Güncelleme Tarihi:
Gülay: Gizem geçen hafta vizyona giren ‘Lohusa’ filmini izledin mi?
Gizem: Evet, epey izlendi sanırım. Sen?
Gülay: Ben de izledim. Sanırım son yılların gişe rekorunu kıracak. Benim salonumda seyredenlerin yüzde 90’ı kadındı. Hatta çıkışta kendi aralarında “Keşke kocamı getirseydim, asıl onunla izlemeliydim” diye konuşuyorlardı...
Gizem: Ben sabah seansında bir cep sinemasına gittim. 6-7 kişiydik ama 3’ü erkekti. Hatta en çok kahkaha atan o erkeklerden biriydi. “Yaşadıklarını hatırladı” diye düşündüm. O zor zamanları gülerek hatırlamak güzel oldu.
Gülay: Benim birkaç yerde gözüm doldu...
Gizem: Son sahnede annelerden birinin yalnızlık vurgusu beni de duygulandırmadı değil. Çünkü evet, kadınlar anne olduklarında epey yalnız bırakılıyorlar.
Gülay: Mesele uykusuzluk değil de yalnız uykusuz kalmak galiba...
Gizem: Ben de ‘Hayatım böyle mi sürecek’ diye çok düşünmüşümdür. Halihazırda lohusalara ve hamilelere şunu söylemek isterim: Geçiyor! Hem de o yıllar gibi geçen saatlere inat, bir yerden sonra yıllar saatler hızında akıp gidiyor. Bunu hatırlayarak psikolojiyi sağlam tutabilirlerse tadından yenmez. Tabii bunun için başta babalar olmak üzere destek mekanizmalarının çalışması gerekiyor.
Gülay: Filmdeki en gerçekçi mesajlardan biri ‘yardım istemekten çekinmeyin’ vurgusuydu bana kalırsa. Çünkü çocuk iki kişiyle yapılıyor ve büyütmek için bir köy gerekiyor.
Gizem: Çok haklısın. Eminim her izleyen bambaşka lohusalık hikâyelerini hatırladı. Lorin doğduğunda onun canının sorumluluğu altında öyle ezildim ki bırak birilerinden yardım istemeyi, bir saniye gözümü ayıramıyordum çocuktan. Bir de alerjisi çıkınca bitmek bilmeyen ağlamalarına çare olamamak beni mahvetmişti. Eşim gece çalıştığından yalnız, hep aç ve uykusuzdum. Zor günlerdi ama bitti şükür.
Gülay: Senin tam zıddını yaşadım, filme ve senin anlattıklarına bakınca benimki bir peri masalıydı... Eşim sağlık alanında çalıştığı için bebeklere çok aşina. Doğumdan itibaren eli hep Bilge’nin üzerindeydi, sağlık konularını hiç düşünmedim. Alt değiştirme, uyutma eşimin bildiği ve sevdiği işlerdi. Annem bizimle kaldı üç sene. Gece yanında annem uyudu. Ve ben sadece kucağıma verilen bebeği emzirdim. Sanırım o yüzden çocuğun beslenmesine fazla kafayı taktım.
‘Onsuz adım atmıyordum’
Gizem: İnsan lohusalıkta hormonlar gereği bir şeye mutlaka kafayı takıyor sanırım (gülüyor).
Gülay: Evet, bir arkadaşım var, Ferda (Burhan). O da mesela uzun süre çocuğu olmadığından çocuk doğunca buldumcuk olmuştu. Hemen onu aradım film sonrası, kendi döneminde neler yaşadığını şöyle anlattı bana: “Organım gibi davranıyordum çocuğa. Onsuz bir yere adım atmadığım gibi, kimseye de dokundurmuyordum. Eve de nadiren, az sayıda insan alıyordum. Hasta olacak diye ödüm kopuyordu. Ne yemek yiyebiliyordum doğru düzgün ne de uyuyabiliyordum. Durumdan da hiç şikâyet etmiyordum. Böyle olmak zorundaymış, başka türlüsüne hakkım yokmuş gibi hissediyordum. Bu psikoloji zamanla eşimle ve çevremle olan ilişkilerime zarar verdi. Psikolojik destekle daha iyi hale geldim ama yine de kaygısız olduğum söylenemez.
