Ham yaparlar insanı, kemiklerin bile kalmaz. İyisi mi herkes kendi güvenlik alanında kalsın ve yıllardır yaptığı işi yapmaya devam etsin... İşte bunu yapmayan bir adam var: Mehmet Ali Birand. O yüzden şu anda herkesin gözü onun üzerinde. Eğri oturup doğru konuşalım, yıllardır televizyonculuk yapıyor ama ne kendisi ne yüzü eskiyor. Hep yeni kalmayı başarıyor. Bu ülkenin yetiştirdiği en mühim, en saygın, en dünya vatandaşı televizyonculardan biri. Şöhreti var, paraya ihtiyacı yok, ailesiyle mutlu, ‘İnsan daha ne ister? Belasını mı!’ diyebileceğiniz bir konumda. Ama kalkıyor, bugüne kadar yapmadığı yeni bir işe soyunuyor. Kanal D’nin ancorhman’i olarak karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Risk alıyor, meydan okuyor. Bu işlerin doğal sayılacağı kadar da genç değil üstelik. Bu bence çok önemli bir şey. Türkiye’deki insanların ihtiyacı olan bir şey. Ondan öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum. Ona başarılar diliyorum, başarılı olacağından da hiç şüphem yok zaten...
Hayırlı uğurlu olsun. 5 Eylül’den itibaren Kanal D Haberler’i açtığımızda karşımızda sizi bulacağız. Bu iyi mi, kötü mü?
- Valla, benim için iyi, sizi bilemem. Benim için yepyeni bir heyecan, yepyeni bir macera. Bugüne kadar hiç ana
haber sunmadım. Her gün yaklaşık 12 milyon insanın önüne çıkacağım. Artık siz karar vereceksiniz: ‘İyi ki geldi bu adam!’ da diyebilirsiniz, ‘Nereden geldi başımıza’ da...
Bu yeni görevinizin sizin hayatınız açısından avantajları neler, dezavantajları neler?
- Hayatım tamamen değişecek. Çok ama çok renklenecek. Sadece iç ve dış politikayla ilgilenen biriydim, ağırlıklı olarak siyasi liderlerle konuşurdum. Şimdi ‘Putin’le de konuşurum Hülya Avşar’la da’ olacak! Bundan böyle Kaya Çilingiroğlu da, Bülent Ersoy da benim konum ve konuğum...
İyi de Bülent Ersoy, Can Tanrıyar’ın programına çıkıp konuşuyor...
- Ne var, benimkine de gelecek. Ben
magazin diye bakmıyorum. Hiç böyle bir kompleksim olmadı. Magazin diye küçümserken bir şeyi atlıyoruz: Magazin, hayatımızın bir parçası. Bu meseleler her evde konuşuluyor. Kanal D Ana Haber’de de konuşulacak. Bizim haber bültenimizde Hülya Avşar da olacak, MGK bildirisi de...
Peki dezavantajları?
- Aslında kişisel olarak bana heyecan vermek dışında, bir avantajı olmayacak. Bilakis, hayatımı zorlaştıracak. Biliyorum Cemre (eşi) ve Umur (oğlu), bundan son derece rahatsızlar. Ben üzülmeyeyim diye rahatsızlıklarını saklıyorlar. Beni daha az göreceklerini biliyorlar...
Kaç yaşındasınız?
- 63.
Hiç mi tereddüt etmediniz?
- Ettim. Zaten bunu ben istemedim. Aydın Doğan, Arzuhan ve Mehmet Ali Yalçındağ istedi. Onların bu kadar istediği bir şeyi yapmamak, bana sanki kaçmakmış gibi geldi. Kendine güvenememekmiş gibi geldi. ‘Kendi çapımda bir şöhretim var, ben onu zedelemek istemiyorum’ diyebilirdim. Ama hayır, benim için bu bir ‘challenge’ idi...
Kime, neye meydan okuyorsunuz?
- Kendime. Önümde 2 yol vardı: 1) Şimdiye kadar yaptıklarımı tekrar ederek, herkesin sempati duyduğu bir adam olarak yavaş yavaş yok olup gitmek, çünkü gerçekçi olalım her şey sonunda bitiyor. 2) ‘Ben hiç yapmadığım bir şeyi daha yapacağım, üstelik onu çok iyi yapacağım’ diye ortaya bir iddiayla çıkmak... Ben ikincisini tercih ettim. Bakalım üstesinden gelebilecek miyim?
GÜVEN FAKTÖRÜ
Bu değişikliğe sizce neden ihtiyaç duyuldu?
- Her şeyi en ince ayrıntısına kadar biliyorum desem yalan olur. Şurası muhakkak ki, Fatih Altaylı iyi bir haberci. Zeten mesele de, ‘Bu haber merkezi iyi işlemiyor, bir değişiklik yapalım, Mehmet Ali Birand’ı getirelim’ değil...
Yani sizin getirilmenizin sebebi Kanal D’nin kan kaybetmeye başlaması değil, öyle mi?
