Güncelleme Tarihi:
Genelkurmay’ın açıklamasına göre de, sınırötesi operasyondan önce 88, sonra 21 PKK’lı askeri makamlara teslim oldu. Jandarma ve Emniyet’in oluşturduğu özel birimler, dağdaki PKK’lıları ikna etmek için aileleriyle bağlantı kuruyor. Kimileri bu yolla, kimileri kendi tercihiyle teslim oluyor. Valiler, jandarma komutanları, emniyet müdürleri, kaymakamlar, eve dönen PKK’lılar için yazılı olmayan bir protokolü uyguluyorlar. Yeşil Kart ya da iş konusunda referans listesinin başında yer almasını, bulunduğu şehirdeki Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Vakfı’ndan yakacak, gıda ve para yardımı verilmesini sağlıyorlar. İşte Cudi ve Gabar, bu politikadan yararlananlardan sadece ikisi. Tabii bu onların gerçek isimleri değil. Ayrı şehirlerde görüştüğümüz bu iki eski PKK’lıya yazıda hangi müstear isimle anılmak istediklerini sorduk. Biri Cudi dedi, diğeri de Gabar. İkisinin de birer dağ ismi söylemesi şaşırtıcı değildi. Yıllarını geçirdikleri dağların onları nasıl etkilediğini ortaya koyuyordu.
CUDİ (27)
10 kardeşin en büyüğü. İlkokul üçe kadar okudu. Babası gibi çobandı. 17 yaşında dağa çıktı. Üç kez kaçmaya çalıştı, yakalandı. Ölmekten başka çaresi kalmadığını düşündüğü için çatışmaların en gözü kara elemanı oldu. Manga komutanlığına yükseldi. İki yıl önce, dördüncü kaçışında başarılı oldu. Hapis yattı, çıktı, evlendi, bir çocuğu oldu.
Çocuğumun okuyup doktor olmasını istiyorum
eşime sevecenim soba yakıp ev süpürüyorum
İki yıl önce sivil kıyafetimle kaçtım. Tabanca, tüfek ve el bombalarını yanıma aldım, bir köye gittim. Beni şehre götürün, dedim, kabul etmediler. Mezranın birinde, bir evin kapısına dayandım. Yedi sekiz köpek etrafımı sarınca bir ağacın tepesine çıkıp seslendim, bir kadın çıktı. Halk önderi olduğumu, arkadaşlarıma ekmek istediğimi söyledim. Silahlı bir adam çıktı avluya. Sen devlet misin, terörist misin, nereden bilelim, dedi. Günlerdir açtım. Bir tarlaya dalıp sekiz kavun yedim. İshal olmuştum. Kurumuş otların arasına uzanıp saklandım. Sabah oluyordu, köylüler beni görebilirdi. Yakında bir karakol vardı.
Nizamiyeden girdim, nöbetçi askere komutanla görüşmek istediğimi söyledim. Kimsin, dedi asker. Gerçek ismimi, ineklerimi kaybettiğimi söyledim. Kimliğimi istedi. Köyden acele çıktım, yanımda yok dedim. Bahçedeki kameriyede oturan komutanın yanına götürdüler. Teslim olmaya geldim, dedim. İnanmadı, şaka yapan bir korucu sandı. Kıyafetimin altına saklı silah ve bombaları yere attım. Geldi alnımdan öptü. Üst araması istedi. Sonra aç mısın, dedi. Karavanada haşlama et, pilav ve cacık vardı. Kaplumbağa ve yılan yemiştim ama üç yıldır haşlama ilk kez yiyordum. O kadar açtım ki. Kuşağı açtım ki midemi sıkmasın. Komutan, hastalanırsın oğlum, çok yeme dedi. Üçüncü tepsiyi yarıda bıraktım. Komutan başka arkadaşların var mı senin gibi, dedi. Teslim olmak isteyen çok, ama askerin yemek vereceğini bilen yok, dedim. İfademi verdim. Cezaevine girdim. Bir süre yatıp çıktım. Ömür boyu yatmaya da razıydım.
