Cildiyeci Kolsuz Agop

Güncelleme Tarihi:

Cildiyeci Kolsuz Agop
OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 13, 2005 00:00

Prof. Dr. Agop KotoÄŸyan yani meÅŸhur ‘Cildiyeci Kolsuz Agop’, 41 yıl hizmet verdiÄŸi Ä°stanbul Ãœniversitesi CerrahpaÅŸa Tıp Fakültesi’nden geçtiÄŸimiz kasım ayında emekli oldu. Tesadüf bu ya Agop Hoca, bundan tam 66 yıl önce CerrahpaÅŸa’nın doÄŸum kliniÄŸinde dünyaya gelmiÅŸti. Hastane, evlerine 15 dakika yürüyüş mesafesindeydi.DoÄŸduÄŸu Samatya semtini diÄŸer adı KocamustafapaÅŸa’yla seven KotoÄŸyan, ‘DoÄŸma büyüme PaÅŸalıyım’ diye övünüyor. Agop Hoca, yıllarca hasta baktığı, laboratuvarında göz nuru döktüğü, kimileri ÅŸimdi namlı birer profesör olan öğrencileri, vefalı hastaları ve mesai arkadaÅŸlarının katıldığı törenle uÄŸurlandı. Veda eden aslında azmin, direncin, ölümlerin eÅŸiÄŸinden dönüp hayata sıkı sıkı sarılmanın simgesi, yaÅŸayan bir efsaneydi. 30 yıl önce mesleÄŸinin zirvesine oturmuÅŸ, masal kahramanına dönüşmüştü. Hayatının içine girmek zordu. Çünkü gazetecilerden uzak duruyor, doktorların artist olmadığını, bilimsel tebliÄŸler dışında dışarıya seslenmenin reklam olabileceÄŸini savunuyordu. Türkiye’de, cinsel yolla bulaÅŸan hastalıklar kürsüsünü ilk kuran, çeÅŸitli bilim dallarında bölüm baÅŸkanlığı yapan, yeni buluÅŸlarla çığır açmış bu doktoru albüm sayfalarımıza alabilmek için günlerce uÄŸraÅŸtık. Sonunda hatırını kıramayacağı dostlar araya girdi, bize hayatının kapılarını araladı. Ä°ÅŸte gördüklerimiz.Aslında bu albüm şöyle baÅŸlayabilirdi: ‘Bir varmış, bir yokmuÅŸ. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Yozgat’ın AkdaÄŸ Madeni Ä°lçesi’nin Terzili Köyü’nde Kirkor adında bir çocuk varmış. Küçük Kirkor, kendi halinde yaÅŸayıp giden yoksul bir ailenin çocuÄŸuymuÅŸ.’ Ama masalsı hayatın içinde gerçeÄŸi kaybetmemek için kronolojik sırayla anlatmayı doÄŸru bulduk. Agop’un babası Kirkor KotoÄŸyan, 1911 doÄŸumlu. 1915 yılında, yani Anadolu’daki o büyük kaos döneminde henüz dört yaşındayken babasını kaybetmiÅŸ. Köyünü basan çeteler köydeki tüm erkekleri öldürmüş. Küçük Kirkor’u annesi, onu madendeki maÄŸaralara kaçırarak kurtarabilmiÅŸ. Sonra da bir yakınlarının yanına sığınmışlar. Olaylar yatışıp saldırılar durunca yanmış, yıkılmış, talan edilmiÅŸ köylerine dönebilmiÅŸler. Kirkor Bey, 25 yaşındayken Yozgat’ın Ä°ÄŸdere Köyü’nde yaÅŸayan Makruhi Hanım’la evlenmiÅŸ. Aile 1938’de Ä°stanbul’a gelmiÅŸ ve Samatya’ya yerleÅŸmiÅŸ. Bir yıl sonra da ilk çocukları Agop, Ä°stanbul Ãœniversitesi Tıp Fakültesi’nin CerrahpaÅŸa’daki hastanesinde doÄŸmuÅŸ. Dünyaya gözlerini açtığı, ilk görüntüleri, ilk sesleri duyduÄŸu bu hastane ile ömür boyu sürecek kader birliÄŸi de böylece baÅŸlamış.Babası Kirkor Bey, inÅŸaatlarda kalfa olarak çalışır, annesi de Samatya yakınlarında bir fabrikada işçilik