Güncelleme Tarihi:
(1) Konuk, program boyunca ‘Emekli Fransız Generali Andre Charrase’ diye tanıtıldı. Oysa sunucu programın başında doğrulatmak istemiş ama konuk ‘General kelimesi kullanılmasın diye rica etmiştim’ demişti, ‘En eski olduğum için bana bu paye verildi ama bu tamamen onursal, hiç general olmadım’. Ama ekrana gelecek tanıtım yazısını artık değiştirmek mümkün olmadı. Adamı general yapmıştık bir kere.
(2) Konuk emekli bir hava pilotuymuş. 1972’de emekli olunca Türkiye’ye, özellikle de Efes’ten başlayarak antik Yunan ve Roma şehirlerine ilgi duymuş. Okumuş, yazmış. Yani tarihçi, araştırmacı, uzman filan değil anlaşılan. Olsun!
Zaten sunucunun kendisi de konuya hâkim değildi. Tercüman hiç ama hiç değildi. Charrase’ın sözlerini yanlış tercüme edince, sunucu iyice dağıldı. Sunucu ‘simültane tercüme’ diye kıvrandı ama tercüme eden ve amatör olduğu her halinden belli (adı da verilmeyen) genç, Charrase’ın uzun cümlelerini kafasında toparlayıp özetlemeye kalkınca, sunucu da bu yanlış bilgileri kendi eksik bilgileriyle harmanlayıp ‘yani...’ diye cümleler kurunca felaket oldu. En çarpıcılardan bir kaç tane derledim.
(3) Charrase’ın ‘okuduğu kitaplara ve raporlara dayanan’ tarihi tezi özetle şöyle: Bir milyon üç yüz bin kadar Ermeni köylüsü deporte edildi, Fırat yönünde.”
Tercüme: “Bildiğimiz kadarıyla bir milyondan fazla Ermeni köylüsü yollara düşürüldü.” (300 bini kaynadı!)
Charrase: “Fransızlar’la İngilizler 1917’de buraya geldiklerinde ‘bunlardan’ (Ermeni demek istiyor) 960 bin (kişi) buldular.” (Fransızca bilenler için: Ils en ont trouvé 960.000)
Tercüme: “İngilizler geldiklerinde 960.000 tane bulmuşlar. Ceset bulmuşlar...”
(4) Charrase bundan sonra “Tabii çok ölen oldu” diyor. (Not: Bu hesaba göre 340-350 bin kişi yolda ölmüş demektir. SD) “Ama unutmamak gerekir ki o zaman otobüs, kamyon yoktu, yol bile yoktu. Bu insanlar yürüyerek geldiler. Kadınlar, hamileler, ihtiyarlar, çocuklar yolda yorgunluktan öldüler. O kadar...”
Charrase o tarihte doğru dürüst bir ordu olmadığından, deporte edilen Ermeniler’e ‘Kürt jandarmaların muhafızlık yaptığını’ (estort ettiğini) söylüyor. “Bildiğiniz gibi Kürtler’le Ermeniler iyi anlaşamaz. Bunu hiç kimse dile getirmiyor.”
Sunucu da, tercüman da bu ‘Kürt jandarma’ lafını ilk kez duyuyorlar belli ki, Hamîdiye Alayları’nı hiç işitmemişler. Sunucu ısrarla ‘O tarihte Türkiye’de Kürt jandarması yoktu ki...’ diyor. Fransız misafirlerine tekrar tekrar sorup anlattırıyorlar.
(5) Charrase konuşmasını sürdürüyor: Fransızlar ile İngilizler’in bu 960 bin Ermeni’yi ne yapacaklarını bilemediklerini, Amerikalılar’ın Ermeniler arasında yaygın olan bir genetik göz hastalığına yakalanmamış olanları tarayıp sağlıklıları seçerek 400 binini ABD’ye götürdüğünü, 200 bin kadar Ermeni’nin Avrupa’ya, kalanlarının da Arap ülkelerine dağıldığını söylüyor.
(6) Bu sözlerden anladığını sunucu şöyle açıyor: “Ermeniler’in sevkiyle alakalı, kendi rızasıyla başka bir yerlere gitmesiyle alakalı... vs”
Sunucu Charrase’ın sözlerinden ‘Ermeniler’in kendi rızalarıyla başka yere gittiği’ sonucunu çıkarıyor. Hemek ki tehcir (deportasyon) olayını hiç duymamış.
