Çok tutucuyumdur

Güncelleme Tarihi:

Çok tutucuyumdur
Oluşturulma Tarihi: Ekim 23, 1997 00:00

Haberin Devamı

‘‘BAŞÖĞRETMEN TELEVİZYONCU’’ AYŞE ÖZGÜN

Good evening! How are you? Our names are Aslı and Mutlu. What's your name?

- Ha ha ha...

Özgün ailesi topyekün televizyonu fethetmiş durumda. Kendi televizyonunuzu kurmayı ne zaman düşünüyorsunuz? ÖTV mesela...

- Güzel olurdu. Şöyle gençlik televizyonu gibi bir şey ama çok para lazım. Bizde yok ki o kadar...

Peki siz ailecek oturduğunuz zaman ne yapıyorsunuz? Işıkçı, kameraman, montaj, program, muhabbetleriniz sürekli bunlar etrafında mı dolaşıyor?

- Bir oturabilsek ailecek. Sizin sayenizde toplandık bu akşam. Hakikaten televizyon programlarından konuşuyoruz.

Nasıl ailecek aynı işi yapıyorsunuz?

- Ben 89'da başladım. Aile yapısı olarak ve aile arası iletişim olarak çok ahenkliyiz. Doğduklarından beri üç kardeş hiç kavga etmemiştir mesela. Bu ahengi bulmak çok zor hayatta. Küçüklüklerinden beri bir aile şirketi kurmayı istiyorduk ama istikametini bilmiyorduk. Eşim de ben de memurduk, hep başkaları için çalıştık ve hep başkalarını yükseltmek için. Bizim çocuklarımız böyle bir ahenk içindeyse neden başkaları için çalışsınlar diye düşündük. Başından beri televizyonu düşünüyordum. Dallas vardı ya, her cuma bütün Türkiye dururdu. Ve onun sonunda Lorimar çıkardı. İşte ben de ona vurgundum. Dedim ki bir gün Lorimar gibi bir şirketim olsa...

Oldu mu bari?

- Yavaş yavaş olacak galiba.

Eğitimi düzeltmek uğruna

Siz topu topu sekiz yıl önce, yani 44 yaşındayken başladınız televizyonculuğa. Neden o kadar geç?

- Ben Türkiye'ye teknoloji transferi yapan uluslararası bir şirketin Türkiye temsilcisiydim. Bütün sanayi sektörlerine girip çıktığım çok ciddi bir işin içindeydim. Ancak Türk eğitim sistemini hiçbir şekilde tasvip etmiyordum ve değişebileceği ihtimalinini de görmüyordum. Onun için çocukları bu sistemden çıkarmak hevesiyle eşimle beraber yurtdışına çıktık. Eşimin işlerini ayarladık ve Londra'ya gittik. Sonra Malta Adası'na sonra da Los Angeles'a gittik. Orada televizyon ve sinemanın tam göbeğine indik.

O zaman mı esinlendiniz?

- Çocuklar üniversiteye başlayınca benim aklımda bu film sektörüne girmek vardı. Ben de Türkiye'den gittiğimde ayy şu çöplere bak, ayy bu ülkede yaşanmaz, ayy trafiğe bak psikozundaydım. Yurtdışına çıkınca bunların ne kadar yanlış düşünceler olduğunun farkına vardım. Beynim birden Türkiye lehine açılmaya başldı. Ben tek bir kişi olarak ne yapabilirim diye düşünmeye başladım ve tek aletin televizyon olduğuna kanaat getirdim. Milli eğitimi düzeltmek benim harcım değil. Şimdi yaptığım iş üstüne düşünmeye başladım. Oradaki talk şovları yakın takibe aldım.

Şovları izlerken, izlerken mi oldu?

-Şans bana güldü. Cem Duna gel dedi ve ben TRT'de sabahları 9:15-9:45 arası ilk talk şova başladım. Çığ gibi bir tepki halktan, ikinci dönemde salı akşamına aldılar, prime time. Türk halkına nasıl yardım edebilirim, hareket noktam benim. Sonra yönetim değişti, beni çağırıp sen Türk halkını düşündürüyorsun, Türk halkı düşünmemeli, televizyon bir eğlence aleti diyerek beni TRT'den uzaklaştırdılar. Sonra TRT'ye tekrar geri gittim. Cuma geceleri orada program yaptıktan sonra ATV'den teklif geldi. Çok mutluyum, istediğimi yapabiliyorum.

Nedir sizin istediğiniz?

- Şimdi ülkeyi geliştiren tek unsur var, insan. Bu kişileri çok iyi yetiştirmek zorundayız. Benim programlarında devamlı üstünde durduğum konu bu. Çocuğu dövmeyeceksin, sayacaksın. 13 tane çocuk doğurursan 13'ünü birden sayman mümkün değil. Bütün hedefim anneler. Babaları bir kenara koyuyorum.

