Emin ÇÖLAŞAN
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 02, 2002 01:40
Çölaşan, birinci elden aldığı bu çok özel bilgileri yazmak konusunda bir hayli tereddüt etti. Ancak sonunda, kamuoyunun Başbakan'ın durumunu bilme hakkı olduğuna karar vererek yazdı. Yine de bazılarını yazmaya eli varmadı.
SEVGİLİ okuyucularım, bugün size aktaracağım her şey doğrudur. Lütfen dikkatle okuyunuz.
Ecevit'in yapılan tetkiklerinde şu sonuca varılıyor:
Beyin, kalp, böbrek ve karaciğer son derece düzgün. Kan değerleri çok düzgün. Sanki 10 yaşında sağlıklı bir çocuğun değerleri. Şeker, lipit, kolesterol ve diğerleri çok iyi.
Şimdi diğer gerçeklere gelelim.
Bülent Bey
78, Rahşan Hanım
81 yaşında. Evlerine kimseyi almıyorlar.
Yemek yapacak, ortalığı toparlayacak bir yardımcıları yok. Devletin verdiği hemşireyi bile eve almıyorlar. Hemşire nöbet kulübesinde bekliyor.
Rahşan Hanım'ın da yaşlılık sorunları var. O haliyle kocasına bakamıyor, temizliğine özen gösteremiyor.
Bülent Bey ilaçlarını düzgün almıyor, alamıyor. Örneğin,
2 saatte bir alması gereken bir ilacı var. Bu ilaç düzenli alınacak ki, beyinle dil arasındaki ilişkiyi kursun ve düzgün konuşabilsin. İlaç düzenli alınmıyor.
Doktorların eve gelmesini istemiyorlar.
Bülent Bey yatakta olması gerekirken, kapıyı çoğu zaman o açıyor.
Rahşan Hanım içeriden sesleniyor:
‘‘Ayy, ben iş yapıyordum, zili duymamışım.’’
Bülent Bey'e bacağındaki arıza için
kasığına kadar özel çorap verilmiş. Kapıyı bir açıyor ve çorap ayak bileklerinde. Çelik korse çözülmüş. Doktorlar ne yapsın, belki çıldırma aşamasına geliyorlar ve çok kibarca uyarıyorlar.
Hastaneye yattığında bütün derisinde
kabarmalar ve
lekeler var. Cildiye uzmanları bunları önce bir hastalık zannedip incelemeye alıyor. Sonra görülüyor ki, bunlar iyi yıkanmadığı, iyi temizlenmediği için oluşmuş şeyler. Hastanede her tarafı güzelce yıkanıp paklanıyor, pamuklarla siliniyor. Cildinin temizlik sonrası aldığı renge
Rahşan Hanım bile şaşırıyor...
‘‘Meğer senin ne güzel tenin varmış Bülent’’ diyor.
Bülent Bey'in iyice uzamış ve bakımsız kalmış el ve ayak tırnakları da hastanede güzelce kesiliyor, temizleniyor. Ellerine bir güzellik geliyor, ayakları rahat ediyor.
* * *
Şimdi işin daha
vahim bir boyutuna geliyorum. Başbakan'ın, hastaneye geldiğinde resmen
‘‘AÇ’’ olduğu görülüyor. Eksik ve yanlış beslendiği ortaya çıkıyor. Evinde yıllarca tek taraflı
-çoğunlukla çay, bisküvi, kuru şeyler- ile beslenmiş. Bu durum kan tahlillerinde açıkça ortaya çıkıyor. Bu
‘‘açlık’’ ve
tek taraflı beslenme nedeniyle, verilen bazı ilaçlar etkili olmuyor. Hastanede sıkı ve düzenli bir beslenme rejimi uygulanıyor. Sebze, meyve, diğer gıdalar, vitamin ve mineraller veriliyor. İlaçları düzenli içiriliyor ama bu düzen, eve çıkınca yine kaybolup gidiyor.
Akıllarda, aylardan beri bir soru var:
Ecevit bu durumuyla başbakanlık yapabilir mi?
Bu sorunun yanıtı şöyle veriliyor:
‘‘Beyinsel olarak yapabilir ama tekerlekli sandalye kullanması ve yanında sürekli doktorlar olması koşuluyla.’’
Neden tekerlekli sandalye? Doktorlar en çok
kalça kırığından korkuyor. Evinde düşüp kalçasını bir kırsa, iş bitti. Sonrasını doktorlara sorun! Kemikleri kırılmaya zaten uygun. Ama kalça kırığı en kötüsü. Bu olursa, geriye dönüş yok.
Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne son gidişinde bu yüzden
arka kapıdan girip çıktı... Çünkü
7 basamaklı ön merdivenlerde yine de düşme riski vardı. Şimdi her önlem, kalça kırığını önlemeye yönelik.
Evindeki düzen belli. Ortalık dağınık ve karışık. İçeriye kimseyi almayan, yeterince bakılmayan, beslenmeyen, temizlenmeyen, ilaçlarını düzgün almayan bir Başbakan ve yanında onu yönlendiren, her şeye karışan, pek çok yanlış yapan ve yaptıran
81 yaşındaki
inatçı ve
hükmedici karısı!
Yetkili kimseler bu açıdan şu değerlendirmeyi yapıyor:
‘‘Dışarıdaki yaşamı, belki evdekinden daha güvenli olabilir... Çünkü dışarıda iken yanında hep birileri var. Bu durumda düşüp kalçayı kırma riski evdekine göre daha az.’’
* * *
Sevgili okuyucularım, yukarıda çok özetle aktardığım ve hepsi de
gerçek olan şu tablo, insanı gerçekten üzüyor...
Ve lütfen biliniz ki, bazı şeyleri yazmadım. İnsan olarak yazmaya elim varmadı.
Ortada
fiziksel bir hastalık tablosu var. O kesin.
Ancak ortada bir de ailenin yaşam biçiminden kaynaklanan ve Türkiye'yi etkileyen
psikolojik tablo var ki, hem
bozuk, hem de çok daha
acı ve
üzücü.
Belki de öncelikle çözülmesi, tedavi edilmesi gereken hastalık tablosu bu!