(7) Zaten sunucunun kafasının da biraz karışmakta olduğu sorularından da belli oluyor. Mesela:
“Ermeniler’in sevkiyle alakalı, kendi rızasıyla başka bir yerlere gitmesiyle alakalı, Türk ordusu o dönemin padişahı Abdülhamid tarafından tertip edilen bir orduyla birlikte gidilen mekânlara kadar mihmandarlık yapılarak götürüldü, diyor, demin de söylediği şey oydu. Şimdi burada anladığımız bir şey var: Bir, yolda katlolan (?) insanlar var, evet, bunlar Türk ordusu tarafından katledilmediğini anlıyorum ben, (Tercüman hâlâ çevirmiyor, bu noktada ‘Evet’ demekle yetiniyor.) bir Fransız tarafından söylenen önemli bir ifade. Bir. İkincisi bırakın Türk ordusunun bunu katletmeyi bunlara mihmandarlık yaptığını da söylüyor. İki. Şimdi orada küçük bir detay var, oraya getirmek istiyorum konuyu. Kürtler’den oluşturulan jandarmalar, dedi. Sanırım orayı açmak lazım, şimdi o dönemde Türkiye üç taraftan bir defa savaşlarla karşı karşıya idi, bir o, bir de Kars’ta meşhur o yüz bin Osmanlı ordusunun soğuktan donarak ölme konusu var ki, şimdi bunları bir toparlayacak olursak, bütün bunlarla birlikte, bu söylediklerimle beraber ne söylemek ister? Düşüncelerini almak istiyor.”
(8) Charrase, İngilizler Çanakkale’ye saldırırken taarruz eden Rus ordusunun ‘ölü ordunun üzerinden geçerek’ (Sarıkamış faciasını ima ediyor herhalde) bölgeyi tamamen işgal ettiğini, bu arada (kimileri Osmanlı Meclisi’nin üyesi olan) Ermeniler’in bir ‘Geçici Ermenistan Cumhuriyeti Hükümeti’ kurduklarını, deportasyon kararına bunun sebep olduğunu söylüyor.
Tercüman (Ruslar geldiğinde) “Orada buldukları Ermeniler parlamento kurmuşlar...” diye çeviriyor. Tereddüt ediyor, teyit etmek için soruyor.
Charrase “Ermeniler’in bir hükümeti olduğuna göre, artık imparatorun (sultanın) tebası değil yabancı olduklarını” söylüyor.
Tercüman: “Kendi devletlerini kurduktan sonra Türk olmadıkları belli oluyordu ve bunun yüzden yurtdışına gitmeleri gerekti. Evet, Türk vatandaşı olmayan Ermeniler’in...”
(9) Charrase bundan sonra özetle, savaşan iki taraf arasında kalan yabancı halka (Ruslar ile Osmanlılar arasında kalan ve Osmanlı tâbiyetini artık tanımayan Ermeniler) kaçması için süre tanınır; ayrıca burada, Ermeniler’in Rus saflarında savaşa katıldığı da anlaşılmıştı, Rus ordusunda Türkler’e karşı savaşan birçok Ermeni birliği vardı, diyor. Tehcir’in sebebi budur, Rus ordusuna katılmasın diye bu insanlar başka yere nakledildi... diye ekliyor.
Fransızca anlamayan ve tercümeyle dağılan sunucu yine konuyu toparlamaya çalışıyor: “Şimdi birincisi Rus savaşında yani Rusya’nın Osmanlı’ya açtığı savaşta Rus askerleriyle işbirliği yaptıkları için Ermeni gençlerinin Rus ordusuna katılması, bir de Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kendileri vatandaş olmadıkları için başka ülkelere gitmek istediler, Ermenistan’a (Serdar’ın notu: O tarihte henüz Ermenistan diye bir devlet yoktur, 1918’de kurulacaktır.) veya Fransa’ya, Amerika’ya vs... Kendi istekleriyle bunlar oldu, değil mi?”
(10) Tercüman bu soruyu “Türk Cumhuriyet kurulduktan sonra Ermeniler kendi istekleriyle yurtdışına gitmek istediler değil mi?” diye çevirince, Charrase ‘Elbette” diye cevap veriyor ve bunun sebebini de şöyle açıklıyor: Osmanlı döneminde azınlık olarak bazı haklara ve ajantajlara sahip olan Ermeniler, ne olduğunu tam anlamadıkları Cumhuriyet rejiminde herkesle eşit duruma gelince ve çok cazip olan Amerikan hatta Fransız vatandaşlığı imkânı da doğunca, gitmeyi tercih ettiler.
