Güncelleme Tarihi:
NEŞELİ HAYAT'TAN NEŞELİ KARELER
Ünlü oyuncu, geçtiğimiz günlerde de filmde kullanılması gereken düğün fotoğrafı için eşini oynayan Büşra Pekin’le objektif karşısına geçti.
Vitamindan ilham aldı
Erdoğan, Rıza adlı bir adamın trajikomik öyküsünü anlatan “Neşeli Hayat”ın bir alışveriş merkezinde doğduğunu anlattı:
“Üç yıl önce bir alışveriş merkezinde, iki metre boyunda bir vitamin gördüm. Bir promosyon malzemesiydi ve içinde de insan vardı. Kendi kendime ‘Bunun içinde kim var acaba?’ diye sordum. Bu tanıtım şekli, insanı ‘hiçleştiren’ bir yanı olduğu için çok dikkatimi çekti.
Ve ‘Bunun içinde kim var?’ sorusu, sonunda ‘Neşeli Hayat’ meselesini ortaya çıkardı.”
Parayla saadet olmaz
Filmin “Neşe nedir?” sorusuna yanıt aradığını açıklayan Yılmaz Erdoğan, mutluluğu paraya endekslemenin de yanlış olduğunu belirtti: “Neşe direkt parayla ilişkili bir şey midir yoksa paranın ötesinde bir şeyden mi söz ediyoruz? Biz işte bu filmde neşeli hayatın başka bir şey olduğunu anlatıyoruz. Pek çok zengin insanın aslında çok neşeli hayatı yok. Onlar kadar imkanı olmayan ama daha neşeli birçok insan var. Bu ters orantıyı kendi hayatımızda da görebiliriz.”
Bu filmim daha ironik
Yılmaz Erdoğan, hem yazıp yönettiği hem de başrol oynadığı “Neşeli Hayat” filminin çekimlerini bugün tamamlıyor. BKM-Mutfak oyuncularıyla beraber kamera karşısına geçtiği filmde çaresizlikten promosyon malzemesi olan Rıza’nın trajikomik hikayesini anlatan Erdoğan, “Bu filmimde diğerlerinden çok daha net bir ironi var” diyor.
“Neşeli Hayat”ın hikayesi nasıl ortaya çıktı?
- Üç yıl önce bir alışveriş merkezinde, iki metre boyunda bir vitamin gördüm. Bir promosyon malzemesiydi ve içinde de insan vardı. Kendi kendime “Bunun içinde kim var acaba?” diye sordum. Sadece üzeri yazılı bir tişörtle promosyon yapılsaydı, ne ben ne de başkaları içindekini merak ederdi. Dolayısıyla bu tanıtım şekli insanı “hiçleştiren” bir yanı olduğu için çok dikkatimi çekti. Bana değişik bir bakış açısı verdi. Ve “Bunun içinde kim var?” sorusu, “Neşeli Hayat” meselesini ortaya çıkardı. Çekimler sırasında Ömer Hayyam’ın bir dörtlüğüne rastladım. şöyle diyordu: “Yarım somunun var mı, bir de küçücük evin, kimsenin kulu kölesi değil misin, en neşeli hayat senin...” Filmin özeti işte bu... Filme ilk başladığımızda ismi “Happy Christmas Rıza Abi”ydi. Fakat senaryoyu her yazdığımda başka bir şeyle, gerçekliğin katmanlarıyla karşılaştım. ıyi film yapmak, en derinini yakalamaktır.
İyi film yaptınız mı peki?
- Evet, istediğimiz hikayeyi çektik. ıstediğimiz hüzünlü komik yapıyı çektik. Diğer filmlerden daha net bir ironi çıktı ortaya. O yüzden biraz da öykünün merkezindeki kahramanla, yani Rıza’yla da bütünleşen, “güleyim mi, ağlayayım mı” tarzında bir ağabey çıktı ortaya.
Filmde canlandırdığınız karakter, Rıza, o da bir promosyon malzemesi mi?
