Güncelleme Tarihi:
Okan Bayülgen, bayram için Kelebek okurlarına sürpriz yaptı ve bir günlüğüne muhabir olup Seyfi Dursunoğlu'nun, nam-ı diğer Huysuz Virjin'in kapısını çaldı. Geçmişten günümüze uzanan bol kahkahalı bu bayramlık sohbette, Dursunoğlu hem kendi hayatını anlattı hem de Şirin Ediger'le evlilik hazırlıkları yapan Bayülgen'e laf attı: "Evlenmeni isterim, çünkü dağınık bir hayat yaşıyorsun."
- Ne zaman size gelsem, evinizi bulmakta güçlük çekiyorum. İlk başta telefonda azar işitiyorum, daha sonra buraya geldiğimde "Lokum getirmedin, bir çiçek alıp gelmedin, karnın aç geldin" gibi her türlü adabı muaşeret kaidesi konusunda beni aşağılıyorsunuz.
Siz bunları yerine getiriyorsunuz da ben mi azarlıyorum?
- Hayır ben bunları yerine getirmiyorum ama...
Getirmiyorsun, o zaman niye boşuna konuşuyorsun? Gazeteye röportaj vereceksin diye bana aptal aptal sualler sorma. Köpeğim evden kaçtı, 10 gün sonra evi buldu. Eğer burada namusuna çok güvenilmeyen bir kadın oturmuş
- Aslında müsaade ederseniz sormak istediğim şu... Ben hiçbir eve gittiğimde adabı muaşeret kaideleriyle sorgulanmadığımı fark ettim. Sadece sizin evde sorgulanıyorum.
Buradan sizin ahbaplık ettiğiniz insanların kalitesini anlıyoruz.
- Şunu söylemek istiyorum, demek ki siz sahnede görünen o hoyrat, lafı gediğine oturtan ve vurdum duymaz adamın aksine, evinizde hakikaten misafiri gerektiği gibi ağırlayan ve misafirden de gerektiği gibi davranış bekleyen bir insansınız.
Buna hakkım var ama... Sizler benim çocuğum yaşındasınız, siz daha babanızın sperminde yokken ben Seyfi Dursunoğlu'ydum, Huysuz Virjin'dim. Eğer büyüğünüze gelecekseniz, saygılı olacaksınız.
- Sizin açınızdan, bayramlarda ziyaretin diğer ziyaretlerden farkı var mı?
Var.
- Nedir o?
Genelde sevimsizlik. Çünkü bayramlarda mecbur oldukları için gelirler. Bayramdan bayrama görüşülen ahbaplıklardan nefret ederim. Eğer seviyorsan arada da ararsın, sorarsın, gelip gidersin. Bayramda "Allah kahretsin" kabilinden veya çocukları çoksa onlar bahşiş alsın diye gelirler. Ben de öyle giderdim zaten. Yedi tane amcam vardı, yedisini de dolaşırdım. Sonra ikinci tur yapardım. Yaşlılar vardı, unuturlardı, ikinciye de para verirlerdi. Çocuklar şimdi kapıları çok çalıyorlar.
- Evet çocuklar arsız çünkü, eski terbiye yok. Sizin İstanbul efendisi olduğunuzun farkında değil millet. İnce bıyığınız, bir fesiniz olsaydı, o İstanbul efendisi fotoğrafı tamamlanacaktı. Aslında beni çok aşağıladığınız, bütün programlarda rezil ettiğiniz için, bu güzel tarafınızı ortaya çıkarmak istiyorum.
Rezil ettiğim tarafını mı?
- Gerçekten 77 yaşında mısınız?
Evet, 77 yaşındayım.
- Bu hiç inandırıcı gelmiyor bana. Nüfus cüzdanınızda bir hata olmuş olabilir mi?
Ben yediğim şeylere dikkat ediyorum, daima sebzeyle besleniyorum ve vücudumu çok temiz tutuyorum. Herkes için iyi düşünüyorum. Sahnede yaptığım sadece şovdur. Sahnede bu kadar ters olmama rağmen seyircinin beni sevmesinin nedeni, bunların hepsinin altında bir samimiyet, sıcaklık ve iyilik olmasıdır.
- Bu bağı kurmak için kendine güven yetmez, seyirciye de güvenmek gerekir.
