Çorum’un Sungurlu ilçesi de bu ayın başında bir küçük yaşta çocuklara tecavüz olayıyla sarsıldı. Ancak bu olayın diğerlerinden çok farkı var: Olay tek değil, beş yıldır süren bir tecavüzler zinciri. Ayrıca dört mağdur da bugün 12-15 yaşlarında olan erkek çocukları. Üstelik tutuklanan 16 sanığın çoğu da mağdurlar gibi 12-17 yaşları arasında. Olayla ilgili Sungurlu Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan yedi ayrı davadan dördü geçtiğimiz perşembe başladı, üçü ise 4 Mayıs’ta başlayacak. Ancak, diğer tecavüz olaylarında yaşı küçük mağdurlar devlet tarafından koruma altına alınırken, Sungurlu ilçesi yetkilileri, bu dört mağdurun eski hayatlarına devam etmesinde, sokaklarda dolaşmasında, dolayısıyla yeni tehlikelere açık bırakılmasında bir sakınca görmemiş. Yerel basında çıkmış olmasına rağmen, Çorum Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü olaydan biz Devlet Bakanlığı’nı arayınca haberdar oldu. Kaymakam, bundan sonra lütfen bir yazı kaleme aldı.
Haber yayına hazırlandığında, çocuklarla ilgili herhangi bir girişimde bulunulmamıştı.
Bir Sungurlulu, ‘Bu kadar açığa çıkan varsa, bir o kadar da gizli vardır’ diyor. Açığa çıkan şu: Tam beş yıldır kuytu yerlerde, cami ya da okul tuvaletlerinde, mezarlıklarda, çay kenarlarında, inşaatlarda, önce tecavüze uğrayan, sonra da 1,5-2 milyon, bir paket sigara ya da ‘karın tokluğu’ karşılığı, erkek arkadaşlarının ya da birkaç yetişkinin istediklerini yapan dört küçük erkek çocuğu. Şu anda yaşları 12-15 arasında, olayların başladığı tarihte kaç olduğunu siz hesap edin.
Sungurlu’da 1 Nisan günü ortaya çıkan bu olaylar zincirinin diğer tecavüz olaylarından farkı, mağdurların da, sanıkların da erkek ve aynı yaşlarda olması. Hepsi, Sungurlu’nun fakirlik sınırının çok altında yaşayan insanlarla dolu Akçay Mahallesi’nde oturuyor. Bu mahallede genellikle köylerden göç etmiş, 7-8 çocuklu, babaları şehir dışında hamallık, inşaatçılık gibi işler yapan, anneleri eğitimsiz aileler var.
Çocukların ilkokuldan sonra ‘boyaya çıkması’, nerede ne yapar, karnını nasıl doyurur diye merak edilmemesi, evde bol bol dayak yemesi, gündelik yaşamın sıradan parçaları.
Bu mahallede evler eve benzemiyor. Sefaletle sevgisizlik, cehaletle ilgisizlik birbirini besliyor.
EĞER EVE PARA GÖTÜRMEZSE DAYAK
Aslında bütün hikayeyi, davanın dört mağdurundan biri olan 14 yaşındaki S.K.’nın anlattıkları olduğu gibi ortaya seriyor. O kadar kıyıda, o kadar adaletsiz bir dünyada yaşamasına rağmen, zekası ve kendini ifade biçimiyle etkiliyor beni S.K. Yumuşak bir ses tonuyla sorulan sorular da onu etkiliyor ve samimiyetle döküyor içini. Söylediklerinde bir tane bile yalan olmadığı gözlerinden öyle belli oluyor ki. Anlattıklarından sonra da söz bitiyor zaten. İnsanın içinden utanmaktan başka bir şey gelmiyor.
Yüzü gözü simsiyah bir boyacı çocuk ama bir boya sandığı bile yok, küçük bir poşette taşıyor fırça ve boyasını. Ama biliyorum sabah okuldaydı. Akçay Mahallesi’ndeki Fevzi Çakmak İlköğretim Okulu’nun 7. sınıfında okuyor. Her gün saat üçte okuldan çıkıyor, akşam sekize kadar sokaklarda dolanıyor. Genellikle para kazanamıyor, eve boş gitmemek için insanlardan para istiyor, çünkü para götürmezse dayak yiyor.
‘Nasıl bir evdi doğduğun?’ diye soruyorum ilk. ‘Kerpiç’ diyor. Eviyle ilgili anlatabilecek başka bir şey gelmiyor aklına. Fotoğrafta göreceğiniz gibi, derme çatma bir ev. Dışı bir yana, içinde iyi anıları da yok. ‘Annem şeker hastasıydı. Yedi kardeştik. Ben en küçük. Altı yaşındayken babam ablamı bir adama vermek istedi. Adam rakı içiyordu, ablam istemedi, bir gün Ankara’ya kaçtı. Sonra orada evlenmiş. Yedi yıldır hiç görmedim. Ablam kaçtıktan sonra annem öldü. Daha 40’ı bile çıkmadan babam eve üvey annemi getirince, üç abim de gittiler. Şimdi başka şehirlerdeler, onlarla da görüşmüyorum, telefonlarını bile bilmiyorum. Öbür ablamı da babam birine verdi, bilmiyorum isteyerek mi gitti. Ben, abim B. ve üvey annemin doğurduğu altı yaşındaki kardeşimle kaldık evde.’
