Güncelleme Tarihi:
Klitoris'in keşfini anlattığı için sansüre uğrayan Anatomist kitabının yazarı Federico Andahazi
Federico Andahazi. 36 yaşında. Arjantinli. Anatomist, ilk kitabı. 31 dile çevrildi. Çevrildiği her ülkede best-seller oldu. 18. TÜYAP Kitap Fuarı için Türkiye'de. Bugün ve yarın Güncel Yayıncılık standında kitabını imzalayacak. Aynen bizimki gibi ‘‘ikiyüzlü’’ ve kitap okunmayan bir ülkede yaşayan Andahazi, ressam sevgilisi Aida Pipo ile birlikte İstanbul'u keşfediyor.
Kitabınızda klitorisin 16. Yüzyıl'daki keşfini anlatıyorsunuz. Kafayı klitorise neden taktınız? Hayat mı sizi zorladı, yoksa bu bir entelektüel faaliyet mi?
- Edebiyatın kendisi zaten entelektüel bir disiplin. Bir yazarın eseri yazarına benzemek zorunda değildir. Dolayısıyla hayat beni zorlamadı. Ben edebiyatı, yaşam deneyimi denilen şeyden hep ayırmaya çalıştım.
Bu ne demek?
- Şu demek: İnsan kendi biyografisinden kaçmak için yazar. Yani yazarların yaşamı, yazılanlardan çok daha farklıdır. Bu nedenle yazılır.
Klitoris hakkındaki bilginiz, bu kitaba başlamadan hangi seviyedeydi?
- Bu roman aslında klitoris üzerine bir roman değil, öncelikle onu söyleyeyim.
KLİTORİS VE GİZEM
Bundan rahatsızlık mı duyuyorsunuz? Bir savunmayla başlıyorsunuz da konuşmaya.
- Rahatsız etmiyor, bu bir savunma da değil ayrıca. Ama klitoristen söz etmem bir metafor aslında. Ben tıp dünyasıyla, felsefe dünyası arasında bir bağlantı kuruyorum.
Romanınıza göre 16. Yüzyıl İtalyan Rönesansı'nın ünlü hekimi Mateo Kolomb, klitorisi keşfettiğinde başı belaya giriyor. Müthiş bir sansüre uğruyor, engizisyonda yargılanıyor. Roman yayımlandıktan sonra da ‘‘toplumun törel değerleriyle bağdaşmadığı’’ gerekçesiyle size verilen edebiyat ödülü geri alınıyor. Bu paralelliği nasıl açıklıyorsunuz?
- Gerçeğin kurguyu taklit etmesi diyorum. Borges'in lafı bu. Benim kitabım 16. Yüzyıl'da geçen anatomik bir fiksiyon. Ve 400 yıl sonra gerçek haline geliyor.
‘‘Edebiyat değil, cinselliği istismar ediyor’’ diye küçümsediler mi sizi?
- Anatomist hiçbir şekilde cinsellik üzerine bir kitap değil. Aslında güç odaklarının işleyişine yönelik bir kitap. Klitoris çok da önemi değil.
İyi ama seçtiğiniz organ klitoris. Akciğer değil!
- Bu konuyu ben de kendi kendime sordum: Neden klitoris insanları bu kadar heyecanlandırıyor? Tabii ki akciğerle aynı çizgide giden bir organ olmadığını, farklı duygular uyandırdığını, çağrıştırdığını ben de biliyorum. Sanırım gizemle ilgisi var klitorisin. Ama tuhaftır, yaygın kanının aksine, ben edebiyatın bir takım gizleri, gizemleri ortaya çıkardığına inanmıyorum. Ama klitorise ve kitabıma ilginin gizemle ilgisi var.
Yani hiç mi cinsellik yok Anatomist'te!