GECE ÇIKMIYORUM, SOKAKTA HEP ARKAMA BAKIYORUM
Şimdi evliyim. Çocuğum çok küçük. Okuyup doktor olmasını istiyorum. Eşime karşı çok sevecenim. Ailem bunu yadırgıyor, kılıbık olmuşsun, diyorlar. Soba yakmama, evi süpürmeme kızıyorlar. Kadın dururken nasıl iş yaparsın, diyorlar. Tek başına çarşıya gitmesine izin vermemi akılları almıyor. Batı’daki insan gibi gelişmiş görüyorum kendimi. Dağda feodallikten kurtuldum.
Polis ve jandarmayla içli dışlı değilim. Mesleğim, işim yok. İhtiyar babamın eline bakıyorum. Batıdaki şehirlere gittim, iş için. Birkaç ay sonra beni tanıyan çıkıyor, ajan damgası yiyorum. Gece dışarı çıkmıyoruz, ailecek nöbet tutuyoruz. Ailem de örgüt için can düşmanı sayılıyor çünkü. Gündüz dışarı çıkmak zorunda hissediyorum kendimi. Çünkü komşular beni görmese muhbir olarak operasyona gittiğimi düşünecek. Sokakta hep arkama bakıyorum. Kardeşim, babam beni arkadan takip ediyor. Gün batmadan önce mutlaka eve dönüyorum. Bazen benim gibi teslim olmuş örgüt arkadaşlarımla karşılaşıyorum, bazen de dağdaki bir arkadaşımın babasıyla. Sarılıp kokluyor beni, oğlum gibi kokuyorsun diyor. Nerede olduğunu biliyorsan haber yolla, gelip teslim olsun, diyor.
ŞEHİRDEKİ KABUS ÖLDÜRDÜĞÜMÜZ KÖYLÜ
Bir köylüyü öldürmüştük. Boğazından ve karnından vurulmuştu. Fotoğrafını çekip dağıtacaktık, asker vurdu diye. Köylü vurulunca dereye düştü. Çıkarıp haber verecektik, burada bulduk, diye. Suya girdim, kollarından tuttum. Nasıl olduysa hemen karnı şişmişti. Tam kaldırdığımda boğazındaki delikten ’hıss’ diye bir ses çıktı. Öyle ürktüm ki. Şimdi çoğu gece kabusum oluyor o çıkan ses. Eşim ben sıçrayınca soruyor ne olduğunu. Söylemiyorum. Dağda olan biten hiçbir şeyi de anlatmıyorum ona. Bitti, gitti, geldim, diyorum.
TELSİZDEN AŞIKLARIN KONUŞMALARINI DİNLİYORDUM
Tarladan, bahçeden bahsetmek, radyoda müzik dinlemek yasaktı. Ne zaman Müslüm Gürses’i gizlice dinlesem, köyde sevdiğim kız aklıma geliyordu. Standart marka telefonlar iki hatlıydı. Birinden telsiz hattı, diğerinden otomatik ev ve kulübe telefonları dinlenebiliyordu. Fırsat buldukça nişanlısını, kız arkadaşını arayanları dinliyordum. Uzun uzun aşktan bahsediyorlardı. Örgüt baktı ki ikinci hata ilgimiz çok, telefon dinlemeyi yasakladı.
DAĞDAKİ HAYAT
İçlerinden birinin üzerinde çok güzel deri mont vardı, ona özendim
Fakirdik. Babamla köy köy dolaşıp çobanlık yapıyorduk. Toprağımız, evimiz yoktu. Derme çatma kulübelerde barınıyorduk. Köylere gelen örgüt mensuplarıyla rastlaşıyorduk. Samimiyet kurdular benimle. Bir kış günü gene geldiler. Gel, bize katıl durumu kötü militanların ailelerine maddi yardımda bulunuyoruz, dediler. İçlerinden birinin üzerinde çok güzel bir deri mont vardı. Ona özendim. Burada bir yılda kazandığımı, örgüte katılırsam bir ayda kazanırdım. Ailemden gizli köyden dört kişiyle birlikte bir gece onlarla buluştuk. Gündüzleri saklanıp üç gece yürüdük. Gittiğimiz köylerde hürmet görüyorlardı. Şaşırmıştım. Ağa bizi eziyordu ama örgüt de ağayı eziyordu. Beşinci gün kampa vardık. Bir ay sonra aileme gönderecekleri parayı hatırlattım. Baban gibi binlerce fakir var hangi birine verelim, dedi. Paradan ümidi kesince kaçma yollarını aramaya başladım.
