Güncelleme Tarihi:
Ychorus (İkorus), yaşları 22-29 arasında değişen 13 gençten oluşan bir vokal topluluğu. Geçen yıl Roxy Müzik Günleri'nde aldıkları Jüri Özel Ödülünün yanısıra, Boğaziçi ve Bilgi Üniversitelerinde verdikleri konserlerle tanınıyorlar. İki yıllık bir çalışmadan sonra çoksesli türkü düzenlemeleri ve kendi bestelerinden oluşan ‘‘Renkler’’ adındaki ilk albümleri Ada Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. Türkiye'nin ilk popüler çoksesli çalışması olarak tanımlanabilecek albümde caz, latin, reggae gibi farklı türlerin etkileri duyuluyor. Koro şefi Haluk Polat'la ve bir araya gelebilen grup üyeleriyle albüm üzerine konuştuk.
Nasıl bir araya geldiniz?
Biz 93'te çalışmaya başladık. Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü'nde bir koro çalışmamız vardı. Belgin ordan mesela. 95'te bir müzik atölyesi çalışması olarak yeniden başladık. Ocak 96'da Boğaziçi Üniversitesi Rock Korosu adını aldık. Haziran ayında Ychorus olmuştuk.
Daha mı kalabalıktı koro?
Evet. 25-30 kişiydi. 13 kişi ayrılarak Ychorus'u oluşturdu.
Neden ayrıldınız?
Koro, üniversite bünyesinde yapılan amatör bir çalışmaydı. Biz daha profesyonel ve daha bağımsız çalışalım istedik. Rock korosundan arkadaşlar arasınadn küçük bir seçme yaptık Devrim'le beraber.
İsmi nerden buldunuz? Kimin fikriydi?
İsmi ben buldum. Bir kelime oyunuyla İkarus'a gönderme yaptık. Aslında Boğaziçi Müzik Topluluğu gibi yeni bir yapı kurmak istedik. Bu yapı içinde sadece Ychorus, Xchorus, Zchorus'lar olabilirdi.
Bu kadar kalabalık bir arada nasıl duruyorsunuz? Sopa kimde?
Sopa başlarda bendeydi, sonra bıraktım. Gerek de kalmadı. Genel koro mantığından farklı bir şey yapmak istedik. Bir koro şefinin notaları verip koroyu çalıştırmasından öte, insanların altyapıyı, ezgiyi kendi içlerinden geldiği şekilde yorumlamasıydı önemli olan. Ortadaki melodiyi insanlar hep daha ileriye taşıdılar, yaratıcılıklarını sergilediler. Bu da tüm tartışmalara rağmen, kurduğumuz yapıyı iki yıl bir arada tuttu. Bunun handikapları da var. Bir teknik yönetici yok. Herkes diğerlerini kabul etmek durumunda kaldı.
Anladığım kadarıyla bunun zaman kaybı dışında pek bir zararı olmamış.
Evet. İki yılın sonunda ortaya çıkan bir albüm var. Tek bir yönetmen olsaydı belki daha fazla şey yapılabilirdi. Herkesin bu kadar içinde olduğu bir yapı olmazdı.
Besteleriniz de güzel, neden bu kadar çok türkü var albümde?
Bu işe başladığımızda bugünkü gibi bir türkü furyası yoktu. Türkülerin içindeki ezgiler çoksesliliğe çok uygun olduğu için çalışmalarımıza türkülerle başladık. Türkülerden edindiğimiz deneyimle kendi bestelerimizi yapmaya başladık. Ama bir türküyü düzenlemek, beste yapmaktan çok daha kolay. 12 kişinin beste yapması ise sanıldığı kadar kolay olmuyor. Ortaya bir altyapı ya da melodi koyuyoruz. Bu, 12 kişi arasında deviniyor. Enstrümanlar işin içine girince, parçayı bambaşka bir yerlere sürüklüyor. Ortaya çıkan sonuç verimli değilse kimse o parçayı sahiplenmiyor. Bu albümdeki on bestemizden sadece beşini sahiplenebildik. Ama diğer albümlerde daha fazla parça olacaktır sanırım.
Çokseslilik çok da ön planda değil. Neden?
Biz koro olarak yola çıkmadık. Biz vokal topluluğuyuz. Hem bir koro, hem de solist-geri vokal gibi söylüyoruz. Bazı parçalarda bir koro düzenlemesi duyuluyor. Bazılarında ise solistler ön planda, diğerleri geri-vokal yapıyor.
Nasıl tepkiler aldınız şimdiye dek?
İki senedir üniversite çevrelerinde verdiğimiz az sayıda konserle küçük de olsa bir dinleyici kitlemiz oluştu. Bu açından baktığımızda yaptığımız işin Türkiye şartları için çok sıradışı olduğunu düşünmüyoruz. Kısa sürede hazırlanmasına rağmen çok olumlu eleştiriler aldığını söyleyebiliriz albümün. Gerek profesyoneller, gerek amatörler, gerekse dinleyici konumundaki insanlar genelde olumlu görüş bildirdiler.