Güncelleme Tarihi:
Bu kitap anamı ağlattı. Hasan Cemal itiraflara başladı ya, ben geri kalır mıyım: Hayatın müzik sesinden iki üç gecemi çaldı. Zaman zaman inanılmaz şaşırdım, korktum, ürktüm. Hatta büzdüm. Ama iyi oldu biliyor musunuz. Hayatın bazıları için ne kadar ‘‘ağır’’ geçmiş bulunduğunu öğrenmiş oldum. Sorularımı hazırladım, Hasan Cemal'in karşısına çıktım. Yine şaşırdım! Açıkçası, (söyleyeceğim biraz ayıp ama) az da olsa ‘‘sıkışık’’ bir adamla karşılaşacağımı sanıyordum. Asla değil! Ya da bana kendini öyle gösterdi. Yani ne sorsam cevap verecek gibiydi. Genç, genç! Zaten bir de insanı hasta edecek kadar genç duruyor. Oysa, orta yaşın sınırında. O dönemleri hiç yaşamamış biri olarak, heyecanla kitapta adı geçen diğer isimlerin de yayınlayacakları ‘‘itiraf kitapları’’nı dört göz bekliyorum...
Bu kitabı okuyunca bir şeyi biraz da dehşetle fark ettim: Bu kitapta kadın yok. Onca anı, onca yıl kadınsız mı geçti?
- Siyasetimiz kadınsızdı.
‘‘Kimse kızmasın, kendimi yazdım’’ deyince insan en azından bir kadın öyküsü de arıyor. Oysa koskoca kitapta sadece 9 yerde var. Bir kaç satırla geçiştirilmiş.
- Onlar oturmuş vaziyette olan, o örgünün içinde yer alan, aynı zamanda bir renk aslında. Bir hoşluk. Ama onun dışında yazdığım olayın kadın boyutu yoktur.
‘‘Esas sevgili’’ ‘‘Devrim’’di, öyle mi?
- Değildi tabii ki! O kadar fanatik olmadım hiç hayatımda. Kendi özel hayatımı, kadınların kendi özel hayatımdaki yerini reddecek kadar gözü dönmüş bir militan değildim. Hiç olmadım.
O dönemde bir kadınla yaşanacak şeyler ‘‘liberallik’’ miydi? Yani siz de kendinizi böyle mi yargılıyordunuz: ‘‘Şimdi liberalliğin gereği yok. El ele tutuşmamak lazım’’ mı diyordunuz.
- Bu kitabın ana eksenini oluşturan Doğan Avcıoğlu'nun bana bir tavsiyesi var. Diyor ki: ‘‘Çapkınlığı ihmal etme. Arada mutlaka eğlen. Yoksa kabız entelektüellere dönersin’’. Bir ikinci tavsiye de: ‘‘Bir yaşa gelince mutlaka yeni bir evlilik yap, hayatın on yıl daha uzar!’’. Çünkü Doğan Bey, o arada üçüncü evliliğini yapıyordu. Ama biz farkında değildik. Bir kadınla yaşanılacak güzellikleri liberallik sayanlar vardı ama ben onlardan değildim.
Kitapta o dönemi anlatan yazılarından faydalandığınız, ‘‘alıntı’’ yaptığınız kadın sayısı da fazla değil. Sekizi geçmiyor.
- Yoo vardı.
CUNTACI KADIN YOKTU
Ama sizin cuntacı takımda yok.
- Maocu, Dev Genç'çi vardı. Ama evet cuntacı kadın yoktu. Demek ki, cuntacılık çok maço bir olay.
Peki bir nevi günah çıkarma. Mı?
- Öyle de denilebilir. Ya da bir psikiyatrın sedirine uzanıp konuşmak gibi bir şey. Deniz Gezmiş'lerin idamı mesela. Bir tür suçluluk duygusu içindeyim ve bunu itiraf ettim. Tüm bunlar bizim kuşağımızın yaptığı işler. Belki bir daha bu acılar yaşanmaz umudu oluyor insanda. Diyorsun ki: ‘‘Tüm bunlar yazılırsa insanlar bir takım şeyleri daha iyi anlar, ben nasıl kendi kendimle daha barışık hale gelebilirsem, toplumlar da kendilerini daha iyi anlayabilir ve kendileriyle daha barışık hale gelebilir’’. Bir tür olgunlaşma süreci olabilir.
Diyorsunuz ki (sayfa 343), Doğan Avcıoğlu okusaydı bu kitabı, ‘‘Kerata, liberal olmuş!’’ derdi ve kızardı. Peki o olmasaydı, Hasan Cemal var olabilir miydi?
- Olurdu tabii. Ama insan tam yoğrulmaya hazır bir döneminde, kişiliği kuvvetli, ideolog yanı da olan, Türkiye üzerine kitaplar yazmış birinden etkileniyor. Ben de etkilendim. Bir tür fedailik, müritlik gibi bir havaya girdim.