ÇOCUĞUMUZA BİR ŞEY OLURSA HEPİMİZ KORUCU OLURUZ
PKK’nın köylülere emri vardı: Eğer bir militanımızı tek görürseniz yakalayın, bağlayın ve bize haber verin! Bir gece nöbetinde kaçtım. Akrabalarımın olduğu köye gittim. Onlar ev taşırken kamyonun altına saklanıp babamın yanına gidecektim. Haber verilmiş, kamyon hareket etmeden yetişip yakaladılar. Dağda ellerimi ayaklarımı bağlayıp kaya dibine attılar. Kadınlara beni dövme görevi verildi. Tekme ve dipçiklerle. Bir ay sürdü bu işkence. Aşiret haber göndermiş; çocuğumuza bir şey olursa, hepimiz korucu oluruz, diye. Bu sayede beni öldürmediler. Özeleştiri istediler. Korkudan 30 sayfa yazdım, içtiğim sigaraları bile saydım.
İkinci keresinde, üç arkadaşımla kaçtık. PKK’ya yakalanırsak kaçtık sanmasınlar diye silahları bırakmadık. Telsiz yanımızdaydı. PKK bizim için anons yaptı: Dört eski alçak kulaklarını salladı, diye. Kaçanlar için şifre buydu. Afedersiniz, çişimizi dudaklarımıza sürüyorduk, susuzluğumuz bir nebze dinsin diye. Mecburen bizimle kaçan arkadaşın evine vardık. O köyden dağa çok çıkan olduğu için kaçtık demeye utandık. Haber gönderilince babam ziyaretime geldi. Kaçtım desem beni hemen geri götürürdü ama yakalanırsak onu da öldürürlerdi. Tren yakmaya geldik, Hizbullahçı köyünü basacağız, dedik. Ama PKK’ya haber vermişler yine yakalandık. Köylülerin yanında belli etmediler kaçak olduğumuzu.
KARGO SÜLEYMAN EVİNE GİDİP ÇOCUK YAPIYORDU
Kargo Süleyman adında bir tabur komutanı vardı. Onun için vaktiyle bir türkü bestelemiştim: Aman aman Süleyman/ Dişleri büyük Süleyman/ Milis kebap getirdi/ Sensiz yedik Süleyman... Bu yüzden benden hoşlanmıyordu. Kendisine ayrıcalıklar yaratmakta üstüne yoktu. Parası çoktu. Amerikan sigarası içiyordu, kasabadan kebap getirtiyordu. Evliydi. Yasak olduğu halde, evine gidip çocuk yapıyordu. Espri yapıyordu, partiye küçük gerillalar kazandırıyorum, diye. İkinci yakalanışımda beni ona teslim ettiler. Pek sevindi, benimle alay etti. Köylülerin verdiği temiz giysilerimizi çıkarttırdı. Herkes sırayla yüzümüze tükürdü. Günlerce aç, susuz bıraktılar. O sırada helikopterden bildiri atıldı. Ailenize gidin, sıcak çorba için, yazıyordu. Ayağım tökezlemiş gibi yapıp aldım, sakladım. Çok zayıftım o zamanlar. Belimdeki kuşağı sıktıkça sıkıyordum ki midem küçülsün, açlığı hissetmeyeyim. Sonunda Kargo Süleyman, elimize kazma kürek verip mezarınızı kazın dedi. Son sigaramızı içerken telsiz emri geldi, bizi büyük kampa istediler.
