Güncelleme Tarihi:
Bir Osman Sınav keşfi olarak “Pars: Narkoterör” ile bu işe girdikten sonra sadece fiziği değil, oyunculuğuyla da konuşuldu İbrahim Çelikkol. Dizilerle yetinmedi, sinemada da adından söz ettirdi. “Fetih 1453”teki Ulubatlı Hasan rolünde filmin en iyisiydi.
Çarşamba günü Kanal D’de başlayacak “Merhamet” dizisinde Özgü Namal’la başrolü paylaşacak olan Çelikkol’la şaşırtıcı tesadüflerle dolu yaşam öyküsünü konuştuk. Doğum gününe denk gelen 14 Şubat’ı ve aşkı da...
Sana simit ve kaşar peyniri ikram ettim, istemedin. Bu ikiliye hayır diyen ilk kişisin. Üstelik ellerimle hazırlamıştım...
- Ne olur anla beni, İzmit doğumluyum ve küçükken o kadar çok simit yedim ki artık yiyemiyorum. Üstelik yeni dizim “Merhamet” için kilo da verdim, artık dikkat ediyorum yediklerime.
Pişmaniye değil miydi İzmit’te meşhur olan?
- O da var ama simit de bir o kadar yaygındır.
Peki, çocukluğundan başlayalım öyleyse. Ben de o arada simidin keyfini çıkarayım!
- Dediğim gibi İzmit doğumluyum. Babam subaydı. İki kardeşiz, bir ablam var. Kolejde okudum. Haylaz ve serseri bir çocuktum. Derslerim kötü olmasına rağmen bütün hocalarım beni çok seviyordu. Ailem her şeyimde yanımda ve destekti.
İzmit’te mi oturuyorlar hâlâ?
- Babamı kaybettikten sonra İstanbul’a geldik. Ben o sırada Bursa’daydım, dayımın yanında. Dayım Uludağ Üniversitesi’nde rektör, ben de orayı kazanmıştım. O dönem profesyonel olarak basketbol oynuyordum. Ta ki okulu bırakıp İstanbul’a gelene kadar. Herhalde bizim ailede tek okumayan benim. Hepsi profesör, doktor. Ama şimdi okulu bitirmeye çalışıyorum.
18 YAŞINDA AİLENİN YÜKÜ BENİM OMUZLARIMA BİNDİ
Okulu bırakıp İstanbul’a gelmenin nedeni neydi?
- Babamın kaybından sonra aileye sahip çıkmak, biraz da para kazanmak için geldim. Aslında ben küçükken maddi durumumuz çok iyiydi. Ailem başka insanları bile kolejlerde okutuyordu. Ama birden iflas ettik, ben de aileme bakmak durumunda kaldım. Bizde bir de ataerkil bir aile yapısı var, babam ölünce ailenin tüm yükü benim omuzlarıma bindi. Babam ölmeden demişti zaten “Bana bir şey olursa ablan ve annen sana emanet” diye. Bir gece yarısı çıktım ve İstanbul’a geldim.
Nasıl yani? Bir anda karar verdin ve hiçbir korkun olmadı mı?
- Hayattan korkmam ben. Hayatın beni kötü şeylerle karşılaştıracağına çok inanmıyorum. Hayatımda hep iyi insan olmayı tercih ettim, iyi insan oldukça da başıma kötü bir şey gelmeyeceğini düşünüyorum.
Kaç yaşındaydın ailenin tüm sorumluluğunu üstlendiğinde?
- 18 yaşındaydım. 99 depreminin sonrasıydı...
Peki ya basketbolcu olma hayaline ne oldu?
- Benim babam milli futbolcuydu, beni basketbola iten de babamdı. Onu kaybettikten sonra bırakma kararı aldım basketbolu. O yaşta çok akıllı düşünemiyorsun, baban seni ona itmiş, normal şartlarda onun için basketbolcu olman gerekirdi, fakat ben başka şeyleri tercih ettim. Ama ileride bir spor okulu açarak basketbol antrenörü olmak istiyorum.
İSTANBUL’DA YOLDA KEŞFEDİLDİM
Önce İzmit, sonra Bursa ve finalde İstanbul... Nasıl bir geçiş süreci yaşadın? Sancılı mı, yumuşak ve hissedilmeyen mi?
- İstanbul’a, ablamın yanına geldim. Ne yapacağımı bilemezken, bir gün adını saklı tutmak istediğim bir kadın Akmerkez’de yürürken önüme geçti ve “Benim ajansım var” dedi, kartını verdi. Zaten o dönemde herkes bana “Manken olsana” diyordu. Hep popülerdim, dikkat çekerdim. Ama İstanbul’a yeni gelmiş biri olarak, bu şehir hakkında konuşanlar beni düşündürdü ve ilgilenmedim. İki ay sonra aynı kadın beni Taksim’de gördü, “Neden gelmiyorsun?” diye sordu. Yine gitmedim. Aradan bir ay geçti, bu defa Beşiktaş’taki bir balıkçıda karşılaştık. “Sana selam bile vermeyeceğim, umursamıyorsun, gelmiyorsun” dedi.