- Var ama şu bağlamda: Cinsellik öyle bir şey ki, öyle zamanlarda, öyle yerlerde ortaya çıkabiliyor ki, iktidar hiçbir şey yapamıyor. Bu da güç odaklarını kızdırıyor. Cinsellik daima iktidarı kızdırmış, çaresiz bırakmıştır. Bu bağlantı, yani güç ile cinsellik arasındaki, çok eskilere dayanıyor. İktidarın işleyişi bir tür sosyal düzen kurmaya yarıyor. Buna karşılık cinsellik, bu sosyal düzeni kırıyor, parçalıyor, bozuyor. Dolayısıyla ben şunu anlatmaya çalışıyorum: Güç ve iktidar odakları, hazzı, zevki engelleyebilirler. Ama o kadar. Arzu denen şeyi engellemek, ona yasak koymak, bent çekmek ne mümkün! Yani iktidar hazza yasak koyabilir ama arzuya asla. Bekaret kemeri mesela hazzı engelleyebilir. Ama soruyorum, yeryüzünde hangi bekaret kemeri arzu duymanızın önüne geçebilir?
CİNSELLİK DEĞİŞMİYOR
Kitapta (46. sayfa) ‘‘Zevk verme denilen dal öylesine geçici bir sanattır ki, tıpkı bir söyleşi gibi ne bir iz bırakır, ne de bir tanık’’ diyorsunuz. Siz de buna inanıyor musunuz? Öyleyse kalıcı olan ne?
- Cinsellik bununla karakterize edilir: Gelip geçici bir şeydir. Karakteri budur. Bu arada, tarih boyunca cinsellik etrafında dönüp dolaşan problemler halihazırda çözülmüş değildir. Gelenekler değişiyor, görüşler değişiyor ama cinselliğin sorunsalı tarih boyunca değişmiyor.
Kadın bedenindeki ruhu arayan bir yazarsınız. Kadın bedenindeki sır, klitorisin keşfi deyip bir tarih anlatıyorsunuz. Peki kadın ruhunun sırrı ne?
- Kilise, o dönemde kadınlara ruh vermiyordu. Kilise açısından bu büyük bir tartışma konusuydu: Kadında ruh var mıdır, yok mudur? Engizisyona karşı müthiş savunmalar yapılıyordu. Ben kitabımda o dönemdeki tartışmaları yansıtıyorum.
Kitabınızda, 16. Yüzyıl Rönesans İtalyası'ndaki fahişe yetiştiren müesseselerden söz ediyorsunuz. Ne kadarı hayal gücü, ne kadarı kurgu?
- Enstitüler kurgu. Fakat o dönemi incelediğiniz zaman, bu tür kurumların varlığı insana çok da aykırı, olanaksız gelmiyor. Çünkü fahişelik saygın bir meslekti o zamanlar. Sansür ve baskı o zaman da vardı. Cadı ve büyücü olduğu düşünülen insanlar yakılıyordu. Ama fahişelere günümüzden farklı olarak kimse dokunmuyordu, aksine müthiş saygı gösteriliyordu. Aradan 400 sene geçmiş olmasına rağmen, birçok konuda geriye gidiş olduğuna inanıyorum. Edebiyatta da bir geri gidiş var. Örneğin Marquis de Sade bugün basılamaz.
Klitorisin efendisi
Kitaptaki kadın karakterlerden biri İnes klitorisinden kurtulursa, kendi yüreğinin efendisi olacağına inanıyor ve kendini kastre ediyor. Böyle bir numara çekmeye neden gerek gördünüz?
- Ben Mateo Kolomb değilim. Onu aklayamam. O Mateo Kolomb'un söylemi. İnes ona aşıktı. Kolomb aşkın bu organda yattığını söylüyordu. Kadın da ona duyduğu aşktan kurtulabilmek, yüreğinin efendisi olabilmek için böyle yaptı.
Siz aşkın nerede yattığını düşünüyorsunuz?
- Zaten kitap da bu sorunun üzerinde duruyor. Ve bu kitabın cevap vermediği bir soru.
Klitoris hakkındaki diğer erkeklerden daha fazla şey bildiğinizi var sayıyor musunuz?
- Hayır.
‘‘Klitoris yazarı’’ olarak tanınmak utanç mı veriyor?
- Biraz utanıyorum.
En azından sizin daha fazla sahip çıkmanız gerekmez mi?
- Ben erotik bir yazar değilim ki. Öyle tanınmak istemiyorum. Bunun üzerime yapışmasını da istemiyorum. Benim edebiyatımın cinsellikle, aman aman bir ilgisi yok.