ODUNLA DÖRT VURUYORSADEMİRLE İKİ VURUYOR
50 yaşındaki babası işsiz bir şoför. O ve bir yaş büyük ağabeyi B. anneleri öldüğünden beri çalışıyorlar. Boyacılık, sanayide çıraklık, lokantada komilik, ne olursa. Ama iş her zaman olmuyor. ‘Üvey annem para getirirsem sarılıyor bana, getirmezsem babam dövüyor. Babam dövmediğinde annem dövüyor. Çalışmıyor geziyorlar diye söyleniyor babama. Bazen de çalışmıyor haydutluk yapıyoruz tabii, yani top oynuyoruz. Bazen
yemek yiyemiyoruz, annem ‘yemişlerdir onlar dışarda’ diyor, aç uyuyoruz.’
Dayak başka herhangi bir nedenle de olabiliyor. Zaten birbirlerine lakap takmışlar, S.’nin lakabı ‘Zopa’ (sopa), ağabeyi B.’ninki Boru (boruyla da dayak yediği için). Dayaklar odunla, hortumla, demirle... ‘Demirle nasıl?’ diyorum şaşkınlıkla, beni bilgilendirme gayretiyle, öyle doğallıkla veriyor ki cevabını: ‘Yani odunla dört kere vuruyorsa, demirle iki kere vuruyor!’
Günde 1,5 milyon kazandığını söylüyor. Ağabeyi de sanayide çalıştığı zamanlar haftada 15 milyon alıyormuş.
‘Hırsızlık yapmak zorunda kaldınız mı?’ diye sorunca, yüzünü gizleyip ağlıyor bir süre, ‘Evet’ diyor sonra. Anlatıyor neler yaptıklarını. ‘Biliyor musun, devlet seni koruma altına almak zorunda. İster misin, öyle bir yurda gitmek?’ diye soruyorum. ‘Çok isterim’ diye heyecanlanıyor birden: ‘Yeter ki buradan kurtulayım. Hem gece soğukta kalmam. Okumak da istiyorum ben! Ama yüksek sesle okumazsam anlamıyorum okuduğumu. Annem de yüksek sesle okumama izin vermiyor.’
BENDE DE SUÇ VAROYUN OYNAMAK İSTEDİM!
Sıranın tecavüz olaylarını konuşmaya gelmesi epey zaman alıyor. Gözleri çok sık yaşlanıyor çünkü. Utanıyor. ‘Önce abime yapmışlar. Benim haberim yoktu, kolasına ilaç katıp uyutmuşlar. Bir gün boyacılığa gidiyorduk beraber, o çocuklar yolumuzu kesti, ‘gitmeyin oyun oynayalım’ dediler...’
Burayı anlatırken ‘Tabii bende de suç var’ diyor S. Oyun oynamak istediği için suçluyor kendini! Bir arkadaşlarının -ki sonra o da mağdur olacak- evinin yanındaki bahçeye giriyorlar. ‘Bir baktım kapıyı kilitliyorlar, sonra bu pis hareketi yaptılar, ben çok ağladım, kaçamadım.’ Yine ağlıyor.
Sonra tekrarlanmadığını söylüyor ama pek inandırıcı değil; sanki tekrarlanmadığına inanmak istiyor. ‘Onları’ her gördüğünde kaçtığını, öldürürüz diye tehdit ettikleri için kimseye bir şey söylemediğini, ‘unuttuğunu’ anlatıyor. ‘Ama abim para olmadığında gidiyordu bazen’ diyor, geceleri yattıklarında, kimseyle konuşamadıkları sırlarını birbirlerine anlatıp ağladıklarını da ekliyor, yine ağlayarak.
Ağabeyi gibi, kendisi gibi, Ö. ve Ş.’nin başına da neler geldiğini çok iyi biliyor S. Ama hep birlikte susmuşlar, çünkü korkmuşlar. Ancak Ö. ve Ş. artık dayanamayıp okul müdürüne her şeyi anlatınca olaylar ortaya çıkmış. İki-üç gün okula gidememiş. Şimdi gidiyor; bazı arkadaşları selam vermese de.
BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN SORUSUNU SANKİ HAYATLARINDA HİÇ DUYMAMIŞLAR
Diğer mağdurlara da aynı soruyu sordum, hiçbirinin kafasında ‘gelecek’ diye bir şey olmadığını gördüm. ‘Büyüyünce ne olmak istiyorsun?’ sorusunu sanki hayatlarında ilk kez duyuyorlarmış gibi, çok düşündüler ama bir cevap veremediler. S.’nin ise bir cevabı var: Memur olmak istiyor. ‘Artık herkes biliyor, yolda gösteriyorlar, utanıyorum. Hem sopa yedikçe kaçmak istiyorum buradan.’
