Güncelleme Tarihi:
HÜRRİYET RAMAZAN sayfasına gitmek için TIKLAYINIZ...
"Gıybet nedir, bilir misiniz?"
Etrafındakiler cevap verdiler:
"Allah ve Resulü daha iyi bilir!"
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz;
"Gıybet, din kardeşini, hoşlanmadığı bir şey ile anmanızdır" diye buyurdu.
Mecliste bulunan sahabeden biri bu sözün üzerine:
"Peki, söylediğimiz kusur o kardeşimizde varsa?"
Peygamber Efendimiz:
"Eğer söylediğiniz kusur onda varsa gıybet etmiş olursunuz; eğer o kusur onda yoksa, işte o zaman iftira etmiş olursunuz!"
*
O, kendisine biat eden gelmiş, geçmiş ve gelecek tüm inananların günahtan uzak durmaları için üzerlerine titrediği bir Resul idi...
BİR HADİS
Hz. Ebu Hüreyre (Radıyallahu anh) anlatıyor:
Resulullah (Aleyhisselatu Vesselam) buyurdular ki: "Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir!"
Buhari, Savm 26, Eyman 15; Müslim, Sıyám 171, (1155); Tirmizi, Savm 26, (721); Ebu Dávud,
Savm 39, (2398).
Çaresizlerin Rabbi sensin
İSYAN ettiğiniz, başınızı avuçlarınızın içine alıp derinlere daldığınız anlar olmuştur. Halsiz, güçsüz, dirençsiz kaldığınız anlar olmuştur. Işte o anlarda, zayıflığınızın daha da farkına varırsınız. Yüce Allah’a yönelir, O’ndan bir çıkış yolu istersiniz. Bazen öylesine gelir ki darbeler üst üste, soğukkanlılığınızı kaybeder, kimyanızın altüst olduğunu hissedersiniz.
En büyüklerin bile böylesine çok daraldığı, böylesine sıkıştığı anlar olmuştur. Gerçi onlar, o anlarda bile sabit dağlar gibi dimdik ve metin bir şekilde kalmışlardır, ama iç álemlerine çöken hüznü, bir sızı gibi Yüce Allah’a arz etmişlerdir. Şüphesiz onların en büyüğü Hz. Muhammed Aleyhisselam’dır. Mekke’deki şirk aristokrasisinin çemberi iyice daralıp O’nu öldürmeye teşebbüs ettikleri zor bir dönemeçte, çareyi Taif şehrine gitmekte bulmuştu. Bir amacı da Taif halkını Islam’a davet etmekti.
Gönüllerine bir rahmet, bir huzur gelir miydi acep?
Vicdanlar doğrulur muydu acaba?
Bütün derdi, bütün çilesi işte buydu.
Ama Taif’in ileri gelenleri, çocukların ve halden anlamayanların ellerine iri taşlar tutuşturup "Bunu taşlayın!" talimatını vermişlerdi. Sevgililer, sevgilisinin o narin, tertemiz ve berrak yüzüne koca koca taş parçaları yağıyordu.
Taş dile gelse, belki bin kez isyan edecekti o masum yüze değdiği için!
Ama ne çare?
Hızla Taif’i terk ederken dudaklarından şu kelimeler dökülüyordu:
"Allahım, onlara merhamet et!"
Taş atana, taşlaşmış yüreklere "Allahım, onlara merhamet et" diyebilmek, herhalde sadece onun yapabileceği bir işti.
Nitekim öyle de yapmıştı!
Sonra, şehirden biraz uzaklaşmış ve bir ağacın gölgesine oturmuştu. Yüzünü siliyordu. Evlatlığı Hz. Zeyd, "Canım sana kurban olsun ey Allah’ın Resulü! Sana taş attılar!" diye gözyaşları dökerken, O, sakin ve sessizce oturuyordu.
"Ey Allah’ın Resulü! Allah emretmiştir, dilerseniz Taif’in dağlarını birleştireyim, toptan gazap gelsin!" diyen dağların meleğine sadece bakacak, sonra diyecekti ki:
"Onlardan bir tane dahi olsa insaf edecek insan çıkar. Hayır, azap istemem!"
Ama sonra gözlerini yücelere doğru çevirip şu unutulmaz duasını Rabbine yöneltecekti:
"Allahım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor ve hakir görüldüğümü ancak sana şikáyet ederim!
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Herkesin küçük, hor görüp de dalına bindiği çaresizlerin Rabbi sensin! Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşmanın eline düşürmeyecek, hatta beni akrabaya bırakmayacak kadar bana merhametlisin!
Allahım! Senin gazabına uğramayayım da, çektiklerim ne olursa olsun, katlanırım. Fakat senin avf ve merhametin bana bunları göstermeyecek kadar geniştir!
Allahım! Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızana uzak kalmaktan sana ve senin o karanlıkların aydınlatan ilahi nuruna sığınırım!
Allahım! Sen hoşnut oluncaya kadar, affına sığınırım!"