- Hayır. Kan kaybetmiyordu ki. Benden önce de total reytingde daima birinci ya da ikinci oluyordu. Yapılmak istenen, Kanal D’ye yeni bir yüz vermek. Biri gelsin haberlerin ağırlığını artırsın. Bizim ağırlığımız artsın...
Haberleri sizin sunmanızla, diksiyonu düzgün güzel sarışının sunması arasında ne fark var?
- Çok fark var. Esas fark, güven faktörü. Bu farkı Ali Kırca gösteriyor mesela. Ali Kırca ve ekibi güven veriyor. İzlediğiniz zaman diyorsunuz ki, ‘Ben Ali’nin dediğine inanıyorum.’ O anlamıyla Ali, ATV habere çok katkıda bulunuyor. Hayatın tuhaf sürprizlerinden biri de şu: 32. Gün’ü biz Ali’yle birlikte başlattık, şimdi de rakip kanallarda anchorman olarak yarışacağız. Bunlar bana keyif veren şeyler.
Sizin Ana Haber’inizin formülü ne olacak?
- Ben şöyle bir Ana Haber hayal ediyorum: Sizi rahat ettirecek, Türkiye’den ve dünyadan haberleri verecek ama aynı zamanda eğlendirecek. Yani karşınıza soğuk ve kuru, politbüro gibi bir ana haberin çıkması söz konusu değil. Kanal D Haberler, içinizi açsın istiyorum. Oraya, bana gelin istiyorum...
Bu haber tartışmaları hiç biteceğe benzemiyor. Kimileri Ali Kırca’nın sunduğu haddinden fazla magazin haberlerinin onun konumuna yakışmadığını iddia ediyorlar. Haliyle iki seçenek var: Ciddi olmak ama reyting olmayan bir yolu tercih etmek ya da magazinle sulandırılmış bir haber yolunda ilerlemek, onda reyting var...
- Bunun ikisinin arası, ince ayar gerektiriyor ama mümkün. Ali’ye de haksızlık ediliyor bu arada. Zaten haberleri fazla ‘magazin’ bulan AB grubu, itiraf etmiyor ama aslında eğlenmek istiyor. Kimse onların ‘Hafif oluyor, cıvık oluyor!’ eleştirilerini ciddiye almasın yani. Çünkü haberleri biraz ciddileştirdiğiniz zaman esas olarak AB grubu kaçıyor!
En hafif haberleri bile daha kabul edilebilir bir şekilde sunma imkanı yok mu?
- Olmaz olur mu? Bu tabii ekibe ve muhabire bağlıdır. İşler sadece anchorman’in rüzgarıyla gitmez. Anchor’da oturan insanın etkisi, gününe göre yüzde 20 yüzde 25 bir artı getirir. Ama yüzde 75’i ekibin, o metni yazan kişinin, görüntüyü çeken kişinin ve onu pişirip ortaya getiren editöründür. O yüzden ekip çok önemlidir. Kanal D’nin ekibine medyada bu işi en iyi bilen kişiler arasından isimler geldi. Ayşenur Arslan geldi, Deniz Arman geldi, sabah haberlerine Tuluhan geldi, Mustafa geldi...
Şimdiye kadar siz hep parlak insanlarla çalıştınız. Can Dündar, Bülent Çaplı, Mithat Bereket, Cüneyt Özdemir, Rıdvan Akar, Deniz Arman... Onlar mı sizi buldu, siz mi onları buldunuz?
- Kendimle ilgili en gurur duyduğum özelliğim bu: Yetenek avcılığı. Aynı dili konuşan, aynı yere bakan insanları bulmak. Bütün o isimler bana çok katkıda bulundu. Onlar da benden çok şey öğrenmişlerdir ama ben de onlardan öğrendim. İçlerinden birinin bir işini görüp beğenmediğim zaman hálá ararım, ‘Oğlum, sen ne yapıyorsun?’ diye hesap sorarım. Severiz birbirimizi, destek veririz.
Kendinizi insan yetiştirmede kiminle kıyaslarsınız?
- O yönden en bayıldığım Sezen Aksu’dur. Çünkü komplekssizdir. ‘Aman bu yetişmesin de, benim altımda kalsın da, ben yukarıda uçmaya devam edeyim’ demez. Can’lar, Mithat’lar, Deniz’ler, Rıdvan’lar öylesine cevher isimlerdi ki ben ne kadar onları engellemeye uğraşsam da, nasıl olsa onlar günün birinde yine kendilerini gösterecekti. Çünkü cevheri olan kendini gösterir, engel olamazsınız, sadece erteleyebilirsiniz...
Hayat çok kısa, ne istiyorsan onu yap
Televizyon önünde bu kadar çok olmak, insanın aklına ‘Benden iyi aktör olur’ düşüncesini getirmez mi?
- Televizyon işi showbiz. İçinizde bir parça aktörlük yoksa zaten bunu yapmakta zorlanırsınız. Major anchor’larda daima o vardır. O bir bakıştır, bir dönüştür...
Yani bu sorunun cevabı ne oluyor? İyi bir film için teklif getirse, ‘Evet oynarım’ mı?