- Evet. Önce bir promosyon için terlik oluyor, sonra da oyuncakçıda Noel Baba... Filmi en kısa şöyle anlatabiliriz: Müslüman bir Noel baba nasıl olur? Bizim mahallede Noel Baba’lık nedir? Aslında bu, geniş bir metafor. Çaresizlikten, günlük 40 milyona bu işi yapan bir adam bu... Yoklukta da 40 milyon güzel para. Aslında bu adamın esas mesleği aşçılık. Bir lokanta işinde parayı batırmış, sonunda promosyon malzemesi olmuş. Derinine inersek, Rıza statü peşinde... O da yıllarca başkasının yanında çalışmış, iyi-kötü bir yerimiz olsun derdinde bir ağabeyimiz.
RIZA OYNADIĞIM EN NAİF KAHRAMAN
Herkes neşeli hayatın peşinde değil mi?
- Evet, aynen öyle de hangisi o? ınsan ne zaman neşeli olur, bu direkt parayla ilişkili bir şey midir yoksa paranın ötesinde bir şeyden mi söz ediyoruz? Kısacası bu, “Neşe nedir?”i tüm yönleriyle tartışan bir film oldu. Ama fakir edebiyatı yapmıyoruz. Tam tersine parasal meselenin başka, neşeli hayatın başka bir şey olduğunu anlatıyoruz. Pek çok zengin insanın aslında çok neşeli bir hayatı yok. Onlar kadar imkanı olmayan ama daha neşeli birçok insan var. Bu ters orantıyı kendi hayatımızda da görebiliriz. Yoksulluktan daha ziyade yoksunluktan bahsediyorsak eğer; ki Rıza’nın pozisyonu aşağı yukarı böyle... Hayatta istediği rolü oynayamıyor. Orada terliğin içindeki figüran olmayı değil, başrollerden birini istiyor; o terliği üreten olmak gibi... Çabası bu yönde. Aslında bu hepimizin çabasını ifade ediyor. Bir hedefe varmak için yürümek çok neşeli. Ama ondan sonrası neşeli olmayabiliyor.
Hedefe varmak için her yol mübah mı diyor Rıza?
- Öyle şeyleri yok. Benim şimdiye kadar oynadığım en naif kahraman hatta... şartlara göre pozisyon alıyor. Hayat acemisi biri... Çok acayip, yumuşak bir algısı var. Benim için de farklı bir deneyim oldu. Çünkü ben bugüne kadar hep sert, köşeli adamlara denk geldim. Bu öyle değil. Gerçekten kardeşimize aşık oldum. Ayrıca ilk defa ıstanbul’da bir varoş hikayesi anlatma imkanı buldum. O yüzden de çok sevindim.
Hüzünlü, ağlatan bir hikayesi var yani “Neşeli Hayat”ın?
- Komik olsa da olmasa da aslında her şeyi bir şair gibi yazmak isterim. Bir duyguyu önceden hesap eden ve seyirciyi tezgaha çeken bir anlayışım yok. Ben, seyrederken hissettiğim şeyi seyirci de hisseder diye düşünüyorum. Ama bu filmi izlerken göz pınarlarının dolacağını düşünüyorum. Gözü yaşlı ve mütebessim bir ifadeyle seyredilecek bu film.
SETİN ARKASINA YILDIRIM DÜŞTÜ
“Neşeli Hayat”ın diğer filmlerinizden farkı nedir?
- En temel farkı, baştan sona odağında tek bir kahramanın bulunması ve onun değişimi üzerine bir hikayesinin olması. Klasik forma daha yakın... Ben daha önceki filmlerimde hep çoklu anlattım. Senarist bütün rollere eşit mesafedeydi. Burada ise Rıza’nın içinde... ıkinci fark da “Neşeli Hayat” benim oyuncu olarak en yoğun biçimde çalıştığım film... Neredeyse her karede varım. Kamera hep Rıza’nın peşinde.
Rıza, Doğulu bir karakter mi?
- Hayır, Orta Anadolulu.
Filmin başına talihsiz olaylar da geldi. 4 haftalık çekimleriniz çöpe gitti. Flu olduğu görülünce tüm o sahneler yeniden çekildi. Ardından setin yakınına yıldırım düştü. Ne diyorsunuz bu duruma?