Sunucu, Charrase’ın söylediklerinin ‘tarihi şeyler’ olduğunu tespit ettikten sonra toparlamaya çalışıyor: “Ermeniler’in Türkler tarafından yurttan gönderildiğiyle alakalı ciddi iddialar vardı, onu da kendisi diyor ki hayır böyle bir şey yok, Türkiye’de kalanlar Anadolu’da kalan Ermeniler kalmışlardır ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte herkes eşit olduğu için Osmanlı dönemindeki aldıkları o farklı özelliklerini alamadıklarından dolayı kendileri gitmek istemişlerdir.”
(11) Bir ara tercüman ‘1999 Sevr Antlaşması’ diyor ama belli ki dili sürçüyor, 1919 demek istiyor. (Not: Bu arada Sevr de 1920'dedir... SD) Ancak Charrase “Sevr Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen parçalıyordu. Bunun mümkün olmadığı çok çabuk anlaşıldı...” deyince, tercüman bunu “Osmanlı İmparatorluğu biliyorsunuz komple dağılmıştı ve ondan faydalanıp...” diye çeviriyor.
(12) AB-Türkiye ilişkileri konusundaki görüşü sorulunca Charrase, on sene kadar Ankara’nın (Paris’in önerdiği) ‘özel statü’yü kabul etmesi gerektiğini söylüyor ve gülerek ekliyor: “Bu on sene kadar zaman içinde birçok problem ortadan kalkmış olur ve hükümetler de değişebilir.”
Tercüme: “Bu on senenin içinde birkaç devlet değişmiş olur zaten o zaman kadar...”
(13) Sunucu ‘birçok devlet değişmiş olur” lafını anlamıyor. Hangi ülkeler, diye soruyor. Tercüman hatasını düzelterek soruyor: “Hangi devletlerin hükümeti değişmiş olur?”
Charrase gülerek cevap veriyor: “Les deux nôtres” yani “Sizinkiyle bizimki...”
Tercüme: “Mesela Belçika ve Fransa diyor...”
(Önemli not: Eğer tercüman Belçika vatandaşı veya Belçika’da yaşayan bir Türk de, Charrase “Les deux nôtres” derken bunu kast ediyorsa, bilmem. Olabilir.)
(14) Tercüman gerçekten de uzun zamandır Türkiye’de değil herhalde zira Recep Tayyip Erdoğan’ın hapse girmesine ve siyasetten men edilmesine sebep olan şiiri hiç duymamış. Bir ara Charrase, ne alakası varsa, Erdoğan’ın bu sözlerinin Avrupa’da yanlış anlaşıldığını, korkuya sebep olduğunu söyleyince, delikanlı “Camiler bizim asker kulübelerimiz, minareler bizim (sunucunun suflesini bile yanlış anlayarak) sürgülerimiz...” diye çevirmeye çalışıyor.
(15) Sunucu toparlamak istiyor, soruyor: “Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi veya Türkiye Avrupa Birliği’den ne yapması lazım, ne tür bir ilişkiyi kurması lazım şu anda; biz büyük bir çoğunlukla Avrupa Birliği’ne girmeyi isteyen bir ülkeyiz. Bu konuda bir ne söylemek ister?”
Charrase cevap vermeye çalışıyor. Derken programı kapama zamanı geliyor. Sunucu son bir kez toparlıyor konuyu:
“Sevgili seyirciler, çok farklı çok renkli bir konuğumla huzurlarınızdayrım. Siz de fark ettiniz. Avrupa’ya birçok mesajları oldu, özellikle kendi ülkesine çok güzel enteresan mesajları oldu. Türkiye’nin Anadolu’nun Ermeni katliamı diye herhangi bir katliamda bulunmadığını kendisi tarafından ifade edildi. Bunun zaten tarihsel süreci içerisinde mümkün olmadığını, sevk meselesinde de yani göç meselesinde de tamamen kendilerinin kararlarıyla yapıldığını ifade ettiler...”
Erdal ALKIŞ’ın hazırladığı ve sunduğu YANSIMA adlı program - Cine5, 10 ekim pazar
Not: Program Koordinatörü Mine Gürel ve İçerik Danışmanı A.Murat İçerikli’yi tanımıyorum. Ama Yansıma’nın Program Danışmanı diye anons edilen Aziz Üstel, o Aziz Üstel ise demek ki ‘danışman’ olduğu programı seyretmemiş. Çünkü benim bildiğim Aziz Üstel Fransızca bilir. Ve seyretse, yayımına izin vermezdi...