etmek istiyorum. Soner Bey Kahramanmaraş’ta doğmuş. Ancak eczacı babasına Mersinli bir doktor arkadaşının “Ben burada doktor olacağım, sen de eczacılık yaparsın” demesiyle Mersin’e yerleşmişler. Ve Soner Bey Mersin’de doğmasa da Mersinli olmuş. Mersin’in en büyük özelliğinin olumlu önyargı olduğunu, herkesin çok kolay iletişim kurduğunu söylüyor: “Bir gün arıyorum anneannemi, telefonu bir başkası açtı. Herhalde arkadaşı dedim. Ama öyle değilmiş. Geçerken çalan telefonu duymuş, kimsenin açmadığını görünce de açmış. Kapılarda hep açıktır zaten Mersin’de!” Soner Bey; Süper Lig’e çıkan Mersin İdman Yurdu’yla da gurur duyuyor. Mersin’in karşı konulmaz tatları tantuni, sıkma ve kerebiçten konuşmaya başladığımızda da karnının acıktığını söylüyor.
RAHŞAN GÜLŞAN
Anneanne özlemi
Rahşan Hanım öyle canlı, öyle şeker ki sohbet hiç bitmesin istiyorum. Ona “Silifke’nin yoğurdu, bu kadar güler yüzlü kızı kimler doğurdu?” diye soruyorum. Gülerek anne tarafının Tarsuslu, baba tarafınınsa Kilisli olduğunu, Mersin’de doğup büyüdüğünü söylüyor. Önceleri Mersin’e çok da körü körüne bağlı olmayan Rahşan Hanım üniversite için İstanbul’a geldiğinde sıkı bir Mersinli olduğunu fark ediyor ve büyük bir gurur duyuyor: “İnsanların birbirlerini koşulsuz sevdikleri bir yerden geldim ben. Rütbelerin önem taşımadığı, mahalle hayatının bitmediği bir yer. Herkes herkesi tanırdı, tıpkı Perihan Abla Mahallesi’ndeki gibi...” Mekaniğini anlamadığı, ruhunu bilmediği, tamamıyla yabancısı olduğu İstanbul’a geldiğinde 16 yaşında olan Rahşan Hanım, memleketine özlem duyuyor. İnsanların ve yaşanmışlıkların daha önemli bir hale geldiğini söylüyor. İnsanlar derken de ona ‘gubbikkuşu’ diyen anneannesini kastediyor.