- Her aksilik, bir hediyedir. Bunu gözlerimizle gördük. Olan şudur... Milyonda bir olacak, anlaşılmaz bir kamera arızası ortaya çıktı. Öyle bir garip kamera arızası olmuş ki kendi kendine fluya geçmiş. Ama fluya geçmediği yerler de olmuş. O dört haftalık çekimlerin bir haftası kurtarıldı. Kışın çektiğimiz dış görüntüler çok mühimdi mesela, Allah’tan onlara bir şey olmamış. Geri kalanını yeniden çektik. Bütün enerjimizi toplamamız pek de kolay olmadı ama bu aksiliğin daha iyi bir şey çekmemiz için bir tür hediye olduğunu düşündük. Her yönetmen filmini bir daha çekmek ister. Dolayısıyla bu filmi sonsuza kadar rahat rahat seyredebilirim, çünkü her şeyi bir kere daha düşünüp yaptık. O yüzden bu aksilik, filmin kalitesine çok büyük katkı sağladı. Evet, bir de yıldırım hikayemiz var. Geçenlerde şiddetli bir yağmur yağdı, setin hemen arkasına yıldırım düşmüş. Bayağı dumanlar falan çıkıyordu yani...
Dört haftalık çekimleri yinelemek maliyeti artırmadı mı?
- Hayır, çünkü film sigortalydı. O nedenle bu durum sorun yaratmadı.
Aksilikler devam ediyor ama... Bugün benim yaşadığım bir olay var mesela, film çizildiği için bazı sahneleri yeniden çekmek zorunda kaldınız. Gerçekten tuhaf bir durum...
- Bu noktada astrologları ciddiye almak gerek. Ben Akrep burcuyum ve Susan Miller Akrep burcu için şunu söylüyor: “15 Nisan’da mekanik aletlerle ilgili ciddi bir sorun yaşayacaksınız.” Birisi söyleyince dikkatimi çekti. Kadın 15 Nisan diye tarih veriyor ve o tarihlerde milyonda bir olacak bir sorun çıkıyor, kameramız flu çekmeye başlıyor. Ama “Bu tip aksiliklerin hepsi hayra neden olacak” da diyor. Doğru... Her tekrarda filmin üzerine yeni bir şeyler koyduğum için bu tuhaflıklar canımı sıkmıyor açıkçası. şuna hiç şüphem kalmadı aslında, hayat Tanrı’nın yazdığı, kurguladığı, yönettiği bir film. Senaryo sadece her iyi tekst gibi sete geliyor. Bunların önceden yazıldığına dair bir şüphem yok.
Bu filmi “Çok Güzel Hareketler Bunlar”ın oyuncu kadrosuyla çekiyorsunuz. Eski kadronuzdan kimse yok, mesela Demet Akbağ... Neden?
- Evet, yok. Eskilerden Erdal Tosun, Sinan Bengier, Ayberk Atilla var. Daha çok “Mutfak” ekibi oynuyor. “Mutfak” ekibi bunun için yetiştirildi zaten. Benim eşimi Büşra (Pekin) canlandırıyor. Kast çalışmasını kollektif yaptık. Atölyedeki çocukların hepsine “Eşimi kim canlandırsın” diye sordum, tartışmasız Büşra çıktı. Kayınbiraderim Yusuf Lokman rolü için de Ersin (Korkut) seçildi. Hepsini çocuklar belirledi.
GİŞE SEÇİM SONUÇLARI GİBİ
Diğer filmlerinizin gişesi 3 milyondan aşağı hiç düşmedi. “Neşeli Hayat”ın gişesi için bir fikriniz var mı?
- Gişe, seçim sonuçları gibi... Dolayısıyla önceden bilmek çok zor. Ama belli bir gürültü koparacağı belli. Filmden çıkan seyirci, yakınlarına “Mutlaka gidin” derse filmimiz her barajı geçer. Bu, filmin performansına bağlı. O yüzden önceden büyük tantanalar koparmanın manası yok.
Bütçesi nedir?
- Bütçesini bilmiyorum, tutup “bu kadarlık film” diyemem. Ayrıca bu meseleler seyirciyi uyuz ediyor. Artık seyirci de filmlerin kaç paraya yapıldığını biliyor. O yüzden çok fazla üstünde durmaya gerek yok.
Ne zaman vizyona girecek?
- Necati Akpınar kesinleştirdiğini söyledi, 27 Kasım’da vizyona giriyor.