Güncelleme Tarihi:
"Ateş Yağmurunda Çırılçıplak" psycedelic rock sound'lu Uzakdoğu esintili bir Demir Demirkan albümü. Çalışma, Simya Müzik ve DMC işbirliğiyle nisan ayının ilk haftası müzik marketlerde...
- Müziği bıraktığınız yönünde açıklamalarınızı duymuştuk, ne oldu da Demir Demirkan geri döndü? Müziği bırakacağım hissi geliyor ara ara. Aslında yapmamam gerekiyor diye bir sürü sebepler buluyordum, her durduğum zaman başka başka projeler çıkıyordu ve kendimi yeniden müzik yaparken buluyordum. Bu albümden önce de “Tamam, albüm yapacağım” diye 3-4 defa çalışmalara başladım, şarkılar yazdım ama olmadı.
- Bu albümde var mı o şarkılar?
Hayır yok, hatta bazı arkadaşlarım “Niye kullanmıyorsun” dedi ama yeni albüme yeni bir fikirle girmek gerekiyor. Onlar eski fikirlerdi. Bir de onlar daha çok sözlü şarkılardı, bu albümün konsepti ise çok farklı. Beş tane enstrümantal şarkı var.
Aslında amaç bulamıyordum yeni bir albüm yapmak için. O enerjiyi yakalayamadım bir türlü.
- Amacı olmak zorunda mı bir albümün?
Benim için evet, fiziksel bir amacı olmak zorunda. Çünkü bir albüm hazırlamak için emek harcıyorsun, üzerinde Demir yazıyor ve insanlar dinliyor bunu. Sonuçta bir tür iletişim sağlıyor. Durduk yere avaz avaz bağırıp bir şeyler söylemek bana saçma geliyor. Bin tane şey var zaten böyle kulağımızı dolduran, bu yüzden de bir amacı olmalı.
- Sertab Erener’le birlikte çıktığınız Uzakdoğu gezisinden mi çıktı bu amaç?
Uzakdoğu seferinden sonra bazı şeyleri daha iyi anladım. Yani batılılar olaylara nasıl bakıyor, doğulular nasıl bakıyor diye iyice inceledim. Her zaman düşündüğüm ve adını koyamadığım şeylerin, aslında binlerce yıldır insanların kafalarını kurcaladığını gördüğüm zaman, ben de kendime göre bir kurgu yaptım kafamda. Başka bir deyişle aradığım sebebi buldum. Daha duygusal ya da daha egosantrik bir albüm yapmak istemedim, hazır olduğu zaman bir şey diyen bir albüm olsun istedim. Geçtiğimiz iki sene boyunca bir şey anladım. Bunu da müziğe çevirmek istedim.
- Ne anladınız?
Vay be, vaktin var mı?
- Var tabii...
Müzikte notalarla 40 dakikaya sığan bir şeyi 40 dakikada anlatmak çok zordur. Yine de anlatmaya çalışacağım. Ben-sen meselesinden çıktı aslında albüm. Ben kimim, sen niye varsın, ben olduğum için sen varsın. Albüm içerisinde bir hikaye var, o da açıklayıcı aslında. Herkes “kendim” der ya, işte kendim kısmını çözdüğümüz zaman kendi evrenimizi kendimizin yarattığını görüyoruz.
- Bu ben merkezcilik gibi bir “kendim” mi?
Alakası yok, herkesin evren dediği bir şey var sonuçta algılarımız yönünde, niyetimiz doğrultusunda bu evren genişliyor, hayatını kaplıyor ve sonuç “hayat” dediğimiz şey oluyor.
- Uzakdoğu gezisi nasıldı? Bilge mi demek doğru olur bilmiyorum ama bu hayat konusunda alim insanlarla karşılaştınız mı?
Gezi çok güzeldi. Master’larla karşılaştık, sanırım onlara usta desek daha doğru olur. Oraya kafanda bir şekille gidiyorsun ama bunu yapmamak gerek. Bir kere ustalar dünya malından elini eteğini çekmiş insanlar değil. En azından hepsi değil. Çok zengin olanları da var, fakir olanları da...
- Nasıl anlaştınız, tercüman mı vardı yanınızda?
Bizim yanımızda yoktu ama bazı ustalar İngilizce biliyorlardı. Bilmeyenlerin de kızı, oğlu çeviri yapıyordu.
- Karşınızda böyle “usta” diye adlandırılan birini bulduğunuzda ne hissettiniz?
Bir kere bir ustayla karşılaştığında en zor şey, ona soracak soru bulamaman. Bir şeylerin cevabını almak istiyorsun, kafanda bin tane soru var ama
- Uzakdoğu'ya gitmek son dönemde inanılmaz popüler oldu aslında. Sadece gitmek değil, kendi kültürümüzün içinde bile bu yörelerden(!) esintiler var... Zen mimarisi, aman feng sui’ye göre döşeyelim evi gibi...
Evet batılılar olarak doğu kültürünü aldık, kendimize uyarladık, burada sattık. Ama orası gerçekten çok farklı. Bir arkadaşım Uzakdoğu’yu çok merak ediyordu; bir gitti, döndüğünde her şeyi bıraktı.
- Neden bırakmış?
Tapınağa gitmiş ve tapınakta dolaşan fareleri görünce çok iğrenmiş. Sonra Türkiye’ye dönüp kariyer yapmaya karar verdi.
- Sizde bu etkiyi yaratmadı ama değil mi?
Ben tapınağa gitmedim, gitmem de. Çünkü tapınak kendi içinde düzeneği olan başka bir yapıdır, bu yüzden reddediyorum onu.
- Albümde bu gezinin yansımaları var, ama oradaki enstrümanları getirip kullanmamışsınız...
Bir tane “erdu” diye yaylı var, ama çok karışmamak lazım. Yani oturup böyle bir flüt çalıp, meditasyon yapıp albümü hazırlamak değildi amacım. Sonuçta ben gitar çalıyorum. Tabii ki kullananlara bir şey demiyorum ama Demir Demirkan müziğinde haliyle gitar olacak. 80’lerde rock modaydı, gitar öğrendim. Günde 8-10 saat gitar çalıştım, şimdi de yapıyorum, bu kadar basit.
- Meditasyon yapıyor musunuz?
Yapıyorum. Günde üç-dört saat... Çin’de yaşamış olan İtalyan bir adamdan öğrendim, ama bir de kendim gidip görmek istedim. Bu konuda beni tetikleyen Tanrılar Okulu isimli kitap da var tabii.
BAŞARI RAKİBE BAĞLI - Demir Demirkan’ın ilginç bir müzik çizgisi var; bir dönem metal, bir dönem rock, Eurovision için pop, şimdi de daha alternatif bir sound... Zor değil mi? Müzik sınırlar dahilinde kalınması gereken bir şey değil. Yine de herhangi bir tarzda yoğunlaşıp bunun en iyisini yapmak daha mantıklı geliyor bana. Popsa en iyisi olmalı. Yani Eurovision’u kazanmaktan daha pop ne olabilir ki? İyi yapılmış her müziği seviyorum ve dinliyorum. - Kenan Doğulu’yu nasıl buluyorsunuz? Kenan 12 tane parça yazdı bu iş için. Ben hayatımda onun kadar hızlı çalışan bir adam daha görmedim. Sonradan daha iyi bir şarkı yaptı ama bu seçilmişti artık. Tabii bu benim fikrim. Bence “Shake It Up Şekerim” sevilecek pop bir şarkı ama Eurovision’daki başarısı rakibe bağlı.