Güncelleme Tarihi:
77 yıllık ömrünü “özetlerken” belli aralıklarla, nakaratmışçasına sarf ettiği birkaç cümle var: Sonra ben yine gittim... Sonra yine işsiz kaldım... Sonra biz yine iflas ettik... Sonra ben yine duramadım...
Araları, pek az insana nasip olacak, sonuna kadar hak edilmiş başarılarla, sanat ve cesaretle dantel gibi işlenmiş maceralarla doldurun işte...
Sonra yine: Kimi zaman -rahat değil- sanatsal tatminsizlik battığından, kimi zaman ekonomik şartlar, kimi zaman darbeler dayattığından; daimi arayıştan: Mütemadiyen bir toparlanıp gitme hali...
“Aynı yerde hiç uzun zaman kalamadım” diyor. “Bir Çingenelik var bende herhalde, gezmesini seviyorum. Hiçbir zaman planlı çalışan bir adam da olmadım. Bir derenin içinde bir kayıktayım, bir oraya vuruyor, bir buraya vuruyor. Ama Edremit’in o dağ köyünde yaşamak hep vardı aklımda...”
Kim bilir, yazı dediğiniz, belki de çocuklukta nakşoluyor insanın alnına.
UN KURABİYESİ İLE RAKI
Haydarpaşa Lisesi’nden sonra babası onu Hukuk Fakültesi’ne yazdırır. Devamlılığı 15 gün sürer. Matinelerde kendi hikayelerini ve sevdiği şiirleri okurken, Gürkal Aylan Federasyon Tiyatrosu’nda sergileyecekleri bir oyunda başrol teklif eder. Rejiyi Atıf Kaptan yapacaktır, “Eugene O’Neill” oynanacaktır.
Zehir, Kurtiz’in damarlarına zerk olur: “Sonradan Atıf Abi vazgeçince, ben Hachette Kitabevi’nden içinde Yale Üniversitesi’nin piyeslerinin olduğu bir kitap buldum. ‘Beş Gün’ diye bir piyes tercüme ettim, onu sahneye koyduk. Hukuktan çok edebiyat fakültesinde takılıyorum, elimde bavulla kitap taşıyorum. Özdemir Asaf’ın matbaasına da gitmeye başladık o ara. Bir edebiyat matinesi yaptık, Attila İlhan geldi, Cemal Süreya geldi. Hayran olduğum insan Özdemir Asaf, benim abim oldu. Her sabah yurtta kahvaltı edip Özdemir Abi’nin matbaasına gidiyorum. Bir gün, ‘abi ya, sen hiç yemek yemez misin’ dedim. ‘İyi ki hatırlattın’ diye inanılmaz bir lokantaya götürdü. Orda Reşat Ekrem Koçu’yu gördüm, Peyami Safa’yı gördüm. Orda ilk defa Özdemir Abi’den un kurabiyesiyle de rakı içildiğini öğrendim. Ondan çok şey öğrendim.”
Gençlik Tiyatrosu’na geçtiğinde artık annesine okula devam etmediğini itiraf eder. İkinci sene İngiliz Filolojisi’ne kaydolur. Bu sıralar arkadaşlık etmeye başladığı Metin Serezli vesilesiyle, Dormen Tiyatrosu’nda, okul konusunu tamamen kapatmacasına, ilk kez profesyonel olur.
Sonrası, Türk tiyatro ve sinema tarihinin kim kimdir ansiklopedisini andıran, efsane isimlerle kader birliği edilen, birlikte yol alınan, yol ayrımına gelinen, hep ve inadına üretilen uzun bir yol hikayesi...
YOL ARKADAŞI YILMAZ GÜNEY
Kurtiz’in sahne aldığı ve sahneye koyduğu oyunlarla şanı yürürken, sinemadaki yoldaşlıkları da efsane mertebesine ulaşmış birliktelikler malum. Ömrünün büyük bölümünün yurtdışında geçmesine sebep Yılmaz Güney’le tanışması üniversite yıllarına uzansa da, sinema aşkına birlikte bela sırtlamalarına daha çok vardır.
