Oluşturulma Tarihi: Eylül 05, 2004 00:00
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ‘gönüllü AB elçisi’ tayin ettiği isimlerden olan Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, geçen yıl TÜSİAD’ın Berlin bürosunun açılışında, Almanya’nın önde gelen işadamlarından Dr. Ötker’le yanyana düşer. Türkiye’nin AB üyeliğini hararetle destekleyen Ötker, ‘Eğer bu üyeliği istiyorsanız, önce bizim kadınları ikna etmelisiniz. Ben asıl mücadeleyi evde karıma karşı veriyorum. Çünkü Alman kadınları, Türkiye’de kadınların hor görüldüklerine inanıyor’ der. Bu sözlerden esinlenerek bir şeyler yapmaya karar veren Eczacıbaşı, 13 Eylül’de İstanbul’da gerçekleştirilecek, ‘Türkiye ve AB’de Kadınlar: Ortak Bir Anlayışa Doğru’ konulu sempozyumu desteklemeye karar verir. Onun başında olduğu topluluk, AB üyeliğinin Türk kadınına getireceği eşit hakların gerekliliğini savunmaktadır.Bu Türkiye’de bir ilktir; yani ilk kez bir özel kuruluş doğrudan kadın meselesine el atmaktadır. Bu yüzden sempozyumu düzenleyen KA-DER (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) Genel Başkanı Ayşe Bilge Dicleli’nin, ‘Biz yıllardır Türkiye’de kadınlara dair bütün değişikliklerin Avrupa için değil, bizim kahverengi gözlerimiz için yapılması gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz’ sözleri anlamlıdır.Hikayenin sempozyumdan başka bir devamı da vardır; daha sonra Türkiye’de karşılaştıklarında, Dr. Ötker’e sempozyumdan ve ondan nasıl etkilendiğinden sözdeden Eczacıbaşı, ilginç bir cevap alır: ‘Ah çok sevindim. Bu arada benim karım Türk dostu oldu, şimdi Türk sanatçılarla ilgili bir kitap hazırlıyor!’Boğaziçi Üniversitesi’nde Avrupa ülkelerinden yabancı konukların da katılımıyla yapılacak olan ve Türkiye’deki kadın hareketini Avrupa’ya tanıtma amacını taşıyan sempozyumun çıkış noktası, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatmagül Berktay yönetiminde, İnci Kerestecioğlu, Sevgi Uçan, Zeynep Kıvılcım Forsman ve Özlem Terzi’den oluşan araştırma ekibinin hazırladığı, ‘Türkiye’de ve AB’de Kadınların Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar’ başlıklı çalışma. Kitap olarak sempozyuma yetişecek çalışmada Avrupa ve Türkiye’de kadın haklarını karşılaştıran Berktay ve ekibi, bu sayfada çarpıcı örneklerini okuyacağınız şu önemli noktaya işaret ediyor: Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliği yolunda daha pek çok engel aşmak zorunda ama unutmamak gerekir ki bu yolda daha ileride olan toplumlar, bulundukları noktalara birdenbire gelmediler! Ayrıca onlar açısından da daha katedilecek uzun mesafeler var. ‘Bu çalışma biraz onun hatırlatması. Ayrıca kendi kadın hareketimizi Avrupa’ya olduğu kadar, içeriye de tanıtıyoruz.’İNGİLİZ ERKEK KARISINI AÇIK ARTTIRMAYLA SATARDIBatılı toplumlarda genel kanı, ataerkil yapının doğuyla, özellikle de İslam dünyasıyla sınırlı olduğu yönünde; Doğulu, Müslüman kadın, onlar için ‘öteki.’ Aralarındaki farklılıkları hiç dikkate almadan, hepsini özgürleşme yolunda geri kalmış, itaatkar, bağımlı ve aciz olarak tanımlıyorlar. Batı’nın bu bakışında, Çinli kadınların ayaklarının bağlanarak sakat bırakılması, kadın sünneti, Hindistan’daki sati geleneği gibi örnekler etkili. Oysa, böyle düşünen Batılıların çoğu, kadınların kocalarının mülkü olarak kabul edilmesinin en çarpıcı örneklerinden biri olan ‘karı satışı’nın bir İngiliz geleneği olduğundan habersiz. Bu geleneğe göre, 1800’lerde, karısından kurtulmak isteyen ve boşanma olanağı olmayan ya da bu yolu pahalı bulan koca, karısını, boynunda bir kayışla müzayedeye götürür, açık arttırmayla en yüksek fiyatı ödeyen erkeğe satardı. EVLİLİK İÇİ TECAVÜZ 1992’DE SUÇ SAYILDI19. yüzyılın İngiliz toplumunda, kadınların hayatı evle sınırlıydı, oy hakları yoktu, üniversiteye giremiyor, meslek edinemiyorlardı. Evlilikte ise kocalarının iradesine tabiydiler. Evlilik içi tecavüz tümüyle doğal ve yasaldı. Ayrıca Bacon 1736’da kocanın karısını ‘terbiye etme’ hakkını savunurken karısını dövebileceğini ama ‘çok incitmemesi’ gerektiğini belirtiyordu. Bunları çok eski zamanlara ait örnekler olarak düşünüyorsanız... İngiltere’de eviçi şiddet 1975’ten önce yasal platformda tartışılamadı ve ancak 1992’de suç sayıldı. 