yaparmış. KOLUNU PRES KAPTIÇok yoksullarmış. Küçük Agop, Samatya Sahakyan Ermeni Ä°lkokulu’na baÅŸladığı yıl, babası ona bir ceket almış. Bir bahar günü arkadaÅŸlarıyla Samatya sahilinden denize girip çıkmış ve bir bakmış ki ceketin yerinde yeller esiyor. Anasından bir ton dayak yediÄŸi gibi tam üç yıl boyunca da ceketsiz kalmış. ‘Bana yeni bir ceket almaları mümkün deÄŸildi. EkmeÄŸi karneyle alıyor, aylarca et ve ÅŸeker yüzü görmüyorduk’ diye annesinin köteÄŸine hak veriyor ÅŸimdi. Küçük Agop, daha ilkokuldayken iÅŸe baÅŸlamış. Mezun olduÄŸu yıl bir gümüş atölyesinde çalışıyormuÅŸ. Sıcak, çok sıcak bir yaz günü, gümüş kalıpları plaka haline getirmek için kullanılan presin silindiri iÅŸ önlüğünün kolunu kapmış. Sonra da elinin tamamı omuzuna kadar presin altında un ufak olmuÅŸ. Hastaneye vardığında doktorlar, ‘Bu çocuk yaÅŸamaz’ demiÅŸ. Ameliyat olmuÅŸ, günlerce komada kalmış ve bir gün gözlerini açıp hayata yeniden merhaba demiÅŸ. Kaderin cilvesi bu ya, yine CerrahpaÅŸa Hastanesi’ndeymiÅŸ. O yaz sonunda kendisini tamamen toparlamış ama çevresindekilerin acıyarak bakması kalbini çok kırıyormuÅŸ. Bu yüzden kayıt yaptırdığı halde okula gitmeyeceÄŸini söylemiÅŸ babasına. Okula gitmemiÅŸ ama aldığı ders kitaplarını her gün muntazaman okuyarak kendine göre bir tedrisat yapmış. Okulsuz geçen bu yıl boyunca hep düşünmüş. O küçük ve artık tek kollu bedeniyle bir meslek sahibi olamayacağına karar vermiÅŸ. ‘Okumalıyım, her ne pahasına olursa olsun okumalıyım’ demiÅŸ. Ve dönem baÅŸlayınca Kumkapı Bezciyan Ortaokulu’nda eÄŸitime geri dönmüş. Bütün okul hayatı boyunca, yazları ve hafta sonları çalışmaya devam etmiÅŸ. Tahtakale’de iÅŸportacılık yapmış. Konfeksiyon atölyelerinde ilik makinelerinde çalışmış. Eve katkı olsun diye çalışırken çok sevdiÄŸi kız kardeÅŸleri Hripsima ve Maryam’a da küçük hediyeler almayı ihmal etmezmiÅŸ.FUTBOL YILLARIOrtaokulda baÅŸarılı olmuÅŸ ama esas zirveyi Galata Getronogan Lisesi’nde yapmış. Her yıl okul birincisi olmuÅŸ, takdirlerle dönmüş evine. Agop Bey, hasta Fenerbahçeli. Tam 26 yıldır Fenerbahçe Kulübü üyesi. Basketbolu çok seviyormuÅŸ. Ama tek kollu olduÄŸu için oynayamamış. ‘Ben de sahada top koÅŸtururum’ demiÅŸ ve lisede futbola baÅŸlamış. Oynayamazsın demiÅŸler, aldırmamış. Çok da güzel oynamış. Ve hatta, o devrin ünlü takımı Samatya Gençler Kulübü’nün kadrosuna girmeyi baÅŸarmış. 1957’de Ä°stanbul Ãœniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanınca doÄŸduÄŸu, yeniden hayata döndüğü CerrahpaÅŸa Hastanesi’nde bulmuÅŸ kendini. Kapısından içeri girdiÄŸi ilk gün ‘Bir zamanlar beni kurtardı bu hastane, ÅŸimdi nöbet sırası bende’ diye düşünmüş. Bu dönemde lise öğrencilerine özel dersler vererek okul parasını kazanmaya devam etmiÅŸ. Ayrıca, CerrahpaÅŸa’nın futbol takımında oynamayı da ihmal etmemiÅŸ. 