Gizem: “Başka türlüsüne hakkım yokmuş gibi hissediyordum” cümlesi ne kadar acı. Sorumluluğun tek başına bizde olduğunu düşünüyoruz. Benim de geçen yıl ikiz doğuran bir arkadaşım var, Oya (Pulat). Ben de kendisini arayıp filmi izledin mi diye sordum. Büyük bir kahkaha atarak “Acaba bir gün kendi başıma sinemaya gidebilecek miyim? Hayal gibi geliyor” dedi. “Gideceksin arkadaşım” dememe rağmen pek inandıramadım. Bir yıldır iki çocukla yaşadıkları gerçekten trajikomik. O da şunları söyledi bana: “İkizler 1 yaşında ama bence ben hâlâ lohusayım. Süreyi 40 günle sınırlandırmak yanlış. İlk günlerim bebeklerimden hangisini daha az emzirdim, mamalarını eşit verdim mi diye delirerek geçti. Bugünlerde de birine daha az ilgi göstermiş olabilir miyim, adaletli davranabildim mi acaba diye deliriyorum. Annem ve kayınvalidem dönüşümlü olarak bizde kalıyorlar. Desteksiz imkânsız. Ev bu kadar kalabalık ama ben hâlâ yorgun, uykusuz ve aç kalabiliyorum. Hâlâ saçma şeylere ağlıyorum. Eski hayatıma bir daha hiç dönmeyecekmişim gibi hissediyorum.”
‘Yaşadığım bana özel değil’
Gülay: Hormonlar kaynaklı ağlama krizleri oluyor, evet. Yayın yönetmenimiz Aslı (Çakır) da lohusalığıyla ilgili ağlama krizlerinden bahsetmişti. Okurla paylaşmak için o dönem ne yaşadığını yazmasını istedim. Çocuğunun intoleransı olduğu için epey zorlanmış: “Kızım sadece anne sütü alabildi 1 yaşına kadar ve benim de süte karışmaması için yememem gereken yüzlerce yiyecek vardı. Sürekli krampı olan, günde 7-8 kere kaka yapan ve kusan bir bebekti. Yarım saatte bir emzirmem gerekiyordu. Neyse ki genellikle annem ya da kocam evdeydi. Hiç kimseye belli etmeden, akşamları yaklaşık hep aynı saatte, banyoda yere oturup ağlıyordum. İşin ilginciyse derdim şuydu: Bir daha Hakan’la (eşim) el ele Bağdat Caddesi’nde yürüyemeyecek miyim? Sanki hep yaptığımız bir şeymiş gibi... O büyük ihtimalle ‘Bir daha insan gibi, kadın gibi ve özgürce yaşayamayacak mıyım’ sorusuydu. Bunların hepsinin azalması, bir akşamüstü balkona çıktığımda, karşı komşumun nasıl olduğumu sorup ‘Ağlama krizlerin başladı mı’ demesiyle oldu. O zaman yaşadığım şeyin benim beceriksizliğim ya da annelik eksikliğim olmadığını, bana özel olmadığını anladım ve ağlamalar kesiliverdi. Zaten zamanla azalarak pek çok sorun bitiyor, hormonlar ve çocuk bir kendine geliyor. Anlatacak şey çok ama bebek yapmak isteyenleri de perişan etmeyelim şimdi.”
Gizem: Evet, gerçekten de anlatacak çok şey var. Herkesin lohusalık hikâyesi başlı başına bir film olabilir. Mesela bir arkadaşım Mehtap (Parlak) hamileyken babası vefat ettiği için süreci duygusal geçti. Doğumu da zorluydu. Çocuğu da 1 kilo 800 gram doğunca bebeğinin karnında gelişememesinden kendini sorumlu tuttu. Şimdi kızı 7 yaşında, diyor ki: “Bazen o günlerde yaşadıklarımı hatırlamakta zorlanıyorum. Hafıza hep güzel şeyleri kaydetmek istiyor sanırım. Yoksa ikinci, üçüncü çocuklar nasıl dünyaya gelebilirdi? Geçiyor!”