Oluşturulma Tarihi: Ağustos 04, 2002 00:00
Kapınız hiç tekmelendi mi bilmem ama, benimki her gün iki kez tekmeleniyor. Önce Yusuf, zili çalıyor ama ben kapıyı açmakta biraz gecikince Emir kapıma basıyor tekmeyi. Koşturup nefes nefese açıyorum. Emir, bir başçavuşun azarlayan bakışlarıyla yüzüme bakıyor. Sonra elleri arkasında sert adımlarla içeri dalıp mutfak teftişine başlıyor. Masanın üstündeki meyvelere ve kurabiyelere boşverip doğru buzdolabına yollanıyor. Dolabın üst rafına yetişemeyince bana dönüp sert bir sesle ‘‘gısılmıkmama’’ gibisinden bir şeyler söylüyor. Ben de hazırola geçip ‘‘Derhal komutanım!’’ diyorum ve üst raftaki çikolatadan bir parça koparıp Emir'e uzatıyorum. Bazen yaldızlı káğıdı çikolatanın üstünde oluyor. Emir, elini uzatmak zahmetine bile katlanmadan ‘‘fırıtgıb’’ diye sert bir emir daha veriyor. Ben de özür dileyip çikolatanın yaldızlı káğıdını soyup öyle veriyorum.Bizim kapıcı Yusuf'un Yasemin ve Emine adlı bahar çiçeği gülüşlü iki küçük kızı var. Ama Yusuf, yıllarca Devlet Bahçeli'den beter bir asık suratla gezdi. Bir sabah ağzı kulaklarında, gülüşünde güller açan bir suratla sabah servisine gelince ben şaşkınlıktan eline 500 bin lira verip bir karton sigara, dört şişe rakı filan ısmarladımdı. Meğer o gece Yusuf'un bir oğlu olmuş. Bu gülüşler iki kızdan sonra erkek çocuk tutturan oğlan babası gülüşleriymiş.Emir iki yıl içinde büyüyüp ayaklandı. Bukle bukle sapsarı saçlı pehlivan yapılı iki karış boyunda bir babayiğit oldu ve benim haracımı yemeye başladı. Yusuf oğlundan ayrılamadığı için servise çıktığı zaman Emir'i de yanına alıyor. Ben de ona bir gün çikolata vermek gafletinde bulundum. İşte o gün bugündür Emir'in her gün benden çikolata alacağı var.Geçen gün annesi geldi. Asık bir suratla,‘‘Artık oğlana çikolata verme Oğuz Amca’’ dedi.‘‘Niye kız?’’‘‘Çünkü oğlan her gün çikolata yemekten sıçırgan oldu. Bazen tutamayıp yatağa bile yapıyor.’’ Ben de Emir'e meyve vermeye karar verdim. Elma ve armudu reddetti. Üzümle kavunun yüzüne bile bakmadı. Yutturmak için kirazlara çikolata süsü verip yaldızlı káğıtlara sardım. Sonra káğıdı soyup el çabukluğuyla kirazı ağzına sokuverdim. Bir iki diş attı. Sonra yüzüme küçümser bir bakışla bakıp tuf diye kirazı tükürdü. Ben de ona ‘‘Ziftin pekini ye’’ dedim. O da öfkeyle ‘‘zıpıst mama!’’ diye cevap verdi. Küçük bir çocuğu aldatmaya kalkmanın utancıyla annesinden gizli gizli yine çikolata vermeye başladım. Emir hálá konuşmuyor. Aslında bir sürü laf ediyor da ben anlamıyorum.Geçenlerde dil dersine başladım. Koca bir çikolatayı burnuna doğru uzatıp sordum.‘‘Söyle bakalım bu ne? Adını bilirsen sana bunu vereceğim.’’‘‘Mama!’’‘‘Hayır efendim mama değil. Yenecek her halta mama diyorsun. Bunun asıl adı ne?’’‘‘Mama!’’‘‘Bunun adı mama değil, çikolata. Söyle bakayım, çii-koo-laaa-ta.’’