- Neden olmasın? Hayat çok kısa. Hayatta neyi istiyorsan onu yap. Ne hoşuna gidiyorsa. Ben hep ona bakıyorum. Ben şöyle düşünmüyorum: ‘Efendim, bu yaptığım şey şöhretime zarar verir mi? İmajıma uyar mı uymaz mı?’ Ya da bazılarının dediği gibi ‘Ben bundan ne para kazanırım?’ Benim şu anda abartılı para kazanmaya ya da şöhretime şöhret katmaya hiç ihtiyacım yok. Ben kendi istediğimi yapmak istiyorum. Heyecan duymak istiyorum. Bu yaşımda heyecan duymak ve bu heyecanı seyirciyle paylaşmak istiyorum. Kanal D Ana Haber fikri ortaya çıkınca herkes, ‘Deli misin, hayatını mahvedeceksin, sakın kabul etme’ dedi. Ama ben 5 senedir yaptığım şeyleri yapmaya devam etmek istemiyordum. Hayatımı mahvetmeyeceğim, aksine renklendireceğim.
Yüzünüz aşağı inerse botoks filan yaptırır mısınız?
- Tabii. Hiç öyle kompleksim yoktur. Aynada kendime baktığımda çirkin bir Mehmet Ali görmektense...
Bir anchorman’in hayatta başına gelmesinden en çok korktuğunuz şey nedir?
- Söyleyeceğini unutması. Ben bütün hayatım boyunca ‘Eeeee’ dedim, burnumu kaşıdım, hapşırdım ve şunu öğrendim: Doğal olacaksın. Eski İngiltere Başbakanı’yla söyleşi yaparken bir soru bitti, oysa düşünmüştüm bir sonrakini, Thatcher, ‘Evet?’ dedi, ‘Unuttum’ dedim, ‘O zaman başka bir soru sor’ dedi. Başka bir soruya geçtim. Kompleks duyduğun anda, ‘Eyvah, ben ne yapacağım?’ dersen saçmalarsın. Ben doğal bir anchor olacağım, rol yapmayacağım.
Sizin Türk televizyon hayatına getirdiğiniz bir ekol var mı?
- Bilmem. Belki sadece diplomatların, akademisyenlerin ve belirli kişilerin anlayabileceği konuları anlaşılır bir biçime sokabilmek... Yani basitleştirmek. Ekol mü bilemem ama böyle bir yeteneğim var.
Posta’daki yazılarınızdan memnun musunuz?
- Posta’da çok memnunum hayatımdan. Şimdiye kadar bu kadar komplekssiz yazı yazabildiğim bu kadar büyük tirajlı başka bir gazete olmadı. Oysa, Sabah’ta ve Milliyet’te de yazdım...
Son soru: Siz de kol saati hediye edilen gazetecilerden misiniz?
- Evet! Karımın hediye ettiği bir kol saati var. İnce, eski, 1960 model bir Cartier. Bayılarak takıyorum...
KAYBEDECEK BİR ŞEYİM YOK Kİ
Daha çok cesaretime güveniyorum. Deneyim de bana yardımcı olacak. Ben 32. Gün’e de kameranın ka’sını bilmeden başladım ve öğrendim. Artık ne kameradan korkum var ne de soracağım sorulardan. Kaybedecek hiçbir şeyim yok ki. Ne diyecekler? Mehmet Ali de, Ali Kırca ve diğerleri gibi bu işi sulandırdı. Desinler. Seyrediliyor mu? Önemli olan o...
KİM GİBİ OLMAK İSTERDİ
Ertuğrul Özkök gibi olayları ilginç hale getirerek yazabilmeyi isterdim. Can Dündar gibi yazıların içine insan ve aşk faktörü katabilmeyi isterdim. Hasan Cemal gibi derin ama açık yazabilmeyi isterdim. Bekir Coşkun gibi yazıyı ayrıntılar üzerine kurabilmeyi isterdim. Ahmet Hakan gibi kendi deneyimlerimden komplekssiz olarak söz edebilmeyi isterdim...
EVET KOMPLEKSİM YOK
Çünkü kendimden eminim. Ben başarısız olduğumda da ‘Başarısızım’ derim. İki defa genel yayın yönetmenliği yaptım mesela, ikisinde de beceremedim. Biri Milliyet, diğeri CNN Türk’te. Başarısız olduğumu kendim gördüm ve ne yaptım? Hemen muhabirliğe döndüm. Zaten ben dünyanın en iyi yöneticisi olduğumu hiçbir zaman iddia etmedim...
REYTİNG UĞRUNA İNSANLAR İNTİHAR ETMEYECEK
Reyting eskiden her şeydi. Bugün artık o kadar müthiş bir olay değil. Bir de Ana Haberler, prime time’ın dışına çıktı. Yani eskisi kadar kan revan yok. Kan revan, dizilerde yaşıyor. Reyting, bizi hiç etkilemeyecek değil, etkileyecek ama Kanal D Haber Merkezi’nde insanlar reyting uğruna intihar etmeyecek.