Ayıptır sorması kendiniz için bir pişmanlık yasası çıkartıp o yasadan yararlanmaya ne zaman karar verdiniz?
- Pişmanlık yasası gibi bir şey değil. Şöyle söyleyeyim: Yaşadıklarımdan, yaptıklarımdan dolayı pişman değilim. Kendi düşlerime en ufak bir saygısızlık yapmadım. O bir dönemdi, ve bir çok genç gibi ben de isyan ettim. Çünkü isyan edecek çok şey vardı, bugün de var. Hepimizin isyanı farklı oldu.
RUH SAPMASI OLABİLİR
Peki sizce bu bir ruh sapması değil midir? Herşeyi bu kadar günlükler halinde tutmak, biriktirmek, toplamak. Mektupları, kartları saklamak...
- Sabah oturuyorum bütün gazeteleri okuyorum, okurken hızla kesiyorum dört beş makaleyi bir kenara atıyorum. Üç beş arşivim var, toplanıyor onlar orada. O ay sonunda, eğer tasarladığım bir kitap projem varsa, onlar oraya gidiyor, zarfların içine yerleşiyor. Evet biraz titizlik var bende. Ama bir ruh sapması değil. Aslında olabilir de! Şundan dolayı: Şimdi masamın üzeri benim için şu an çok karışık. Sizin için olmayabilir.
Sizinle ilgili en klasik geyik: Cemal Paşa'nın torunu olmanız! Dedenizin varlığı sizi çok etkilemiş görünüyor.
- Dolaylı olarak belki etkilenmişimdir. Bazıları vardır, bazı işleri yaptıkları için kendilerini önemli sayarlar. Bazıları da belli bir yaşa gelince önemli oldukları kanısına varırlar. Bu insanlar bir yere girerken kendilerini hep bir biçimde belli ederler. Ben hiçbir zaman böyle bir duyguya kapılmadım. Önemli miyim, değil miyim o da ayrı da. Evet Cemal Paşa benim ailem, ama ben bir yerlerde onun adını geçirmekten hiç hoşlanmadım. Mesela Cemal Paşa'nın, yani dedemin, suikast sonucu öldürüldüğü Tiflis'e gitmiştik. Suikaste uğradığı yeri gördük. Bu konuda bir yazı da yazdım ama ‘‘Cemal Paşa'nın öldürüldüğü yer’’ diye yazdım, ‘‘Dedem Cemal Paşa’’ demedim. Fakat Sabah'ta birinci sayfaya anons ederken, ‘‘Dedem Cemal Paşa’’ dediler. Oysa yazının içinde böyle bir ibare yoktu. Sonuçta kendisi imparatorluğun önemli adamlarından biriymiş, kimilerine göre imparatorluğu batıran, kimine göre Türkiye'deki Anadolu ihtilalinin tohumlarını atan bir hareketin üç liderinden biri. Doğrudur, ister istemez birçok yerde benim peşimi bırakmadı.
UÇACAK KADAR SARHOŞ
Kitabınızda takma isminizden söz ediyorsunuz: ‘‘Bunalım Hasan’’, ‘‘Garnizon demokratı’’. Bir de ‘‘Gagarin Hasan’’ varmış.
- Mülkiye'de insanlar kendi isimlerinden çok takma adlarıyla tanınırlar. 17, 18 yaşındaydık bir Samsun gezisine gittik. Bir gece çok şarhoş oldum, şimdi büyükelçi olan bir arkadaşım dedi ki: ‘‘Hasan'a bak! Uçacak gibi. Çok sarhoş oldu, Gagarin olsun bunun adı’’. Yani komünistlikle ilgili bir şey değil. Ve ondan sonra adım ‘‘Gagarin Hasan’’ kaldı.
Bir döneminiz Türkiye'yi değiştirmekle geçti. Ama olmadı. Bu kitabı yazarken, yine bir değiştirme talebiniz, isteğiniz gizli de olsa var mıydı? Anladığım kadarıyla türünün ilklerinden biri...
- Hakikaten öyleyse, evet bunun devamının gelmesini temenni ediyorum. İsmi geçen bir çok insan var, onların da oturup gerçeği yazmalarını istiyorum. Çünkü o zaman neyin ne olduğu daha iyi ortaya çıkacak.
Bu kitabı kime yazdınız? Bir ürün olarak değerlendirirsek hedef kitlesi kim?
- Herkese yazdım. Büyüklere yazılmış bir kitap, okuyup kendi yaşadıklarını onlar da yazsınlar diye. Ama küçüklere yazılmış bir kitap aynı zamanda. Bizim siyasi tarihimizi iyi okusunlar, bizim gibi adamların ne herzeler yediklerini öğrensinler.