Yılmaz Güney’le birlikte yaptıkları işler, başlarda Konyakçı, Krallar Kralı, Sayılı Kabadayılar, Üçünüzü de Mıhlarım gibi aksiyonu bol filmlerdir. Güney, önce bu gibi işlerle kendilerini sevdirip, daha sonra bu sayede istedikleri gibi filmler çekebileceklerine inanıyordur.
“Oldu da ama çok sonradan” diyor Kurtiz: “Hep bonoyla çalışıyorduk, istemediğimiz işleri de yapıyorduk. Ondan sonra bazı arkadaşlarımız diyor ki, biz halkın sinemasını yapıyoruz. Hangi halkın sinemasını yapıyorsunuz? Halkın istediği film için işletmeci bono veriyor, o bonolar patrondan bize geliyor, biz o bonoları kırdırıp yaşamaya çalışıyoruz, böylece halkın sineması oluyor. Ben katiyen kabul etmiyorum bunu, sinema benim için sanat. Ayrıca şunu da söyleyeyim, benim için sanat sineması yok, sinema sanatı var.”
“UMUT FİLMİNİ ÇİÇEK ARİF KAÇIRDI
68 olayları, 70 darbesi derken, Tuncel Kurtiz, yedek subay olarak askerliğini yapmaya gider. Askerlik döneminde Yılmaz Güney’le birlikte her ikisinin de hayatında dönüm noktası olan “Umut” filminin tohumları atılır: “Ondan sonra başıma gelmeyen de kalmadı zaten. ‘Umut’ filmi yurtdışına kaçırılacak, nasıl kaçıracağız? Ben kaçıramam, o kesin. Babam vali muavini o sırada; ‘Oğlum senin fişin var 1. Şube’de, sen yurtdışına Kapıkule’den çıkarsın ancak’ dedi. Çiçek Arif ki, Komünist Arif’tir eski adı ‘Ben götürürüm’ deyince, onun sayesinde kurtarabildik filmi. Bavula doldurmuş filmleri Arif, hamalın biriyle anlaşmış 1000 liraya, yarısı peşin, yarısı bavulu uçağın yanında görünce diye... Ben otobüsle yola çıktım, bir gittim ki elinde Türk konyağıyla arkadaş orda. Ama film bavul içinde karmakarışık gelmiş, Allah’tan ben oradayım, filmi bağladım yeniden. Başarılı bir şekilde gösterebildik. Konuşmayı ben yaptım, Türkiye’de devlet bu filmi göstermiyor diye. Bu konuşmalardan sonra, 12 Mart darbesi de gelmiş zaten, hadi sıkıysa dön Türkiye’ye; e dönmedik...”
Kurtiz’in “Darbeler tayin etti hayatımızı biraz da” demesi boşuna değil. Daha sonra ikinci eşi olacak sevgilisinin geçindirdiği Berlin’deki evde, dünyanın dört bir yanından tanıdıklara, durumunu anlatan mektuplar yazar.
İlk haber Vasıf Öngören’den gelir. Kurtiz, Almanca’sı olmadığı halde, 500 mark karşılığında, Laz şivesiyle Almanca konuşan bir rolü canlandırır: “Rejisör beni çok beğenince rolümü büyüttü, ikinci filmde 10 bin mark aldım. Sonra Güneş ve Barbro Karabuda beni Stockholm’e çağırıp burs verdiler. Yaşar Kemal’in ‘Teneke’sini tercüme ettirdim sahneye koymak üzere, Göteborg Şehir Tiyatrosu’nda sahneye koyduk. ‘Otobüs’ filmini yaptık. Bu arada 74 oldu, Ecevit geldi, Turan Güneş abimiz Dışişleri Bakanı oldu. Ben nihayet Türkiye’ye gelebiliyorum ama bu sefer de iş yok, sadece seks filmi çekiliyor. ‘Şansımı dışarda ararım’ dedim çıktım. Gene bir Yaşar Kemal hikayesini beraber yazdık Yaşar Kemal’le, ‘Yağmurlar Gebedir’ diye, İsveç Devlet Tiyatrosu’nda onu sahneye koydum. İkinci gelişimde ‘Yılmaz seni arıyor’ dediler, hapishaneye gittim. Zaten ona hediyeler getirmişim. Bana bir tekst verdi: ‘Sürü’... İnanılmaz bir şey. Doğru Siirt’e geçtim. 78’de ‘Sürü’yü yaptık.”