Ben ilk Kulüp 12'de, 1970 senesinde sahneye çıktım. Kulüp 12 o zamanın en kaliteli yeri, istanbul'un en kalburüstü insanlarının gittiği gece kulübüydü. Kalburüstü insanların görüşleri biraz daha ılımlı oluyor. İyi kötü Avrupa görmüş, iyi kötü benzer şovlar izlemiş oluyorlar. Türkiye'de de böyle şovların başlamış olması onları mutlu etti. Bunu kendileri gibi kalburüstü insanlara anlattılar. Kulüp 12 doldu doldu boşaldı.
- Peki şu anda televizyonlara "bu adama program yaptırın" ya da "yaptırmayın" diye baskı kurabilecek güçteki kurumların yöneticilerinin de aynı elit kesimden olması gerekmez mi?
Gerekir ama her gereken şey yapılamıyor.
- Son zamanlarda yaş almaktan ve ölümden söz ediyorsunuz. Ben sizin yaptığınız bütün şovların arşivlenmesini isterdim. Çünkü onlarda anlayış, kültür ve "o gece ne gülmüştük, bir daha yaşayamayız" diyeceğimiz bir eğlence var.
Sağol, teşekkür ediyorum. Herkesin sizin gibi düşünmesini tabii ki isterim.
- Herkes benim gibi düşünüyor zaten...
Herkes derken siyasetçilerden bahsediyorum. Okan, ben yine de Türkiye'de yapılması çok güç bir olayı 40 senedir yapıyorum. Son zamanlardaki pürüzler inşallah kalkacaktır, ufak bir pürüzdü gitti diye düşünüyorum. İyi biliyorum ki doğaçlama olarak dünyada bu işi yapan üç kişiden biriyim. Büyük sanatçıların değeri öldükten sonra anlaşılıyormış.
- Özel gösteriler yapmaya devam ediyorsunuz ama bildiğim kadarıyla.
Hayır, yapmıyorum. İstanbul'un dışında gitmiyorum.
- Neden, yoruldunuz mu?
Bilmiyorum, herhalde biraz doydum.
- Tüm bu zenginliğinizi eğitime bağışladıktan sonra para kazanmanın amacı mı kalmadı?
Hayır, öyle düşünmüyorum.
- Para kazanmanın bir anlamı var değil mi hâlâ?
İstenmek güzel bir şey de, çok eziyetli. Valiz yapıyorsun, kalkıp gidiyorsun, kulisi beğenmiyorsun. Bir de uçak korkum var. Ankara'ya gidebilirim, İzmir'e gidebilirim, onun dışında gidemiyorum. Artık biraz da yaşlılığı kabul etmek lazım.
- Tatile de çıkmıyorsunuz...
Tatile çıkmayı sevmiyorum. Otellere gidiyorum, bütün aileler çocuklarına "Evladım bağır. Tatildeyiz, elinden geldiği kadar gürültü yap, burası tatil yeri" diyorlar herhalde, çocukların o gürültüleri de beni rahatsız ediyor! Açık büfelere dikkat ediyorum, ilk gün büfenin en başında olan yoğurtlu salata, ikinci gün ortaya geliyor, son gün yani kokmaya yakın kaldırılıyor. Taze yemek yemeye alışmış biriyim, niye gideyim de bu lezzeti bırakayım?
- Çok merak ediyorum, siz münzevi bir hayat mı yaşıyorsunuz?
Bir yaştan sonra münzevi hayat yaşıyorsun. Senin de yakında bu hayata girmen lazım, bir gün gelecek ve evden dışarı çıkmak istemeyeceksin.
- Sahnede bu kadar çıldırabilen bir adamın nerede eğlenebileceği bende merak uyandırıyor.
Arkadaşlarımla beraber eğlenirim, ama bir şovun beni güldürebilmesi çok zor. Yaşama uyabilen espriler yapıldığında gülebiliyorum.
- Zorlama esprilere mi gülemiyorsunuz?
Evet. Mesela "Avrupa Yakası"nda bir oğlan var, Engin Günaydın. Dizide "Benim klostrofobim var" diyor. Onu çok muntazam söyleyen bir adam, "lütfen"e "litfen" demez. Komik olsun diye bozuyor aklınca, bana bu çok tuhaf geliyor.
- Şu eğlenme meselesine dönelim, gerçekten en son ne zaman eğlendiniz? Bayram mıydı yılbaşı mıydı?
Özel bir eğlenceden bahsedemeyeceğim, ama benim burada balıkçım var. Tanımadığım insanlarla eğlenir, orayı ayağa kaldırırım.
- Yılbaşlarında yalnız mısınız?
Yılbaşlarında, bayramlarda, doğum günlerinde yalnız kalmayı tercih ediyorum. Hiçbir zaman eğlenmeyi düşünmüyorum.