26 yaşındaki kızınız Elif kitabı okuyunca ne dedi?
- Dün aradı ‘‘Bitiriyorum’’ dedi. Ve ekledi: ‘‘Gündüz, önce Yol filmini seyrettim, akşam da senin kitaba devam ettim. İçimi bir kabus kapladı!’’. Ama samimi bulduğunu da söyledi.
İyi de hala sloganlarla düşündüğünü ima ettiğiniz insanlar size çok sinirlenecekler.
- Yazarken kimin nasıl kızacağını bilerek yazdım. Onları düşünseydim bu kitabı yazamazdım.
GÖRÜNDÜĞÜM GİBİ SIKICI DEĞİLİM
Bu arada merak ediyorum, ‘‘Saygınlık’’ kavramı sizin için çok mu önemli?
- Yok ilgisi yok. Vallahi. Bir hayat tarzı var. Beni yakından tanıyanlar bilir ki, eğlenmeyi, şarhoş olmayı severim. Ciddi olunması gereken yerde olurum ama o kadar. Göründüğüm gibi sıkıcı olduğumu sanmıyorum.
İyi o zaman. Bir itiraf da benden: 29 yaşındayım ve şu yazdığınız kitap bana pek sürreal geliyor. Zaman zaman kadınsız bir tarih belgeseli seyreder gibi oldum. Beni tüm bunların gerçek olduğuna inandırın!
- Bunlar gerçek. Valla. Bazıların uzak gelmesi doğal. Ellisine gelmiş insanlar bile acıyla okuyorum diyorlar. Çünkü onlar da işin perde arkasını bilmiyorlardı. Bana da iyi bir senaryo gibi geliyor. Vaktim olsa bunu film senaryosuna çevirmek gibi bir niyetim vardı. Keşke herkes kendi senaryosunu yazsa.
Peki İlhan Şelçuk?
- Cumhuriyet'te bir çatışma yaşandı. Bir vazo kırıldı. O çatışmada bir kanadın başını çekti, liderliğini yaptı.
Siyasete endeksli bu yaşam birlikte olduğunuz kadınlara nasıl yansıyor? Sıkılıyorlar mı, paylaşıyorlar mı. Yani ne kadar ilgililer?
- Benim bitmiş olan ve yeni başlayan bir evliliğim var. Böyle bir pencereden bakınca, bizim gibi mesleğini bir hayat tarzı haline getirmiş insanlarla birlikte olmanın kolay olmadığını düşünüyorum. Bir dönem ilginç oluyor ama bir dönrem sonra o ilginçliğini kaybediyor.
Komik bir soru: Devrimi nasıl yapacağınıza dair bir dönem müthiş planlar yaptınız ya, ‘‘Şu kızı nasıl tavlayacağım’’ diye hiç plan yaptınız mı?
- Hiç kuşkusuz! Mesela aklıma geldi: 66'da Almanya'daydım, o zamanlar kahve içip kitap okuduğum bir kütüphanede, hiç unutmam, çok hoş bir kız vardı. Ve benim çok sınırlı bir ücretim vardı. Ona ay başında, bakara güller göndermiştim. Tabii tanıştık...
‘‘Bir gün Necla'ya kızıp hapse girmeye karar vermiştim’’ diyorsunuz kitapta. Şimdi bir kadına kızıp (bu durumda Ayşe Sözeri oluyor) hapse girmek ister misiniz?
- Beni Altan Öymen bu düşünceden kurtarmıştı. O gençlik dönemlerinin öfkeleriydi. Hazır hapis de var, kendince bir kaçış oluyor...
50'sinde baba olmak dede olmaktan iyi
50 yaşından sonra ikinci kez baba olmak nasıl bir değişiklik yarattı sizin hayatınızda? Arkadaşlarınız ‘‘Türkiye seninle gurur duyuyor!’’ dediler.
- Ellisinden sonra bir çocuk... Çok yeni bir heyecan.
O yaşta baba olmak dede olmaktan daha mı iyi?
- Tabii ki! Çok hoş ama aynı zamanda insana bir sorumluluk yüklüyor. Kendi önündeki zamanı sınırlı görmeye başlıyorsun. Oysa ilk çocuğunda öyle hissetmiyorsun, biliyorsun ki o okur, mezun olur, çalışır, evlenir, çoluk çocuk sahibi olur. Ama bu yaştan sonra hesaplamaya başlıyorsun ‘‘O üniversiteye başladığında ben kaç yaşında olacağım?’’. Zaman faktörünün sınırlılığı devreye giriyor. Ve bu soru işaretlerine yol açıyor. Yine herşeye yeniden başılıyorsun: Konuşuyor, yürümeye başlıyor, oyun okuluna gidiyor. Hayatın temposu hızlanıyor. Ama hayatın temposunun hızlanması iyi mi kötü mü bilmiyorum...