Ş.B. 12 yaşında. Babası o iki yaşındayken ölmüş. Annesiyle, eve hiç benzemeyen bir yerde 25 milyon lira kirayla oturuyor. Ailenin tek geçim kaynağı ölen babanın emekli maaşı. Ş. ‘Şimdi tutuklandılar, rahatım ama çıktıklarında ne olacak bilmiyorum’ diyor.
İddianamede yazılanlar ne vicdana, ne mideye uygunB.K. ve S.K. kardeşlerle sokaklarda konuşuyoruz. Bu aralar pek eve uğramayan B., ayrılırken kardeşine ‘paran var mı?’ diye soruyor. Evde dayak yemesin diye para veriyormuş ona. Tabii şu aralar iş arayan B.’nin nereden para bulduğu meçhul. O 10 yaşından bu yana maruz kalmış tecavüzlere. İlk olarak 1999 yılında H.H.’nin kendisine ilaçlı kola içirerek tecavüz ettiğini anlatmış savcıya. Daha sonra olay ‘mahallede duyulmuş’ ve pek çok yaşıtı, biraz da büyükler musallat olmaya başlamışlar.
Onun ve diğerlerinin verdiği ifadelerle açılan yedi davanın iddianameleri, insanın ne vicdanının, ne midesinin kaldırabileceği cinsten anlatımlarla dolu. Zorla oral seks, fiili livata en açık ifadeleriyle anlatılırken, insan o bakımsız tozlu sokaklarda daha neler yaşanmış olabileceğini hayal bile edemiyor. Davanın sanıklarının çoğu da 16-17 yaşlarında. Sadece iki yetişkin sanık var; biri 30 yaşlarında bir esnaf, biri de 57 yaşında bir emekli. Ancak B.K.’nın isimlerini bilmediği çok kişinin yakalanmadığı, bazı insanları da para karşılığı koruduğu konuşuluyor Sungurlu sokaklarında.
Bu arada, sanıkların avukatı var, ancak mağdurların yok. Çünkü avukat tutacak paraları yok. Eğer sanık olsalar devlet avukat tayin edecek ama sanık değil mağdur oldukları için bu da olamıyor. Yani davada da kendi başlarınalar...
Sungurlu kendi susuyor başkası da konuşmasın istiyor
Sungurlulular böyle bir olayla anılmak istemedikleri için, ne yazılsın, ne konuşulsun havasındalar. Hayat devam ediyor ama eskisi gibi ederse o dört mağdurun başına daha neler gelecek, kimse bilmiyor. İlgilenmiyor da. İlçenin Kaymakamı Erol Türkmen, bizi bu olayın Sungurlu sokaklarında fısıldandığı gibi ‘çok yaygın’ olmadığına inandırma çabasında. 18 yaşından küçük oldukları için mağdurların koruma altına alınması gerektiğinin bile farkında değil. Zaten olaydan da detaylı haberi olmadığını kendisi söylüyor. Hele şu itirafı evlere şenlik: ‘Kamuoyuna yansımasın diye ben kimseyle ayrıntılı konuşmadım!’ ‘Peki bu çocukların başına aynı şeyin yine gelmeyeceğini kim garanti edebilir?’ sorusuna ‘Milli Eğitim’in herhalde bir önlemi vardır. Mutlaka şey yapılıyordur’ cevabı veriyor.
İlçede olaya yön veren, yani ‘susmayan’ tek kişi, mağdur iki öğrencisinin şikayeti üzerine derhal polise haber veren Fevzi Çakmak İlköğretim Okulu Müdürü Avni Ozan. Ozan’ın şikayeti, sanıkların yakalanmasını sağlamış. Ancak başka bir girişimi yok. Öğrencileri bilgilendirme, bilinçlendirme konusunda bir şey yapılıp yapılmadığı sorusuna ‘o konu bizi aşar’ diyor.
İlçenin Emniyet Müdürü Demiray Çavdar’a gelince... Olayın hemen ertesinde çıktığı izinden henüz döndüğü söyleniyor ama telefonlarımıza çıkmıyor. Bir yerel gazeteci, ‘Biz biliyorduk ama yazmadık, sonra ufak değinmek zorunda kaldık, hata ettik. Şimdi çocuklar sağa sola gidecekler, adları çıkacak’ diyor!
Çocukların adları mı çıkacak, yoksa sokaklarda başlarına ne geleceğini bilmeden dolaşmaya devam mı edecekler ya da devlet tarafından koruma altına alınıp ailelerinin şiddetinden, ders çalışıp top oynamak yerine, sokakta para bulmak zorunda kalmaktan kurtulup yeni bir hayata mı adım atacaklar, zaman gösterecek.
SİVİL GİRİŞİMLER ÇOK YETERSİZ
Sivil toplum pek yok Sungurlu’da, olana da tepki var. Emekli öğretmen, avukat, eczacı gibi daha çok çalışan kadınların kurduğu Umut Işığı Derneği, bu tür çocuklara ve ailelerine ekonomik, psikolojik ya da eğitim yardımı yapmak istiyor ama onlar da yalnız. Yardım bekliyorlar.