Ayten SERİN
Oluşturulma Tarihi: Ocak 08, 2005 01:31
Pazar günleri TV izliyorsanız TRT 1’de Prof. Dr. Üstün Dökmen’in programına mutlaka rastlamışsınızdır. Öyle güzel örnekler verir, sizi öyle can alıcı yerden yakalar ki, ekrana çakılıverirsiniz. Prof. Dr. Dökmen, dört yılda 53 program yaptı, ‘Komşu Köyün Delisi’ eseri Ankara Devlet Tiyatrosu ve Antalya Şehir Tiyatrosu’nda 350 kez sahnelendi.
Üç şiir kitabı, üç popüler kitabı, bilimsel yayınları var, Türkiye ve Avrupa’da şehir şehir gezip empatik iletişim ve varolma sanatı konferansları veriyor. Konferans salonları tıklım tıklım doluyor, katılanlar yüzlerinde bir gülümsemeyle, içlerinde yeni bir şeyler keşfetmiş olarak ayrılıyorlar toplantıdan. TRT INT sayesinde yayınlar deniz aşırı ülkelerdeki Türk izleyiciye de ulaşıyor. ‘Program izlenir ama kitap kalıcıdır’ diyen Prof. Dr. Dökmen’in yeni kitabı Küçük Şeyler, 60 bin adet basıldı. Biz de onunla hayatımızdaki ‘küçük şeyler’i konuştuk.
TV programınız yıllardır sürüyor, izleyicilerden ne tür tepkiler alıyorsunuz? - Avrupa ve Amerika’daki Türklerin çoğu izliyor. Oralardaki konferanslarıma katılım çok yüksek. Birçok kişi elektronik posta gönderiyor, telefonla arıyor. Bir konuşmamda, ‘Ayakkabılarını bağlamadan gezen çocuğunuzu belki de son kez böyle görüyorsunuz. Zaten 15-16’sında artık fiyonk atacak’ demiştim. Bir baba aradı, geçmişte bu sorunu yaşadıklarını, konuşmamı dinledikten sonra çocuğuyla ilişkisinin değiştiğini anlattı.
Konuşmalarınızda ‘psikolojik meddahlık’ yapıyor, akılda kalacak örnekler veriyorsunuz. Nerelerden besleniyorsunuz? - Psikolojiyle ilgili temel eserleri tercüme etmek yetmiyor. Ayrıca gözlem yapmak gerekiyor. Ben köyü, büyükşehiri ve ülkenin içindeki farklı yaşantıları biliyorum, sanırım iyi gözlem yapmışım. Teorik bilgilerle gözlemleri, yaşadığım olayları birleştirince iyi şeyler ortaya çıkıyor. Mesela ebeveynlerin çocukları zorlamasından bahsederken, çocukluğumda zorla
yemek yedirildiği günlerden bahsediyorum.
İnandırıcılığınızın sırrı burada demek ki... - Konferansta kendinden uzaklaştıkça inandırıcı olmazsın. Diyelim ki sadece araştırma sonuçlarını veriyorum, dinleyici kesinlikle uyur. Konuşmacı doğal olmalı, numara yaparsan seyirci anlar. Gerçekten yaşanmış olayları anlatıyorum. Bunu yararlı olsun diye de yapmıyorum, hoşuma gidiyor. İçten anlatılan anı ve gözlem aslında herkesin ruhunu yansıtır. Ortak kültür ve evrensel bilgiden beslenmek gerekiyor. Peter ile Anjelika ilişkisini Ahmet’le Hatice’ye çevirmek inandırıcı olmaz.
Fizik öğrenimini bırakıp neden psikolojiye yöneldiniz?
- Ailenin tek çocuğuydum. 5 yaşlarındayken sanatçı olmak istedim. Kütüphanenin bir gözünü boşaltır, perde kurup tiyatro oynatırdım. Annem edebiyat öğretmeniydi. Bilime yönel sonra sanatla uğraşırsın, dedi. Fuzuli’nin ‘İlimsiz şiir temelsiz duvara benzer, gayet itibarsız olur’ sözünü hatırlattı. Annemi çok önemserdim. Sınavda puanım yüksek geldi, Hacettepe Üniversitesi Fizik Bölümü’ne girdim. Üç yıl sonra puanım ziyan olmasın diye girdiğim bu bölüme devam edersem hayatımın ziyan olacağını fark ettim.
Programın ve kitabın adı neden ‘küçük şeyler’?