1963’te okul birincisi olarak doktorluk diplomasını almış. Bir yıl Çapa’nın Deri ve Frengi Hastalıkları KliniÄŸi’nde çalışmış. 1964’te CerrahpaÅŸa’daki Dermatoloji Kürsüsü’nde asistan olarak göreve baÅŸlamış. Uzmanlık tezinin baÅŸlığı, ‘İmpetigo Herpetiformis Vak’aları Ãœzerinde Klinik ve BiyoÅŸimik AraÅŸtırmalar.’ Ben baÅŸlığından bir ÅŸey anlamadım, Agop Hoca açıkladı: ‘Uçukla ilgili çok önemli bir çalışmaydı.’1967’de uzman olmuÅŸ. CerrahpaÅŸa Tıp Fakültesi’nde baÅŸasistan olarak çalışırken üniversite tarafından Ekim 1969’da Almanya’ya gönderilmiÅŸ. Dört ayda Almanca’yı öğrenmiÅŸ. Hamburg Saar Ãœniversitesi Dermatoloji KliniÄŸi’nde ünlü dermatolog Prof. Dr. Nödl’ün yanında çalışmaya baÅŸlamış. Ayrıca aynı üniversitenin alerji ve histoloji bölümlerinde çalışmış. Kliniklerde gösterdiÄŸi baÅŸarıdan dolayı, Alman Ãœniversite Kurulu’nun talebiyle okulda kalma süresi bir yıl daha uzatılmış.Dr. KotoÄŸyan, 1952’de geçirdiÄŸi kazadan önce çoÄŸu kiÅŸi gibi saÄŸ elini kullanırmış. Onu kaybedince sol eliyle iÅŸ görebilmek için çok çalışmış. En büyük zorluÄŸu da üniversitedeyken çekmiÅŸ. Tek eliyle tüplerden şırıngaya ilaç çekmeyi, bu ilacı hastaya enjekte etmeyi öğrenmek için geceleri hastanede nöbete kalmış, evde portakallara su şırınga edermiÅŸ. DikiÅŸ atmayı öğrenmek için ise, evde ne kadar sökük ve yırtık varsa dikermiÅŸ. Ä°ki yıl içinde tüm bu iÅŸleri kimseden yardım almadan tek başına yapıyor hale gelmiÅŸ. 1972’de CerrahpaÅŸa Tıp Fakültesi’ne geri döndükten bir yıl sonra doçentlik sınavını baÅŸarıyla vermiÅŸ. 1979’da ise, ‘Akne Vulgaris Vak’alarında Ä°mmunolojik AraÅŸtırmalar’ baÅŸlıklı teziyle profesör kadrosuna atanmış. Almanca’dan sonra yine kendi çabasıyla, Fransızca ve Ä°ngilizce öğrenmiÅŸ. Dünyanın birçok ülkesinde dersler, konferanslar vermiÅŸ, nam salmış. Özellikle son iki yılda dışarıdan gelen hasta sayısında büyük bir artış olmuÅŸ. Uluslararası tıp dergilerinde yayımlanan makalelerinin sayısı 300’ü aÅŸmış, cilt hastalıkları üzerine iki kitap yazmış. Suzan Hanım’la 1975’te evlenmiÅŸ. Ãœniversiteden emekli olduÄŸu 21 Kasım 2004 günü yaptığı konuÅŸmada ‘İki kiÅŸiye teÅŸekkür etmiyorum: Biri beni bu yolun başına kadar getiren anam, diÄŸeri beni ÅŸu kürsüye kadar çıkaran eÅŸim Suzan. TeÅŸekkür etmiyorum deÄŸil, aslında edemiyorum. Çünkü onlara her ÅŸeyimi borçluyum’ demiÅŸti. YURT SEVGÄ°SÄ° BUDURBirçok ülkenin üniversitesinden teklif almış: Almanya, Fransa, Kanada, Amerika... ‘Burada kal, kürsünün başına geç’ demiÅŸler. O, bunların hepsini elinin tersiyle geri çevirmiÅŸ. ‘Ermeni olduÄŸun için dedeni, fukara olduÄŸun için kolunu kaybettiÄŸin o ülkede ne iÅŸin var’ demiÅŸler, gülmüş geçmiÅŸ. Peki ne düşünmüş? ‘Evet doÄŸrudur: Ãœlkemde çok acı çektim. Sefaletin dibinde yaÅŸadım. DoÄŸrudur: Dedemi, çocukluÄŸumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu