Güncelleme Tarihi:
- Henüz birkaç ay önce yeni bir albüm çıkarmıştınız. Birikmiş besteler mi vardı, yoksa albüm çıkarmak için fazla bekleyemeyenlerden misiniz?
- Albüm çıkarmak için bekleyemeyenlerden olsam sanırım 20-25 yıl önce albüm yayınlamaya başlayabilirdim. Küçük yaşta müzik yazmaya başladığımdan dolayı masamda kayıt edilmeye hazır bir sürü parçam vardı. Fakat geçmişte bunları yayınlamamış olma sebebim, bir bestenin notasının yazılmış olmasının o eserin kayıt altına alınmış olduğunu düşünmemdir. Özellikle klasik anlamda ve de yurt dışında eserleri icra etmek için eski yıllardan beri bu ‘notaya alınmış olması’ yöntemi kullanılmaktadır. Ancak günümüzde nota okuyanların sayısı geçmişteki kadar fazla değil. Yani, demek istediğim müzik eserlerini kayıt altına alma tarzı son yüzyılda değişmişti zaten, ben de bu değişimden daha fazla uzakta kalamadım ve masa üstünde duran parçaları CD’ye de aktardım.
- Colors’ın çalışmaları ne zaman başladı?
- Öncesinde farklı bir konser projesi yapmayı menajerim ve basın danışmanım Şule Uslutekin ile beraber konuşurken, bunu albüme dönüştürmenin iyi bir fikir olacağına karar verdik. İstanbul Hollanda Başkonsolosluğu’nun ‘Colors’ projesinin konserine destek verebileceğini öğrendikten sonra Hollanda’da yaşayan farklı köklerden gelen Hollandalı meslektaşlarımı aradım ve grubu oluşturdum. Sonrasında yeni birkaç parça yazıp 15 yaşımda yazdığım bir parçadan başlayıp çeşitli dönemlerden parçaları da bir araya getirip bir repertuvar hazırladım. Bir provanın, ardından Aksanat’ta bir konser ve albümün kaydı geldi. Tabii buluşmadan önce müzisyen arkadaşlarıma çalışabilmeleri için besteleri göndererek hazırlıklı gelmeleri de çalışmamızı kolaylaştırdı.
- Neden albüm için Hollanda’da yaşadığınız yıllarda aynı konservatuvarda okuduğunuz arkadaşlarınızı çağırdınız? Geçmişte böyle bir hayaliniz mi vardı?
- Ben hayallerini erken yaşlarda gerçekleştirebilen şanslı insanlardanım, yani konservatuvar arkadaşlarımla yaptığım ilk kayıtlar bunlar değil. Ancak bunlar kendi adıma İstanbul’da yaptığım ilk kayıtlar. Bunların da Hollanda’daki okul arkadaşlarımla olması gibi bir hayalim yoktu. Plan, program öyle gelişti. Ancak bu kayıtların İstanbul’da yapılmış olması ve İstanbullu bir plak şirketi olan Ada plaktan yayınlanması benim için daha önemli. Mesela yayınlamayı planladığımız üçüncü albüm tamamen İstanbullu arkadaşlarımla yaptığım kayıtlardan oluşuyor.
İMLÂ HATASI ŞARKININ İSMİNİ DEĞİŞTİRDİ
- Kayıtlardan bahsedebilir misiniz? Ne kadar sürdü, aksilikler çıktı mı ya da kayıt sırasında ürettikleriniz oldu mu?
- Kayıtları İstanbul’da Babajim stüdyolarında yaptık. Hem teçhizat hem de sahip oldukları nitelikli piyano oldukça ilgi çekici detaylar. Benim de kendimi rahat hissettiğim dolayısıyla rahat çalıştığım bir yer. Çalışma sırasında herhangi bir sorun çıkmadı. Yaratısını stüdyoya bıraktığım ve bende gelenekselleşen bir doğaçlama intro çalma durumum var. Birinci albümdeki yavaş parçanın introsu da tamamen uzun bir doğaçlamaydı. Bu albümde de ‘Mountain in Blue’ parçasının piyano girişi o ana ait bir doğaçlamadır.
- Albümdeki size ait eserlerden özellikle sevdiğiniz ya da dinleyicinin ilgisini çekeceğini düşündüğünüz var mı?
- Benim düşündüğüm değil ama albüm yayınlandıktan sonra dinleyicilerden duyduğum kadarıyla ‘Don’t Be Sorry’ ve ‘Mountain In Blue’ oldukça ilgiyle dinleniyor.
- Peki, albümdeki eserlerin isimleri ya da anlattıklarıyla sizin ruh haliniz arasında bağlantı oluyor mu? Hikâyeleri nasıl?
- Kuşkusuz bir bağlantı vardır. Mesela albümün en son parçasının adını 15 yaşımda İngilizcede yaptığım bir imlâ hatasıyla ‘The Pink Wilds’ olarak kaldı yoksa parçanın adını ‘The Pink Winds’ koymayı hayal etmiştim. Yaptığım imlâ neticesinde adı ‘pempe yabaniler’ olarak kaldı. ‘Mountain in Blue’ herkesin içindeki kendi dağı simgeleyen bir parçadır. Yani, herkesin dağı kendine... ‘Don’t Be Sorry’nin adı ‘üzülme’ derken kendi melodisi çok hüzünlüdür, yani kelin ilacı olsa kendi başına sürerdi misalinde... ‘My Dinos’ her ne kadar ‘dinozorlarım’ demek olsa da aslında parçanın adı ‘maydanoz’dur. Yalnızca bir ses benzeşmesi oyunu, aynı zamanda ünlü oyuncu ve şarkıcı Dean Martin’in lakabı da Dino’dur. Kısacası, bir sürü şeye hitafe ve gönderme vardır.
- Parçaların en dikkat çekici yanı nedir sizce?
- Ben kurgu ile gerçek arasındaki farkın; kurgunun mantıklı olması gerektiği olduğuna inanırım. Projelerimde minimalde bir kurgu olmasına rağmen, gerçekliğinin önüne geçmediğini hissediyorum. Bu da projelerimi samimi kılıyor. Ayrıca parçaların canlı kayıt edilmiş olması... Dört arkadaşımla kayda girdik ve çok eğlendik, çocuklar gibi oyun oynadık. Hiçbir stüdyo hilesi kullanmadık kayıtlarda, post prodüksiyondan sonra da iyi bir ses elde ettik sanıyorum.
Baki Duyarlar’ın son albümü Colors’dan eserleri çalacağı konseri 10 Mart’ta Ümraniye Atakent Kültür Merkezi’nde. (216) 328 23 37.
MÜZİSYENLER DE ALBÜMÜN ADI GİBİ RENKLİ
Albümün adı ‘Colors’ çünkü, müziğimi çalan herkes başka renklerlerden geliyordu. Hollandalı olmalarına rağmen aslen Enrique Firpi (davul) Uruguaylı, Eric Calmes (bas gitar) Kurasao’dan ve Stanislav Mitrovic (saksofon) Sırbistan’dan. Ben İstanbullu bir piyanist ve besteci olarak eklendiğimde dört ayrı kültüre sahip ancak müzikte ortak bir dilde buluşan renkler gibiydik.