- Kitabın ana fikri şu: Küçük şeylerden büyük mutluluklar üretebilirsiniz. Küçük şeyleri dert etmeyebilirsiniz. Diyelim ki bir çocuk size gülümsedi, bu çok büyük bir şey ve sizi gün boyu mutlu etmeli. Bir yaprağın üzerindeki çiğ damlası küçük ama gözardı edilmemesi gereken bir güzellik, yaşamdır. Öbür taraftan trafikte biri size kötü davrandı, klakson çaldı, bu da küçük bir şeydir. Aldıralım mı aldırmayalım mı? Kriter şu: Neyin büyük neyin küçük olduğuna siz karar vermelisiniz. Eğer bir şey hayatta kalmanıza katkıda bulunuyor, size ve insanlara yarar sağlıyorsa bu şey büyük bir şeydir. Trafikte yumruklaşmak ise hayatınızı tehlikeye sokar, kimseye yarar sağlamaz.
Kimileri de, adama dersini verdim, diye düşünüp rahatlıyor...
- O adam da size ders verebilir. Ayrıca siz dünyanın öğretmeni misiniz,
trafik eğitimcisi olarak mı dünyaya geldiniz? Amacınız evden işe gitmek, yolda maganda eğitimi değil. Toplantıda gündem dışı konuşanı sustururlar. Biz yaşamda ha bire bunu yapıyoruz.
İŞE YARAMAYAN DAVRANIŞI BIRAKIN
Böyle düşünüp, trafikteki kural ihlallerine, tacizlere gerçekten tepkisiz kalabiliyor musunuz? - Herkesin güçlüklerle baş etme stilli var. Trafik sıkışıklığına öfkelendiğimizde, trafik polisi koşarak gelip ‘Aman bu adamcağız çok sinirli şuna bir yol açın’ demiyor ki. Bir davranış işe yarıyorsa yapın, yaramıyorsa bırakın. Çocuğunuza sürekli çalış demek sonucu değiştirmiyorsa, başka formül bulun. Köprüde trafik tıkanmasını engelleyemiyorsanız, manzaranın tadını çıkarın. Söylenmeye gücümüz yetiyor ama yapmaya gelince hayır....
Tercih ve önerilerimiz yerel ya da ulusal politikalara yansımadığı için mi toplum olarak çok öfkeliyiz?
- Bu depresif bir tavır. İnsanlar gibi kurumlar da depresyona girer. Depresyonlu örgüte yeni giren ‘Şunu yapalım’ der. Eskiler ‘Evet, ilginç bir öneri’ diyeceğine, ‘Bizde olmaz’ diye cevap verir. Küçükken anne babamıza ‘Beni kucağına al’ deriz. Büyüyünce de belediyeye, devlete ‘Bana bak, yolumu temizle, bana ne, ben yapmam’ deriz. 3 yaşında babasının kucağına çıkan 43 yaşında belediyenin, devletin kucağına çıkıyor.
Türkiye depresyonda mı, ne dersiniz? - Dünyanın her yerindeki gibi bizde de depresyonlu bireyler ve kurumlar var ama tüm ülke çok şükür ki depresyonda değil. Büyük ailenin bir bireyi depresyondaysa bütün aile depresyonda değildir.
AB süreci sosyal tansiyonu düşürebilir mi?
- Avrupa’da hayatı kolaylaştıran örgütlerin çalışmasını sağlayan kim? Vatandaş! Bir örgüt görevini aksatsa, e-mail, telefon telgraf bombardımanına tutuyorlar. Milletvekilinin hangi kanuna oy verdiğini takip ediyorlar. Bizde milletvekiline ‘Çocuğuma niye iş bulmadın, dedemi niye hastaneye yatırmadın’ deniyor. Türkler iyi yaşamak istiyor. AB isteği bunun ifadesi.
Evinize Ara Güler hiç gelmeyecek, yaşamınızdaki enstantaneleri siz yakalamalısınız, diyorsunuz. Nasıl?
- Arada bir durup yaşantımıza bakabiliriz. Hiçbir şeyin tekrarı yok. Hasta yatağımda babam gazete getirirdi, sayfaları çok güzel kokardı. Babam artık gazete getiremez, çünkü hayatta değil. Bir evde beş yıl oturup ayrılırken tüm eşyaları kaldırırsınız ve giderken şöyle bir salona dönüp bakıp ‘Yahu beş yılımız burada geçti’ dersiniz, onu kaybederken fark ederiz. Küçük güzellikleri yakalamak sizin işiniz.
DUYGUSAL ZORBALIK YAYILIYOR
Mobbing (duygusal taciz ya da yıldırma) okulda ve işlerlerinde yayılıyor. Mesela 30 kişilik sınıfta, öğrenciler içlerinden birinin ezik olduğuna karar veriyor. Günah keçisi ya da öteki arayışındaki çoğunluk, gerçekte ezik olmasa da birini seçiyor. Çalışkan, sakin bir çocuk ‘öteki’ ilan ediliyor. Bazen sınıf değil, bütün okul tarafından dışlanıyor. Benzerini işyerlerinde de görüyoruz. İnternette kurduğumuz www.isyerifobisi.com isimli sitede anketlerle bu konuyu inceliyoruz.