Yani klitorise sahiplenmek, onun efendisi olmak istemiyorsunuz.
- Ah keşke olabilseydim!
Beni en çok yaşlı kadınlar okuyor
Latin edebiyatının zenginliğini neye bağlıyorsunuz?
- Hiçbir dünya edebiyatı lokal değil. Zaten edebiyat nasyonal bir fenomen değil. Örneğin Arjantin edebiyatı Avrupa edebiyatından çok etkilenmiştir. Borges buna iyi bir örnektir. İngilizce şiirler yazıyordu. Corthazar'a gelirsek, yaşamının büyük bir bölümünü Paris'te geçirdi. Marquez tamam, Kolombiyalı bir yazar, yazdıkları Kolombiya örneklerini taşıyor ama bir dünya yazarı. Herkes Marquez'i aynı hazları alarak okuyabilir. Dolayısıyla dünyevi edebiyat fikri neyse, ülkelerimizin edebiyatı da orada duruyor.
Arjantin'de yazar olmak avantaj mı, dezavantaj mı?
- Bayağı bir problem.
Neden?
- Para kazanmak neredeyse imkansız da ondan. Bizde yazarların çoğu gazetecilikten para kazanıyor. Benim başıma gelen herkesin başına gelmiyor. Ben de zaten Anatomist'i yazana kadar eğitimini aldığım mesleği yapıyor, öyle kazanıyordum. Psikanalistim. Hastalarım vardı.
Tırnaklarını yiyen ve etlerini koparan bir psikanalist.
- Psikanalistlik çok sağlıklı bir zihinsel gösterge değildir ki!
Benim ellerimin hali sorulduğunda, oturmamış kişilik yapısı, öz güven eksikliği diyorum, ki doğru, siz ne diyorsunuz?
- Açlık. Hem somut, hem de soyut anlamıyla!
Aldığınız eğitim yüzünden mi yazarken iyi kişilik analizi yapıyorsunuz, yoksa iyi kişilik analizi yapabildiğiniz için mi yazıyorsunuz?
- Psikanalistliğin yazma anlamında bana avantaj sağladığını düşünmüyorum. Aksine problem yaratıyor. Dünyevi bir vizyonu yok benim formasyonumun. Herşeyi açıklamıyor psikanalistlik. Dört duvar arasında kolaylığı var, onun dışına çıkamıyor. Yazarken o terminolojiden kurtulmaya çalışıyorum. Freud'un psikanalizmi keşfettiği zaman bunu anlatabilmek için edebiyata ihtiyacı vardı. Ama Shakespeare'in hiçbir zaman Freud'a ihtiyacı olmadı.
Yazmak tek kişilik bir şeydir, yalnızlık gerektirir ya...
- Tam tersine, ben barlarda, cafelerde yazıyorum. Arjantin'de bu tip yerlerin enstitüsel bir anlamı var. Bir sürü insan girer çıkar. Paris gibi. Evde yazmak yerine orlarda yazmayı tercih ediyorum. Mutlaka sigaram olacak. Ve bizde geleneksel bir şey var, motta. Bir otun demlenmiş şeklidir, kamışla içilir, onu severim. Elle yazar, evde bilgisayara geçerim.
Bizim ülkemizde genç kadınlar yazarlara bayılıyor. Sizin pek çoğundan daha yakışıklı olduğunuz düşünülürse...
- Hayır, bana bayılmıyorlar. Söylediğimin tevazuyla ilgisi yok. Geçmişte yazarların sosyal konumları daha iyiydi Arjantin'de. Şimdi öyle değil. Okurun yazara pek ilgisi kalmadı. Böyle bir geri gidiş var. Yazarlar artık tahtlarda filan oturmuyor. Okurla yazar arasında çok samimi bir ilişki var. Ben okurlarımla çok yakınım. Beni kadınlar daha fazla okuyor. Ama yaşlı kadınlar!
En sevdiğiniz yazarlar?
- Borges, Dostoyeski, Kafka ve Jack London. Ama Cervantes'in Don Kişot'unun edebiyatın ana formülü, H20'su olduğuna inanıyorum.