BU ADAM OYUNCU OLAMAZ KESİN KÖYLÜ VE ÇOBANDIR
78’de “Sürü”yü yaptıktan sonra yine İsveç’e döner ve kendi filmini, bugün geniş kitlelerce çok bilinmese de bir kesimin gözünde underground klasiği mertebesine ulaşmış “Gül Hasan”ı çeker. Bu dönemde, “Sürü”nün tanıtımı için İsrail’e gitmesi, ona hiç tahmin etmediği bir pencere açar:
“Basın toplantısında dedim ki, bizim sinemamız bir 3. Dünya sinemasıdır. Ne Sovyet idealist estetiğinden, ne Avrupa burjuva estetiğinden ne de Amerikan ticari estetiğinden yanayız; bu bizim sinemamız... Bana orda Arapça oynar mısınız diye teklif geldi. İki film yaptım. İkincisiyle (Hiuch HaGdi) 86’da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldım Berlin Film Şenliği’nde. Tesadüflerle oluyor her şey. Benim Miriam Goldschmidt diye çok sevdiğim bir oyuncu arkadaşım vardı. Paris’te Peter Brook’la birlikte sinemaya gitmişler, ‘Sürü’ye. Peter Brook demiş ki beni görüp, ‘bu adam oyuncu olamaz, bu kesin köylüdür ve çobandır’. Miriam ‘O benim arkadaşım, aktör, üstelik İngilizce’si de iyidir’ deyince audition’a çağırdılar. Hayat değişti birden. Üç sene boyunca çok büyük bir prodüksiyonla, ‘Mahabharata’ ile dünyayı dolaştık.”
TÜRKİYE’YE KÜSMÜŞKEN MENEND’İ TANIDI
Tarih tekerrürden ibarettir: Dünya turu dönüşünde, Kurtiz yine parasız ve işsizdir. Fakat ne yapar eder, 100 kişilik bir kadroyla Şeyh Bedreddin’i yapmayı başarır: “15 bin mark borç alarak bitirebildim işi. Arkasından Viyana’ya çağrıldım ama çok zor günler, feci parasızlık çekiyoruz. O sırada Hasan Bülent Kahraman’la Fikri Sağlar, Viyana’ya geldiler, ‘Bir şey ister misin?’ diye sordular. ‘E, bu piyesi çağırın, festivale gelelim’ dedim. İki defa Taxim’s Night Park’ta oynadım, geliş o geliş oldu. Menend’i tanıdım. Âşık oldum. Türkiye’ye küsmüş, Brezilya’ya gideceğim derken, birdenbire onunla kaldım. Çok da mutluyum.”
Ben sansürden korkmam, yeter ki otosansür olmasın
Sansürle geçmiş hayatımız. Devri Süleyman yüzünden tiyatromuz yakıldı bizim; daha ne! Bir bakıyorsun şimdi, “Umut” dünyanın gözbebeği olarak en iyi 100 film arasında gösteriliyor. “Sürü” bütün festivallerde gösterildi. Yasakladıkları “Yolcu” oyunu, Devlet Tiyatroları’nda, Şehir Tiyatroları’nda, Ankara Sanat’ta oynandı; Kültür Bakanlığı’nın yardımıyla sineması yapıldı Başar Sabuncu tarafından. Buyrun! Nedir ki yani yasaklamalar, biter gider... Sansürden hiç korkmam ben, yeter ki otosansürün olmasın. Otosansürüm yok benim. Ben fikrimi söylüyorum, “komünistim” diyorum. Umudumu kaybetmem ben. Bir gün insanların dünyayı daha güzel bir yer haline getireceklerine inanıyorum.