Bingöl tarafındaki büyük kampta elim kolum bir ay bağlı kaldı. 40 sayfalık özeleştiri yazdım. Ölümden kurtulmuştum ama bıkmıştım artık. Çatışarak ölmeye karar verdim. Kurşunlar sıyırıp geçiyordu ama ölmüyordum. Hálá izleri var vücudumda. Öldürmek çok olağan şeydi. Mesela dağda iki arkadaş tartıştı, biri diğerini yemeği tuzlu yaptı diye öldürdü. Bu kadar basitti işte. Kahraman muamelesi görüyordum artık. Ödül olarak dağda çok kıymetli çakmak gazı verdiler. Manga komutanı oldum. Emrime verilen dokuz kişiyle çok baskın yaptık. 21 kişilik takım komutanlığına atandığımda hazır olmadığımı söyledim. Akademiye gönderdiler. Devrimi, Lenin’i, feodalizm, kapitalizm derslerini bir türlü anlayamıyordum. İki yıl sonra bir kış günü kaçmaya karar verdim. Ancak 50 metre uzaklaşabildim. Bir mağaranın üçüncü katına çıktım, duman çıkmasın diye ağaçların kabuklarını soyup ateş yaktım. Isınınca uyumuşum. Tekmelerle uyandım, kalk, alçak diyordu bir hemşerim. Sayımda yokluğum anlaşılmış. Hemşerim beni savundu: Arkadaş köylüdür, anlamadığı için siyasi eğitimden kaçtı, dedi.
MUHTARLAR İMAMLAR İKNA ETMELİ
Dağdakiler itirafçı olmak istemiyor ama teslim olmak istiyor. Cezaevine razılar. Orada can güvenliği var, sıcak yemek var, yatak var. Askerle, polisle bu mesele çözülmeyecek. Köy muhtarları, imamlar, hatırı sayılan köylüler ikna etmeli aileleri. İtirafçı olması, yer göstermesi şart değil. Devlet ailelere ulaşmalı. Gitmeler önlenir, gidenler gelir. Gidenler kapana sıkışmışlar. Baharda havalar ısınınca yüzlerce örgüt mensubu, eylem bahanesiyle kaçıp teslim olacak.
DAĞDAKİ RÜYA RÖMORK DOLUSU EKMEK
Dağda en büyük derdim açlıktı. Karnımız hiç doymuyordu ki... Bir gece bir römork dolusu tandır ekmeği girdi rüyama. Bir kürekle ekmekleri ağzıma atıyordum. Bazen kayalıklarda askerlerin attığı boş konserve kutularındaki karıncalanmış ton balığını sıyırırdık. Bizde en özel yemek salça kavurmasıydı. Komutan yemeği denirdi. Kaplumbağayı közde patlatırdık. Hepimizin bitlerle başı beladaydı. Dikiş kıvrımlarına, koltuk altlarımıza sıralanmışlardı. Vücut ısımız yükselince saldırıyorlardı. Yakalayıp ateşe atıyorduk. Dağda çok üşüyorsun başlangıçta. Ama hiç yıkanmayınca kalın bir tabaka vücudu örtüyor, soğuğu hissetmiyorsun. Şimdi böbrek, romatizma ve mide hastalığım var diğer arkadaşlarım gibi.
GABAR (28)
Yatılı bölge okulunda okuyordu. Üç kardeşin ortancasıydı. 12 yaşındaydı, ortaokul ikinci sınıfa geçmişti, yaz tatilindeydi. Bölgenin derslerde ve futbolda en iyi öğrencisiydi. Ünlü bir futbolcu olma hayali kuruyordu. Babası topraksızdı. Yetiştirdiği üç ölçü buğdayın ikisini toprak sahibine veriyordu. O günlerde PKK, "zorunlu askerlik dönemi" başlatmıştı, çocukları dağa kaçırıyordu. Köylerine gelen 35 PKK’lı, 15 yaşındaki iki kızla birlikte onu da kaçırdı. 15 yıldan sonra geçen yıl teslim oldu. Bir süre hapiste yattıktan sonra yeni hayatına başladı. Evlendi, birkaç ay