Güncelleme Tarihi:
Beynimi zonklatan (yemek konusunda itiraz ettiğinde yaşadığım gerilimi tarif edecek başka kelimene yazık ki yok) bu itirazı yumuşak bir şekilde nasıl aşacağımı düşündüm. Suratım gerim gerim gerilmeden, saçlarım bin volt elektrik yemiş gibi olmadan önce bir şey yapmalıydım.
Aklıma lokantaya girmeden önce yolda gördüğümüz devasa T-Rex posteri geldi. İyice incelemişti. “Ata dişlerini gösterir misin” dedim. “Iııı” sesiyle dudaklarını gerip gösterdi. “Tıpkı bir T-Rex gibisin, o posterdeki gibi… Aman tanrım! T-Rexler köfte yemeye bayılır, sen de ağzını kocaman açıp ham diye yutabilirsin istersen” dedim.
Bu benzeşim hoşuna gitmişti. Kendini dinozor gibi görmeye öyle kaptırmıştı ki, elindeki çatalı bıçağı bırakıp elleriyle köftelerini yemeye başladı. Roaar, haamm, nam nam nam… Arada dişlerinin ne kadar keskin olduğunu hatırlatıyor, kalan köfteleri de yedirmeye çalışıyordum. Sonunda köfte, meze ve ayran bitti.
4 yaş çocuğuna özgü sebepsiz, kaba saba itirazlarından bir tanesini daha aşmıştım. Kendi iç motivasyonunu oluşturmuş, yemek yeme sorumluluğunu zorlanmadan yerine geçirmişti, Oh!
Yemekten sonra yandaki dondurmacıdan dondurma almaya karar verdik. İsteğini olabildiğince şiddetle dile getiriyor, “kaymaklı dondurma isterim, beyaz olanından beyaaaaaaaaaaaaaaz” diye haykırıyordu. Gereken parayı eline verdim. Sıraya girmesini istedim. Sırada bulunanlardan genç bir çift vardı. Delikanlı kucağına alıp, “tamam biz alırız abla” dedi. Durumu kısaca izah ettim: “teşekkürler ancak o kendisi almak istiyor, sizinle birlikte ilerleyebilirse çok memnun olurum”. Önce anlamadılar belli ki… Garip garip baktıktan sonra gülümseyerek “tabi biz yardımcı oluruz” dediler. İyi niyetli bir şekilde Ata’ ya tek başına dondurma aldırtmamaya kararlı gibiydiler. Evet, o kadar iyi niyetliydiler ki, farkında bile değildiler. Sırada oluşu, sessiz sessiz sırasını beklemesi anlaşılan biraz farklı gelmişti. Gerginliği atmak için, dondurma sırasındakiler tarafından sorumsuz anne damgasını yeme pahasına, gülümseyerek “o halleder” dedim birkaç kez.
Sonunda sıra geldi. Beyazlı dondurma istiyorum diye mırıldandığını farkettim. Boyu kasaya yetişmiyordu üstelik. İyi niyetli genç çift bana soran bakışlarla bakarken tam o sırada Ata “ beni kucağına al” diye delikanlıya seslendi. Kendini daha iyi duyurabilmek ve dondurmasını alabilmek için çözüm üretmişti. “Bunu istiyorum, bir de bu külahtan olsun” dedi. Elinde külahıyla yere indiğinde mutluydu.
Yerimde bekliyordum. Masaya doğru yaklaşırken kollarımı açtım, kocaman sarıldım. “Aferin sana! Büyük bir iş başardın.” dedim. Gençlere teşekkür edip, iyi günler diledikten sonra yerine oturdu. Mutlu mutlu dondurmasını yedi. Sonunda külahın bitiş noktasını bana hediye etti.
Yemeğini yediği için dondurma sözü vermemiştim. Öğün yemeğini bitirmesiyle dondurmanın bir ilgisi yoktu. Yemeğini yerken farkedince, sıraya koymak gerektiğini düşünmüştüm. Fakat dondurmaya tamamen kendi emeğiyle kavuşması özgüven gelişimi için güzel bir olay olmuştu. Sonunda sarılıp, aferin demem, onu övmem bir ödüldü ve bu bir sonraki olay için gerekli motivasyona yatırımdı.
Ödül gerekli mi?
Sadece özgüven için değil, pek çok konuda ödül gerekli mi? Asıl soru bu. Özel eğitim gereksinimli çocuklarla çalıştığım için ödül işimin önemli bir parçası. Özelliği, gelişimi, durumu ne olursa olsun, çocukların iç motivasyonu destek ister. Konu özel eğitim olunca sık sık destek olmak kaçınılmazdır. Örneğin olumsuz bir davranışı sergileyen bir öğrencimin sürekli olumlu davranışlarına dikkat çekiyor, ödül bahsetmiyorum. Herşey yolunda gitmişse eğer, günün sonunda hazırladığım gülen yüz panosuna şirin bir gülen yüz asıyorum. Köklü bir değişikliğin ilk sinyalleri gelince gülen yüz panosunu kaldırıyorum.
Her çocuğun yöntemi farklıdır.
Bazen bir satır yazıyı tamamlamasını beklediğim öğrencim için, “bittiğinde sevdiğin krakerlerden yemeye ne dersin” demem çok işe yarıyor. Satır sayısı arttıkça krakerler zamanla azalıyor.
Oğlum tuvalet eğitimi dönemindeyken fayanslara yıldız çizer veya çıkartma yapıştırdım. Motive etmediğini farkedince, onun yerine sevdiği oyunları oynamaya başladık. Kakasını yaptığında kendimi tutamayıp “aferin” diyerek sarılıp öptüğümü hatırlıyorum. Anne olunca, bir insanın kaka yapmasına işte böyle seviniyor insan. Bir öz eleştiri: Aferinleri, alkışları, bravoları abartmak gerek tabi. Bu onun yapabileceği doğal bir beceriyken, ebeveynler olarak endişe ve gereksiz müdahaleler nedeniyle alışmasını geciktirmiş olabiliriz.
Çocukken, her çocuk gibi, yaptığım şeylerin hemen farkedilmesini isterdim. Daha fazlasını için ise destek olunmasını… Çocuk gibi düşününce, anne baba olarak nasıl davranmamız gerektiğini kolayca kestirebiliriz aslında. Çok zor değil.
Şüphesiz ki, bizler (ebeveynler, eğitimciler, psikologlar) çocuklar için sadece ve sadece rehberiz. Adam yerine koyup saygı göstermek, sonunda yürek dolusu gülümsemek, onu tebrik edip cesaretlendirmek ana malzememiz.
Hepsi bu.