Size program yapmıyorum!

Ama programlarınızda sadece eğitim konusuna yer vermiyorsunuz.

- Benim programımın içeriği üçe bölünmüştür. Yüzde 33 benim tercihim, yüzde 33 halkın tercihidir, yüzde 33 de bilim adamlarının, hukukçuların tercihidir. Program kamuoyunun kendini ifade edebileceği bir platform. Ben orada bir aygıtım. Tabii ölçüyorum, görüyorum onun merakını. Onun merakı fal, reenkarnasyon böyle şeyler. O yüzden bunlara da yer veriyoruz. Ben yine de Şırnak'a yatırım yapan kadınları, sekiz yıllık eğitimi filan yapıyorum. O zaman reytingim 1.3, ama bir falcı çıkardığımda 4 nokta bilmem kaç oluyor.

Ne kadar işe yaradığınızı düşünüyorsunuz?

- Çok işe yaradığımı düşünüyorum. Türkiye konuşuyor! Sabah kuşağında prime time gibi reyting alabiliyorum. 100 program içinde 27. olmak ne demek?

Peki sizin verdiğiniz mesajları hakikaten insanlar benimsiyor mu? Mesela size hiç ‘‘ben çocuğumu eskiden kıyasıya döverdim, sizden sonra artık hiç yapmadım’’ diyorlar mı?

- Tabii. Mesela küçücük gecekonduda dört çocuk anne ve babayla aynı odada yatıyor. O çocukların arasına hiç olmazsa gece uyurken yastık koyuyorlar artık. İşte bu bana yeter. Bir kere dini konulara muhteşem bir tepki var. Haftada bir kere Yaşar Nuri Öztürk sorulara cevap veriyor. İnsanlar okuma yazma öğrendi. Ben programı zaten size yapmıyorum. Ama Sivas, Erzincan, bir Yamaç köyündeki kadın için ne büyük bir şey düşünebiliyor musunuz? Mesela terapi nedir seyircim onu öğrendi. İnsanlar artık terapiste akıl hastası doktoru gözüyle bakmıyor.

Peki bu İngilizce konuşma filan hakikaten insanlarımız İngilizce konuşmayı öğrensin diye mi yapıyorsunuz?

- Siz tabii her gün takip etmiyorsunuzdur. Benim seyircim her gün takip ediyor. Ve kulakları dolsun diye konuşuyor. Benim stüdyom çok ilginçtir çocuklar kalkar ve ben kapıcının kızıyım der. Hasköy'den bir demirci oradadır. Bilseniz nasıl bir nasıl güzel bir kesit var. Tam istediğim ve çok gurur duyduğum bir kitle. Hepsi bana aşık, ben de onlara aşığım.

Öğretmen gibi kızıyorsunuz bu arada.

- Gözüm dönüyor bazen, kendimi kaybediyorum, ne yapayım...

Benim seyircim diyorsunuz. Nerden biliyorsunuz?

- Evet onlar benim seyircim. Böyle hissediyorum. Belki anormal belki yanlış fakat orda o saatte kalkıp beni izliyorsa benim seyircim. Büyük boyutta bağlantım var. Ruh halim bu. Öyle hissetmesem söylemezdim zaten. Benim muhteşem seyircim aslında. Çünkü konuşuyor, dertlerini anlatıyor. Yırtmaya başladı, bir şeyler oluyor farkında mısınız? Beni arıyor köy muhtarını şikayet ediyor. Paylaşmak istiyor, bu güne kadar yapmıyordu bunu.

Seyircileriniz hakkında hükümleriniz de var. Benim seyircim bunu yapmaz, şunu tasvip etmez gibi.

- Evet öyle. Evlilik öncesi beraber oturma konusu vardı. Birileri iyi güzeldir dedi ben hayır dedim benim seyircim yapmaz, tasvip etmez. Bir alkış koptu...

Neden ahlakçı yaklaşıyorsunuz?

- Ahlakçı mı bu?

Evet.

- Öyle hissediyorum. İnsan içinden gelmeden söylememez ki

Tutucu olmak zorunda hissediyormuşsunuz gibi geliyor.

- Sahi öyle mi düşünüyorsunuz? Ama çok tutucuyumdur. Zorla olur mu bu?

İzleyiciyi kaybetme korkusu nedeniyle pekala olabilir

- O zaman yapay olur ve hemen anlaşılır. Kamera affetmez. Ben bunu gerçekten tasvip etmiyorum. En gelişmiş ülkelerde yaşadım, hoş değil. Amerika tevvesüh içinde. Küçük kızlar hamile kalıyor, küçük yaşta doğuruyor. Gelenekleri kaybederek gelişmenin bedeli çok ağır. Çok mutsuzlar.

Biz, geleneklerimizin dayanılmaz ağırlığı altında çok mu mutluyuz?

- Biz de öteki uçtayız. Ortasını bulmak gerekiyor.

