Güncelleme Tarihi:
THE AMERICAN / CENTİLMEN |
Yön: Anton Corbijn |
Oyn: George Clooney, Violante Placido, Thekla Reuten, Paolo Bonacelli |
Tür: Gerilim-Dram |
Süre: 1 saat 48 dk. |
Geçmişinizi geride bırakabilir misiniz? Hele ki o geçmiş karanlık bir meslek ve cinayetlerle doluysa? Siz bıraksanız, o sizi bırakmaz belki. Centilmen, yorulan ve geçmişini ardında bırakmak isteyen bir kiralık katilin şüphe ve tehlikelerle dolu hikayesini anlatıyor. Aksiyondan çok duyguya ve karakter çalışmasına önem veren filmin en çarpıcı yanı büyüleyici görselliği. Ve tabii bir de Jack rolünde filmi sırtlayıp götüren George Clooney var. Oscar adaylığı çok uzak olmayabilir.
Centilmen’in konusuna bakıp, rahatlıkla yanılabilir, bunun da artık gına gelen aksiyon filmlerinden biri olduğunu düşünebilirsiniz. Ve fena halde yanılmış olursunuz. Bir kiralık katilin hayatını anlatan Centilmen, aksiyondan çok gerilime ve karakterin iç dünyasına odaklanıyor. Görsel efektlerden çok hikayenin derinliğine, resmin güzelliğine, manzaranın şahaneliğine odaklanıyor.
ŞÖMİNE BAŞINDAN, KARLI VE KANLI SALDIRIYA
Orijinal adı The American olan filmin Türkçe’ye neden Centilmen olarak çevrildiğiyle başlayalım.
Anton Corbjin’in yönettiği film, aslında bir roman uyarlaması. Ve Martin Booth’un yazdığı romanın adı A Very Fine Gentleman. Kısacası doğrudan romandan alınan bir film ismiyle karşı karşıyayız.
Centilmen, İsveç’in karlı manzalarında büyüleyici görüntülerle açılıyor. Şömine başındaki romantik ve estetik sahneden beyaz örtünün hakim olduğu manzaralara geçiyoruz. Ve bu güzelliği bir silah sesi bozuyor.
Kiralık katilimiz Jack, tüm soğukkanlılığıyla olayı istediği gibi atlatmayı başarıyor.
AKLINDA WESTERN VARMIŞ
Sonra bir İtalyan kasabasına geçiyoruz. Ve işte burada yönetmen Corbjin’in de deyimiyle “kasabaya bir yabancı gelir” hikayesi başlıyor.
“Western’ler beni çocukluğumdan beri çok etkilemiştir. Genel görüntü, hikayeler, filmin etiği bana hep çekici geldi. Tabii The American tam olarak Western değil ama o şekilde kurgulandı; kasabaya bir yabancı gelir ve halkla kaynaşır ama geçmişinden kaçamaz ve bir çatışma olur.” diyor Corbjin ve filmini böyle şekillendiriyor.
U2 VE DEPECHE MODE’UN KLİP YÖNETMENİ, İMAJ DANIŞMANI
Corbjin, siyah beyaz çektiği, Joy Division’ın 23 yaşında intihar eden solisti Ian Curtis’in hikayesini anlatan Control adlı ilk filmiyle göz dolduran ve iyi eleştiriler alan bir yönetmen.
Çok sevdiği Joy Division grubunun peşinden İngiltere’ye gelen bu Hollandalı, bu grubun fotoğraflarıyla başladığı meslek hayatına Depeche Mode, U2 gibi grupların fotoğraf ve klip çekimleriyle devam etti. Hatta U2 ve Depeche Mode’un imaj danışmanlığını da yaptığı biliniyor.
Bir fotoğraf sanatçısının çektiği filmlerde görselliğin ön planda olmasına şaşmamak gerek.
“George çekimler sırasında her zaman setteydi asla karavanında zaman harcamıyordu. Bazıları farkında olmayabilir ama başrol oyuncusunun her zaman hazır olmasının bir yönetmenin programı için çok faydalı. Üstelik sadece kendi rolünü değil filmin bütününü ve diğer oyuncuları da düşünüyor. Devamlılık konusundaki içgüdüleri beni hayrete düşürdü ve bir noktada takıldığımız zaman hep bir çözüm önerisi getirdi.”Anton Corbjin’in ağzından George Clooney
CLOONEY SUSUYOR, MÜZİKLER KONUŞUYOR
Centilmen öyle güzel, öyle estetik resimlerle çıkıyor ki izleyici karşısına,hayranlıkla dolu bakışları perdeden alabilmek gerçekten de çok zor.
Senaryo yazarı, Martin Booth’un A Very Private Gentleman adlı romanını beyazperdeye aktarırken, diyalogları olabildiğince kısmış.
Bu da yönetmenin görselliğe ağırlık vermesine izin verirken, başrol oyuncusu George Clooney’nin işini zorlaştırıyor tabii.
Ama usta oyuncu bu sessiz ve kapalı kutu karakteri öyle iyi özümsemiş ki, sustuğu sahnelerde bile çok şey anlatıyor aslında. Silah yaptığı sahne, Almanya’nın en iyi müzisyenlerinden Herbert Grönemeyer’in etkili müziğinin de etkisiyle filmin en çarpıcı sahnesi olarak akılda kalıyor.