“Bu kadar tesadüf bir işaret olmalı” dedin ve gittin sonunda herhalde...
- Gittim. Baktım koskocaman bir ajans. İçeride tanınmış mankenler, ünlüler, bir sürü insan var. Bense belediye otobüsüyle gelmişim, saçım başım dağınık. Ama daha ilk günümde, Vakko’nun erkek mankeni oldum. Sonra yolum açıldı, yurtiçi ve yurtdışında bir sürü defileye, moda haftasına gittim. Bildiğin patladım.
Peki nasıl bir dünyaydı girdiğin?
- Aslında içinde olmak ve gençlik enerjimi atmak istediğim bir dünyaydı. Mankenlik dönemimde hayatı öğrendim.
Kaç yıl mankenlik yaptın?
- İyi bir mankendim. Altı yıl yaptım, bütün kurtlarımı döktüm.
BANA “ODUN” DİYENLERE ŞİMDİ HAK VERİYORUM
Neden bıraktın peki mankenliği? Başka tesadüfler mi neden oldu buna?
- Laylaylom hayat bir yere kadar. Biraz param vardı, tekstil dükkanı açayım dedim. Mankenlik yaparken sektörü tanımıştım.
Oyunculuk var mıydı aklında bu dönemde?
- Yok, oyunculuk yapmayı hiç düşünmüyordum.
Tekstilden oyunculuğa geçiş hikâyen de ilginç olmalı...
- Tekstil olamadı ki zaten. Taksim’de dükkan tutmaya giderken dolmuş kuyruğunda karşılaştığım bir arkadaşımla “Pars: Narkoterör”ün seçmelerine gittim. Ben aşağıda arkadaşımı beklerken, bir kadın gelip “Sizi yukarı çağırıyorlar” dedi. “Ben arkadaşımla geldim, oyuncu değilim” diyecek oldum, ısrar etti. Zorla yukarı çıktım, karşımda Osman Sınav’ı buldum. Beni görmüş ve konuşmak istemiş. Senaryo verdiler, ona çalışıp tekrar gittim yanlarına, “Rol senin” dediler. Tekstil dükkanı iptal oldu tabii...
Tesadüfen girdiğin bu meslekte eğitim almak ve kendini geliştirmek için bir şey yaptın mı?
- Bana diziden sonra “Adam yakışıklı ama odun” dediler. Oldukça kasıntı bir adamım zaten. O zamanlar “Ben en iyiyim” diyordum, şimdi baktığımda ise hakikaten hak veriyorum onlara.
Ama “Fetih 1453”teki Ulubatlı Hasan rolünde muhteşemdin. Sadece ben demiyorum bunu, pek çok sinema ve köşe yazarı da aynı fikirde...
- Aslında ben kendimi ait hissetmedim bu camiaya. Ve oyunculuğu da bırakma kararı aldım. O tecrübesizlikle nasıl davranacağımı bilmiyordum çünkü. Ama ben bırakmayı düşünürken “Fetih 1453” projesi geldi. “Madem bırakacağım, dur İstanbul’a bayrağı dikip bırakayım” dedim. Sonra o filmi çekerken yine bir gaza geldim, içim coşmaya başladı. “Keskin Bıçak”a da öyle başladım. Ardından bütün köşe yazarları beni yazmaya başladı, birden bire rüzgâr döndü ve daha fazla asılmaya başladım.
DUYGUSAL ADAMIM AŞKI SEVİYORUM
Kıskanç mısın?
- Kıskancım tabii. Bence herkes kıskançtır zaten. İnsan sevdiğini ve değer verdiğini kıskanır.
“Maço değilim” demişsin...
- Kadının sözünün olduğu ve kadına değer verildiği, kadın egemen bir aileden geliyorum ben. O yüzden maço değilim.
Aşk adamı mısın?
- Ben duygusal bir adamım. Aşkı seviyorum.
Ne zamandan beri aşıksın?
- Ben doğduğumdan beri aşığım. Aşk, doğduğun zaman başlayan bir şeydir.
Deniz Çakır’la ilişkin ne zaman başladı?
- “İffet” zamanında. 1,5 yıl kadar oldu.
Güllerle odayı donatıp ona evlenme teklif ettiğin iddiası doğru mu?
- Yok öyle bir şey yahu. Senaryo yazmışlar! Okuyunca “Allah Allah” dedim. Bir de “Yaza kır düğünü yapacaklar” diye yapmışlar!
Evlenmeyi düşünüyor musun peki?
- Yeri ve zamanı geldiğinde elbette evlenirim.
Evliliğin kariyerle çatıştığını düşünüyor musun?
- Hayır, aksine daha da güçlendirdiğini düşünüyorum.
Sevgililer Günü yaklaşıyor. 14 Şubat, aynı zamanda doğum günün, değil mi?
- Evet, 14 Şubat’larda sevdiklerim genelde bana sürpriz hazırlıyor.
Sen yapar mısın sürpriz?
- Yaparım ama benim sürprizlerim sadece özel günlerde değil. Her gün sürpriz yapabilen biriyim.
Neler yaparsın mesela?