1832’de kadınlar oy hakkı için kampanya başlattılar ama İngiliz parlamentosu bunu kabul etmedi. Fransa’da, 1848’de genel oy hakkı yalnızca erkeklere tanındı. Almanya’da 1850’de birçok yerde kadınların siyasal toplantılara katılımı yasaklandı. İngiltere’de kadınlar, çocukların velayeti konusunda erkeklerle eşit haklara ancak 1973’te kavuşabildiler. İngiliz kocalar 1970’e kadar, karılarıyla zina yaptığı sabit olan erkeklerden tazminat isteme hakkına sahiptiler; aynı hak, kadınlara tanınmamıştı. Kısaca, kadın hálá kocasının mülkiyeti altında görülüyordu.Eğitim konusunda da İngiliz kadınların mücadelesi çok uzun bir yolculuktu. En zor kazanımlar, tıp ve hukuk alanlarında oldu. 1982 yılında İngiltere’de doktorların sadece yüzde 24’ü kadındı; ABD’de ise bu oran yüzde 7’ye düşmekteydi. Hukuk alanında ise 1955’te kadın avukatların oranı yüzde 3.2’yken 1997’de ancak yüzde 24’e yükselmişti. (Türkiye’de, 2001 verilerine göre yüzde 30) AB’DE HER BEŞ KADINDAN EN AZ BİRİ DAYAK YİYORAvrupa Kadın Lobisi’nin (EWL) 2003 verilerine göre, AB ülkelerinde her beş kadından en az biri kocasından/sevgilisinden şiddet görüyor. İngiltere’de bu oran yüzde 30. Haftada yaklaşık iki kadın partneri tarafından öldürülüyor. Fransa’da her yıl 25 bin, ABD’de her 90 saniyede bir, bir kadın tecavüze uğruyor. İtalya’da 1999 rakamlarına göre, kadınların yüzde 50’si erkek şiddetiyle karşı karşıya. 2004 rakamları daha da çarpıcı: Avrupa’da şiddete maruz kalan kadınların oranı, ülkelere göre yüzde 25-50 arasında değişiyor. Sonuçta, genişleme öncesi verilerine göre, AB’nin çekirdeğini oluşturan 15 ülkenin tamamında 600’den fazla kadın, her yıl aile içi cinsiyetçi saldırılar yüzünden ölüyor. EĞİTİMLİ ERKEK DAHA ÇOK DÖVÜYORÜstelik araştırmalar, gelir ve eğitim seviyesi arttıkça şiddetin etkisinin daha da arttığını belirtiyor. Mesela Hollanda’da şiddet uygulayan erkeklerin yarısının üniversite diploması var. Avrupa’da kadınlara yönelik cinsel ve eviçi şiddet bu kadar yaygınken, yasaların bu konudaki duyarsızlığı ancak son yıllarda aşılmaya başlandı. Eviçi şiddet ve çocuk istismarı, 1970’lere kadar İngiliz yasaları tarafından ‘keşfedilemedi.’ AB içinde de kadınlar aleyhine tüm yasal değişiklikler, ‘kendi kendine’ değil, kadınlar sayesinde, yani ikinci dalga feminist hareketin mücadesiyle gerçekleşti.Türk kadınının 100 yıllık mücadelesiBatı’da kadınların eşitsizliğe, oy hakkından mahrum kalmaya, kamusal alandan dışlanmaya karşı mücadelesi, ‘eksiksiz insan’ ve ‘yurttaş’ olma talebiyle 19. yüzyılda başladı. Benzer bir süreç, elbette farklılıklarıyla, Osmanlı toplumunda da yaşandı. Daha 1868 yılında, Terakki gazetesinde yazan Rabia Hanım, tıpkı Batılı kadınlar gibi tam eşitlik talep ediyor ve ‘Biz de insan değil miyiz?’ diye soruyordu.Cumhuriyetin, 1926 tarihli Medeni Kanun’la şeriat hukukunu kaldırıp, kadınlara yurttaşlık hakkı vermesiyle, kadınlar Osmanlı toplumundan çok farklı olarak kamusal alanda ‘görünür’ hale gelmişti. Ne var ki ‘İslamcı ataerkilliğin yerini, Batıcı ataerkilliğin alması’ sözkonusuydu. Medeni Kanun bir yandan kadınların konumunu yükseltiyor; bir yandan da erkeği ailenin ‘reisi’ olarak kabul etmekten başlayarak, pek çok eşitliğe aykırı madde içeriyordu. Bu yasa, ancak 2001 yılında, kadın hareketinin mücadelesi sonucu değişti.Geleneksel olarak erkeklerin alanı sayılan hukuk, tıp, mühendislik gibi mesleklerde kadınların oranı, Türkiye’de üniversite öğretim üyesi olarak 1940’larda yüzde 42 gibi olağanüstü bir orana ulaşmiştı. Bu oran 2000’de yüzde 36’ya düştüyse de hálá birçok Avrupa ülkesinden daha yüksek. Türkiye’de kadınlar 1934 yılında eksiksiz oy hakkına kavuştular ve takip eden ilk seçimlerde parlamentoya 18 temsilci soktular (Yüzde 4.5). Ancak yasal değişikliklere kültürel değişim de eklenemediği için, Türkiye’de aile içinde ve toplumda geleneksel cinsiyet rolleri varlığını sürdürdü. 