KİMSEYE GÜVENME, ARKADAŞ EDİNME
Jack’in sırtındaki kelebek dövmesi muhtemelen özgürlüğün ve ömrün kısalığının simgesi.
Jack’in kasabanın pederiyle yaptığı derin sohbetlerde, günah konusunu irdelerken geçmişinden kurtulup, özgürlüğe uçmak istediğini anlamak zor değil.
İşi gereği tehlike altında ama hep yalnız ve tetikte olan bu adam, yine kendisi gibi yalnızlığı seçen bir kadına aşık oluyor.
Kimseye güvenmemesi ve arkadaş edinmemesi konusundaki uyarılara rağmen engel olamıyor kendine.
Zaten film Jack’in yalnızlığını öyle çarpıcı bir şekilde perdeye taşıyor ki, bu hayattan kurtulması gerektiğine hep birlikte ikna oluyoruz.
Aşık olduğu kasabanın genelevinde çalışan özgür ruhlu ama yalnız bir kadın olan Clara. Bu iki insanın birbirlerinde bulmaları filmin yan hikayesi.
SESSİZ JACK’İN İÇİNDEKİ FIRTINALAR ESİYOR
Centilmen,arada sırada “hadi ama artık bir şey olsun” da hareketlenelim dedirtecek kadar sakin ve yavaş filmlerden.
Ama siz tam da sıkılmaya başlamışken bir aksiyon, bir gerilim geliyor. Bu, kah bir silah sesiyle oluyor, kah patlayan motosiklet egsozuyla. Ama o sakinliğin ardından gerçekten de insanı yerinden zıplatabiliyor.
Bu arada filmin dinginliğine karşı, Jack’in içindeki fırtınadan da söz etmek gerek. Burada da George Clooney oyunculuğunu konuşturuyor. Sabretmekten ve yalnızlığa alışmaktan başka çaresi olmayan kiralık katilin insani duygularının perdeye yansımasından o sorumlu.
OSCAR’LARDA ADI GEÇECEK, KAÇIRMAYIN
Centilmen’in ana karakterlerinden biri de mekanlar ve enfes görüntüler.
Önce karlı İsveç manzarası, sonra taşlarıyla dar İtalyan kasabası (Castel del Monte, ki önceleri hayalet şehir olan bu kasaba bu filmden çok popüler olmuş) sokakları. Ve tabii göl kenarı sahneleri. Kadın vücudunun estetik yansımaları. Hepsi çok güzel. Güzel görünen, iyi oyunculuklarıyla izleyeni etkileyen, kötülüklerle dolu bir hayattan sonra gelen değişme çabalarını anlatan derinlikli senaryosuyla insanın içine işleyen, unutulması zor bir film Centilmen.
Bu yılın Oscar’larından adının geçeceğine hiç şüphem yok.
George Clooney anlatıyor; “Sette megafonu mp3 çalara dayadım” |
“ Anton’u fotoğraf çalışmalarından zaten tanıyordum, Control’ü de beğenerek izlemiştim zaten. Onunla çalışmak gerçek bir zevkti. Ekibin gerisiyle de çok rahat kaynaştık. Tabii Jack karakteri de çok severek oynadığım bir karakter. Bir süredir art arda komedi filmlerinde rol aldım, tarz değiştirmek güzel oldu. “ “Jack bir tetikçi. Profesyonel, işinde başarılı bir ama artık durmak istiyor. Emekliye ayrılmak, daha sakin bir hayat yaşamak… Ama tabii onun mesleğinde bu o kadar kolay değil. Böylece küçük bir İtalyan kasabasına geliyor. Gerçekten daha sakin bir hayatı oluyor, hatta bir duygusal yakınlaşma bile yaşıyor ama her an tetikte olması lazım çünkü her an geçmişiyle hesaplaşmak zorunda kalabilir, dolayısıyla tam anlamıyla iki dünya arasında kalmış vaziyette.” “Setteki herkes birbiriyle çok iyi anlaştı. Küçük bir kasabada olmanın da etkisi vardı herhalde tam bir aile gibiydik. Zaten çalışma aralarında gülmek de hepimizi dinlendiriyor. Ama düşünerek, planlayarak yaptığım bir şey değil. Mesela bir gün dekor kurulurken ben de sette mp3 çalarımla müzik dinliyordum. Kenarda duran bir megafon gördüm. Bir anda aklıma sete megafonla müzik vermek geldi. Megafonu alıp mp3 çalara dayadım… Epey eğlenceli oldu – üstelik şansa şarkı Anton’un çok sevdiği bir şarkıymış o da dans etmeye başladı… Böyle spontane şeyler… “ “Şu an Oscar ödüllü yönetmen Alexander Payne ile bir proje üzerinde çalışıyoruz, sanırım 2011’in başlarında gösterime girecek. Daha aile temalı bir hikâye, yine farklı bir rol oldu yani… Ondan sonra da tekrar bir yönetmenlik ama daha proje aşamasında, bahsetmek için biraz erken…” |