kaybetmedim. Bu ülkede yaÅŸayan milyonlarca insandan hiçbir zaman farklı olmadığımı düşündüm. Bu topraklarda yaÅŸayan tüm insanları kardeÅŸim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiÄŸin güzel ve iyi günleri sevmek demek deÄŸildir. Ä°yi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir yurt sevgisi. BoÅŸ baÅŸak dik, dolu baÅŸak ise eÄŸiktir, derler. Ben hep eÄŸik gezdim ÅŸu dünyada. Kibirden nefret ettim. BoÅŸ baÅŸaklar gibi diklenmedim, caka satmadım, her ÅŸeyi biliyorum demedim. Burnumun dikine gitmedim, bilginin ve bilimin ipine sarıldım. Ä°ÅŸimi ÅŸansa bırakmadım. Çünkü, çok çalıştım ve boÅŸluk bırakmadım.’DOKTORLUÄžA DEVAMBu efsane doktor üniversiteye veda ederken şöyle diyordu: ‘32 yılını öğretim üyesi olarak geçirdiÄŸim, 41 yıl üç ay süren üniversitedeki görevim fiilen sona ermiÅŸ bulunuyor. Ä°nsanın hissetttiklerini anlatabilmesi oldukça güç. Ayrılık günü gelip çattığında hiç tanımadığınız bir boÅŸluk hissine kapılıyorsunuz. Ä°lk olarak geçmiÅŸin yoÄŸunluÄŸu içerisinde hiç gerçekleÅŸmemiÅŸ olan bir ÅŸey gerçekleÅŸiyor: Annesinin kuzusu Agop, gümüşçüde çalışan Agop, futbolcu, asistan, Almanya’da görev yapan, doçentlik sınavındaki Agop, ilk dersini veren, profesör olan Agop kafa kafaya verip ‘Şimdi ne olacak’ diyorlar. Neden sonra aynı toplantıya emekli Agop gelip de, ‘Hey geçmiÅŸin kimlikleri; utanmasanız Agop öldü diyeceksiniz. Åžimdi, en büyüğünüz olarak ben, iÅŸte buradayım’ diyene kadar...’ Neyse ki Agop Bey tecrübeleriyle ÅŸifa dağıtmaya veda etmedi. Osmanbey’deki mimar oÄŸlunun tasarladığı yeni kliniÄŸinde, yine içten, yine mütevazı, çalışmayı sürdürüyor.CiÄŸerim Agop, bilesin ki anacığın seninle iftihar ediyorProf. Dr. KotoÄŸyan’ın emekli olduÄŸu gün annesi Makruhi Hanım (87) rahatsız olduÄŸu için törene katılamadı. Kız kardeÅŸi ünlü matematik hocası Hripsime KotoÄŸyan, kürsüye çıktı ve annelerinin gönderdiÄŸi mektubu okudu: ‘CiÄŸerim Agop. Baban da okuma yazma bilmez idi, ben de. Sen, okudun. Sen hep okudun ve çok çalıştın can parçam. Biz fukaraydık, senin yaptığın ÅŸu çok zor yolculukta yanına yetecek kadar azık koyamadık. Bak, burada da açıklıyorum, herkes duysun: OÄŸlum, sana yeterince yardım edemedik ve ben hep üzüldüm buna. Pek belli etmezdi ama baban da buna çok üzülmüştü. Ama, sen bizim yüzümüzü hiç kara çıkarmadım. Her zorluÄŸun üstesinden geldin. Garip kuÅŸun yuvasını yapan Allah, uçmak istediÄŸini anlayınca sana kanat taktı. CiÄŸerim Agop, çok çalıştın, çok yoruldun. Sana biraz istirahat et diyeceÄŸim ama biliyorum ki beni dinlemeyeceksin. Åžimdi, biraz hastayım ama sen biliyorsun ki yanındayım. Bilesin ki anacığın seninle iftihar ediyor. Baban da ÅŸimdi yukarıdan sana bakıyor ve gülüyordur. CiÄŸerim benim, senin o kara gözlerinden öpüyorum.’Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!