- Acı mı var hayatınızda?
Acı yok.
- Özlediğiniz birisi?
Tabii ki yaşınız ilerleyince sevdiğiniz birçok şeyi kaybediyorsunuz.
- Mesela bir sevgili, akraba...
Sevgili de olabilir, akraba da... Ama sormak istediğin sevgiliyse, evet uzun zaman beraber olduğum bir sevgiliyi kaybettim.
- Yani hayatını kaybetti bahsettiğimiz kişi...
Evet.
- Çok yakınınızda kim var şimdi?
Arkadaşlarım bile sayılıdır.
- Arkadaşlarınıza karşı da çok mesafeli olduğunuzu düşünüyorum ben...
Mesafe değil.
- Terbiye mesafesinden bahsediyorum.
Orası kesin, öyle de olması lazım. Bir de sanatçı olduktan sonra ahbaplarımın benden beklentileri farklı olmaya başladı. Benden borç para istemeyen kalmadı diyebilirim ve bu borç para verdiğim insanların hepsiyle ahbaplığım bitti.
- Ben salağım o zaman, çünkü ben kaç para istenirse "Yarısını vereyim de geri almayayım" diyorum.
Ama sen büyük paralarla çalışıyorsun.
- Ben hiçbir zaman sizin kadar para kazanamadım.
Sen benim paramın büyüklüğünü nereden biliyorsun? Bir de şuna dikkat etmiyorsun. Seni bir yere çağırırlarsa, gitmezsen, başka biri gidebilir. Ama beni görmek isterlerse, başka biri yok. Alternatifim olmadığı için ben biraz pahalıyım tabii.
- Peki siz ekonomik krizden etkileniyor musunuz?
Çok.
- Ne açıdan? Hiç evden çıkmayan, ara sıra köşedeki balıkçıya giden bir insan nasıl etkilenir?
Terbiyeli ol, sen balıkçıya bile gitmiyorsun.
- Sahnede belden aşağı espiri yapan bir adamın, belden aşağı espiri yaparken terbiye öğretmesi bana çok acayip geliyor. Siz bu terbiyeyi nereden aldınız?
Ailemden herhalde. Ben çok mutaasıp bir ailede büyüdüm. Biz babamızın yanında bacak bacak üstüne atamazdık, yüksek sesle konuşamazdık. Kardeşler birbirleriyle kavga edemezdi. Böyleydi ailem.
- İstanbul'da en çok neyi özlüyorsunuz?
İnsanların birbirlerine saygısını özlüyorum.
- İçinizde kalan bir şey var mı?
İstediğim her şeye sahip oldum, bundan daha fazlasını istemem nankörlük olur.
- Peki kime tahammülünüz yok?
Aptal insana, beceriksiz insana tahammülüm yok.
- Sizin sahnedeki dehanızı aktarabileceğiniz kimse yok mu? Böyle bir teklif hiç gelmedi mi?
Geldi de Okan'cım, bu doğuştan gelen bir yetenek. Egzersizle olmuyor.
SENİN EVLENMENİ İSTERİM OKAN
- Peki siz benim evlenmemi istiyor musunuz?
Ben senin evlenmeni tabii ki isterim, çünkü çok dağınık bir hayat yaşıyorsun.
- Siz de beni televizyondan gördüğünüz kadarıyla tanıyorsunuz demek ki...
Yok, gazeteler eksik olmasın boş sayfalarını sizlerle dolduruyorlar.
- Sizden boş bir sayfa dolmuyor mu hiç?
Hayır, benden ansiklopedi yapılıyor.
- Doğru. Evden çıkmayan bir adamla nasıl boş sayfa doldurulur?
İstemiyorum ki o boş sayfalarda görünmek. Sen şimdi şunu demek istedin, gülüp eğlendin ve artık durulman gerek.
- İşte evliliği yanlış anlamak bu...
Hayır.
- Siz hayatınızda hiç evlenmediğiniz için evliliği yanlış anlıyorsunuz. Evlilik durulmak, çorbanı karıştırarak televizyonun karşısında oturmak değil.
Hayır, onu demiyorum. Sen yine eğlen. Gezmeye alışık insansın, seninle evlenen insan da inşallah eğlenmeyi, sana ayak uydurmayı sevecektir. Evlenme zamanın gelmişti, kendine göre hakikaten cici bir kız bulmuşsun, beğendim. Ama benim sınavımdan geçmesi lazım. Temizlik nasıl yapar, toz nasıl alınır, çamaşır makinesine atletle don havluyla beraber atılır mı?