- Mesela bir konuda bana doğru yolu gösteren birine geçen gün bir paket gönderdim. Ayağımın altını boyayıp bir kâğıda bastım, altına “izindeyim” yazdım ve çerçeveletip ona yolladım.
Bu 14 Şubat’ta ne yapacaksın?
- Şu anda bir planım yok.
Hayatındaki kadının özellikleri neler olmalı?
- İçten, neşeli, kendine güvenen kadın ilgimi çeker.
150 KANGAL KÖPEĞİM VAR
Çalışmadığın günleri nasıl geçiriyorsun?
- Spor yapıyorum, köpeklerimle vakit geçiriyorum. 150 tane kangalım var. Kangal, dünyanın en güçlü ama en duygusal ve temiz köpeklerinden biridir. Onların hayatımdaki yeri başka. Zaten tek hayalim, bir gün çiftlik hayatı yaşayabilmek.
Elinde tüfekle çekilmiş bir fotoğrafını gördüm ama. Avcılık mı var yoksa!
- Ben doğayı ve hayvanları çok seviyorum. Tüfek kullanmayı da severim ama asla bir canlıya ateş etmem. Havaya, cansız hedeflere ateş ederim. Tüfek alıp onunla yürümek, o oksijeni almak beni deşarj ediyor.
Müzikle aran nasıl?
- Benim dedem, Zeki Müren’in orkestra şefliğini yapıyordu. Küçük dayım, çok iyi darbuka çalar. Annemin de sesi çok güzeldir. Ben de klarnet çalıyorum üç yıldır. Bazen yazlıkta toplanır, Türk sanat müziği geceleri yaparız.
KENDİMİ SÜPERMEN SANIP 3. KATTAN ATLADIM, BİLEĞİM KIRILDI
En mutlu anını hatırlıyor musun?
- Çok mutlu anım oldu. Basketbolda genç erkeklerde sayı kralı olmuştum mesela, ödül vermişlerdi. Hayatında takdir-teşekkür almamış biri olarak inanılmaz mutlu olmuştum.
Mutluluğun formülü nedir sence?
- Oksijen alabilmek. Rahat, huzur, temiz hava.
“Hayatımın en büyük hatası” dediğin bir şey var mı?
- Var. Hem de çok var. Ama hatalar bizleri büyüten, hayata alıştırsan şeylerdir...
En büyük hatan neydi?
- Komik bir şey... Küçükken kendimi çok güçlü ve yenilmez, hatta Süpermen sanıyordum. Van Damme filmleri izleyip camlardan uçmaya çalışırdım, kanlar içinde kalırdım. Hatta bir gün üçüncü kattan aşağıya atlar mıyım atlayamaz mı diye düşünürken gaza geldim atladım ve bileğini kırdım. En büyük dersi o olayda aldım galiba...
İLK KEZ ZENGİN BİRİNİ OYNUYORUM
Çarşamba gecesi Kanal D’de izlemeye başlayacağımız “Merhamet” dizisinde Fırat rolündesin. Nasıl bir dizi bekliyor bizi?
- “Merhamet”, Hande Altaylı’nın “Kahperengi” kitabından uyarlandı. Fırat da bir bankacı. Lüks bir yaşam sürüyor ama aslında köy hayatından çıkıp İstanbul’a gelmiş. Geçmişteki aşkına da çok bağlı. Aşka dair çok şey var hem dizide hem de Fırat’ta...
Diğer karakterlerinle kıyasladığında, Fırat’ın ne farkı var?
- Oynadığım her karakterde ya silahım vardı ya da kılıcım. Bu defa param var. Zenginim.
ÖZGÜ ÇOK TATLI BİRİ
Özgü Namal’la nasıl bir ikili oldunuz? Anlaşabildiniz mi?
- Özgü çok tatlı biri ve ben anlaştığımızı düşünüyorum. Dizi için de doğru kişi olduğunu düşünüyorum.
BIYIKLARIMI MERHAMET DİZİSİ İÇİN KESTİM
Aynaya bakınca yakışıklı buluyor musun kendini?
- Fena bulmuyorum.
Bu arada bıyıklarını kesmene çok sevindim, böyle çok daha genç ve modern görünüyorsun bence. Sen ne düşünüyorsun?
- Geçmişte yaşattığım karakterler sakal ve bıyığı gerektirdi. Şimdi “Merhamet”te bir işadamını oynuyorum. Fırat’ın üniversite yıllarını da canlandırdığım için sakal ve bıyığın olmaması gerekiyordu, kestim.
Empati yeteneği yüksek
Oyuncumuz, çok genç yaşta babasını kaybetmiş. Baba, erkek çocuk için çok önemli bir figürdür. Daha sonra ailesine karşı kendini sorumlu hissetmiş. Kişilik yapısı da buna göre şekillenmiş.
İbrahim Çelikkol’un oynayamayacağı hiçbir rol yok, çünkü empati yeteneği çok yüksek.
Bu arada Kangal da çok özel bir köpektir. Fazla ilgi istemez, özgür, güçlü, kuvvetli ve kudretlidir. Tıpkı oyuncumuz gibi...