Aile boyu televizyoncular

Televizyonda Özgün ailesinden geçilmiyor. Önce Ayşe Özgün vardı. Memleketin her bir köşesinden çağırdığı insanlarla bıkmadan usanmadan her konu hakkında forum yapıyor. Sonra magazin programı Top Secret'da çocukları Ali, Ahmet ve Canan'ı görmeye başladık. Holywood ünlüleri ile röportaj yapıyorlardı. Bir süre sonra ise trafik programı Sinyal'de karşımıza çıktılar. O da yetmedi bir baktık Ali Özgün motorsporları programı sunuyor.

Özgünler tarafından kuşatılmış durumdayız. Üstelik her biri de ayrı bir tarzda... Ayşe Hanım tatlı sert bir öğretmen, sayesinde halkımız okuma yazmadan sonra İngilizce de öğreniyor, Canan hanım kibar ama cıvıl cıvıl bir genç kız, Ali Bey yerinde duramayan bir ‘‘yankee’’, en Amerikalı o görünüyor. Ahmet bey ise hepsinin karışımı. Aksanlı Türkçelerini düzeltmek için belli ki çok uğraşıyorlar. Ne yapsınlar çocukken gitmişler Amerika'ya, hiç konuşamayabilirlerdi de! Üstelik değişik bir tarz getirdikleri de bir gerçek.

Bir aile topyekün televizyoncu olursa nasıl olur diye merak ettik ve onları ziyaret ettik. Gece yarısı ikilere kadar çok komik bir sohbet ettik. Ama ne yazık ki yerimiz dar. Aslında bir Antony Hopkins hikayesi vardı ama...Neyse, merak edene şifahen anlatabiliriz...

Anne torpili mi, asla!

Siz üç kardeşin çok kendinize özgü bir sunuş şekli var. Kendinizi parçalıyorsunuz.

-Ali: Biz 10-11 yaşındayken çıktık Türkiye'den. 15, 16 sene yoktuk. İçimizde bir şey kaldı. Dil problemi yaşadık, o sıcak dostluklar yoktu. İçimizde Türkiye'nin acısı kaldı. Kendimizi burada bir şekilde kabul ettirmek zorundaydık. Birazcık çocukluk var o sunuşlarda anladınız mı?

Canan: Amerika'nın verdiği mutluluk var. Gençliğin mutluluğu. Lisede, ortaokulda hiç öğretmenler bizi üzmedi. Dersler kapasitelere göre verildi, spor yaptık.

Mutluluktan mı öyle sunuyorsunuz?

- Canan: Mutluyuz yani biz gerçekten de öyle sunuyoruz. Günlük hayatta da öyle konuşuruz. Amerika'da bir tek muhabir bile sunuşu gülümsemesiz yapmaz. Enerjileri fışkırıyor. Sonra bir geldik Türkiye'ye kimse gülmüyor. Herkes çok ağır.

Demek ki en mutlu Ali. Neredeyse ekrandan fırlayıp içimize girecek.

- Ali: Biraz Türkçeyle de mücadele ediyoruz. Türkçe problemimiz var. O kadar zor bir dil ki Türkçe. İngilizceye başladığınız zaman sonunu getirirsiniz. Sonu geliyor İngilizce'nin. Açıkta bıraksanız bile kaynıyor. Ama Türkçe'nin o kadar dalaveresi var ki. Başlangıç kelimesini öyle bir doğru söylemek zorundasınız ki sonu gelsin.

Aklınızda var mıydı trafik eğitim programı yapmak, yoksa Türk televizyonunda ne olsa yaparız mı dediniz.

- Ahmet: Aklımızda yoktu ama böyle bir fırsat çıkınca en iyi şekilde değerlendirdik.

Amerika'dan dönme riskini almanızda annenizin direkt ya da indirekt ne torpili var?

- Hep Bir ağızdan: Hiçbir torpili yok. Yarım saatlik bir eğitim programını kim seyreder? Ama biz detayları filan düşünüp yaptık. Bir faydamız olsun dedik.

Ailecek memleket yararına program yapmaktan bir hal olacaksınız.

- Ahmet Özgün: Ha ha ha! Sinyal aslında sıradan bir trafik eğitim programı. Ama bir basketbol turnuvamız var, güzellik yarışmamız var. Ve her zaman sempatiklik üzerine kuruyoruz bu yarışmayı. Yetenek yarışmamız var. Bilgi yarışmamız var. Yedekparça bulma yarışmamız, otomobile hangi takım 10 kişi sığabilecek. Falan filan. Gece de Uno Cup diskoteğini yapıyoruz ve kapanışta da büyük konserler veriyoruz, onlarla bütünleşiyoruz. Sırf ekranda kalan bir tarz değil bu aslında. Amacımız, Susam Sokağı'nın yetişkinler için hazırlanmış olanı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!