1980 sonrası yeni feminist hareketin oklarını yönelttiği hedef de işte buydu.BÜTÜN KADIN GRUPLARI FEMİNİZMDEN ETKİLENDİÇoğunluğunu akademisyenler, meslek sahibi kadınlar, gazeteciler ve öğrencilerin oluşturduğu 1980 sonrası feminist hareketin öncüleri, bağımsız bir kadın hareketini savundular. Yayın faaliyetlerine girdiler, eviçindeki şiddete karşı kampanyalar düzenlediler, Medeni Kanun’da ve Ceza Kanunu’nda yer alan ayrımcı maddelerin kaldırılması için mücadele ettiler. İstanbul’da Kadın Eserleri Kütüphanesi’ni ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nı kurdular, çok sayıda örgüt oluşturdular. Ve bunların tümünü de devlet desteği olmaksızın sivil inisiyatifle başardılar. Üniversitelerde Kadın Araştırma Merkezleri kuruldu. İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KSAUM), 1993’te Medeni Kanun’un kadınlar lehine değiştirilmesi için kampanya başlattı, 2001 sonunda kanun nihayet değişti ve erkeğin evlilik içindeki yasal egemenliği sona erdi. 1993’de, Kadının İnsan Hakları Projesi oluşturuldu, 1997’de Kürt kadınları Diyarbakır’da aile içi şiddete karşı çalışan KA-MER’i, geniş bir kadın koalisyonu da İstanbul’da KA-DER’i kurdular. Bu yıllarda, İslamcı kadınlar da kamusal alanda kendilerine tanınan alanı genişletmek için eyleme giriştiler. Farklı kadın gruplarının siyasal katılımı, 1980’den bu yana Türkiye’deki demokratik hayatı değiştirdi. Farklı kadın grupları, kadınların kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarını dile getirme hakkını savunan feminizmden etkilenmişlerdi. Hareket çoğulcu bir hale gelmişti; farklı ideolojik ve kültürel konumlardan kadınlar birlikte katıldıkları çeşitli kampanyalarda, uluslararası savaş politikalarına karşı çıkmaktan, ‘namus’ cinayetlerine, çevrenin korunmasından Ceza Yasası’nın değiştirilmesine kadar her konuyla ilgili eylemde oldular. Spesifik konular ve hedefler için bir araya geldiler ve daha sonra başka bir hedefte buluşmak üzere dağıldılar. Medeni Kanun’un değiştirilmesi, ‘namus’ cinayetlerinin protesto edilmesi ve Ceza Kanunu’ndaki ayrımcılığın ortadan kaldırılması için yürütülen kampanyalar, hep bu tür politika biçiminin örnekleriydi.BEKARET KONTROLÜ, NAMUS CİNAYETİ HÁLÁ SORUN, ŞİMDİ BİR DE ZİNA VARTürkiye’de kadınların mücadelesi aynı hızla sürüyor. Yeni Ceza Kanunu tasarısına son şeklinin verilmesinde katkısı büyük olan Kadın Çalışma Grubu, son olarak AKP Hükümeti’nin devleti yatak odalarına yeniden sokmak istemesine karşı uğraşıyor. ‘Yeni kanunda tek sorun zina değil, tasarı bu haliyle yasalaşırsa, namus cinayetleri, bekaret kontrolleri, ayrımcılık devam edecek’ diyen Yeni Çözümler Vakfı, ‘İktidar ve muhalet güç oyunlarına ve pazarlıklarına kadınları alet ediyor ve namus cinayetleri, bekaret kontrolleri, ayrımcılık gibi konularda gerekli değişiklikleri yapmak yerine suni gündem yaratıyorlar’ diyor ve yeni taleplerini şöyle sıralıyor: ‘Zinanın suç olma önerisi geri çekilmeli; ‘nitelikli insan öldürme’ maddesine alınan ‘töre saiki’ ifadesi ‘namus saiki’ olarak değiştirilmeli; bekaret testleri tamamen yasaklanmalı; ‘ayırımcılık’ maddesine ‘cinsel yönelim’ ifadesi tekrar eklenmeli; 15-18 yaş arası gençlerin rızaya dayalı cinsel ilşkilerine getirilen yaptırımlar kaldırılmalı; ‘müstehcenlik’ maddesindeki ifade hürriyetini kısıtlayıcı ifadeler çıkartılmalı...’
button