‘‘Mama!’’‘‘Hay mama kadar başına taş düşsün! Çikolata oğlum çikolata.’’‘‘Dede.’’‘‘Hayır dede benim. Ben çikolata değilim. Hiç olmazsa çiko de!’’‘‘Puçul!’’‘‘Hayır bu Avni'ce oldu. Çiko be çiko!’’‘‘Kuçu.’’‘‘Sensin kuçu!.. Vermiyorum işte. Konuşmasını öğreninceye kadar sana çikolata yok!’’‘‘Hıyar!’’‘‘Sensin!’’Yusuf'a çaktırmadan herifin ensesine bir şaplak çeksem mi acaba diye düşünürken Elgin'le Alyeska geldi. Kızım yaz tatili için çocukları toparlayıp Amerika'dan İstanbul'a gelmişti. Alyeska Emir'e bayıldı. Torunum zaten bütün erkeklere bayılıyor. Emir'i biraz mıncıkladı. Bir ara kucağına almaya kalktı ama kendi de Emir'den çok büyük olmadığı için yere yuvarlandılar ve yattıkları yerde bir miktar sohbet ettiler.‘‘Dedee...’’‘‘Efendim.’’‘‘Sen bu çocuğun çikolatasını almışsın. Geri vermiyormuşsun.’’‘‘Hadi be! İt iz may çaklıt.’’Torunlarım, biraz Türkçe anlıyorlar ama konuşamıyorlardı. Bu nedenle onlarla çaresiz İngilizce konuşuyorum. İnsanın kendi torunlarıyla İngilizce konuşması garibime gidiyor. ‘‘Hem de ona dolt demişsin!’’ (Dolt, İngiliz argosunda hıyar anlamına geliyor.)‘‘Ama önce o bana dedi!.. Üstelik kuçu bile dedi terbiyesiz herif!..’’Birden öfkemin yerini şaşkınlık aldı. Alyeska Emir'in Emir'ce söylediklerini bana İngilizce tercüme ediyordu. Acaba oğlan bizim televizyonları seyrede seyrede Türkçe'den önce İngilizce'yi mi sökütmüştü? Televizyonlar her şeyin adı İngilizce. Hatta kendi adları bile İngilizce... Şov, entivi, fileş, Si en en Türk, Si en bi si-i, diskavıri, Best, Kis, Foks, Sine beş, Star vesaire!.. (Bunların sahipleri çocuklarına da Con, Henri, Meri diye mi isim koyuyor acaba?)Geçen sabah Emir, yine kapıyı tekmeledi ama içeriye girmedi. Cebinden bir cep telefonu çıkarıp mağrur bir edayla alo dedi. Annesi pantolonuna koca bir cep dikmiş o da babasının telefonunu alıp cebine sokmuştu. Bu önemli aletin etkisinden çok emindi. Alo der demez hemen çikolata vereceğimi sanıyordu. Ben de üzüm verdim bozuldu enayi. O öfkeyle elektrik düğmesini beş-on kere açıp kapattı. Benim düğmeler bel hizasındadır. Tembelliğimden ötürü kolumu kaldırmak zahmetine katlanmamak için elektrik düğmelerini bel hizasına taktırmıştım. Sonra mutfaktan koca bir çikolata alıp karşısına geçtim ve ağzımı şapırdatarak yemeye başladım.‘‘Bunun adı çikolata... Söyle bakayım.’’ O da telefona konuşup,‘‘Alo salak!’’ dedi.*Geçen gün uyuz bir kedi yavrusu getirdi. Aklınca beni kandırıp çikolatayla değiş tokuş edecek. Ben de kediyi alıp erik verdim. Kedisini geri alıp gitti.Ertesi gün kapıyı yine tekmeledi. Elinde bir çikolata vardı. Yüzüme bakmadan mutfağa yürüdü. Buzdolabını açıp çikolatayı koydu. Yine yüzüme bakmadan elektrik düğmesini bir iki açıp kapattı ve çekip gitti. Tam üç gün uğramadı. Üçüncü günün sonunda içimi hicran bastı, yüreğim ezildi. Kazık kadar herif minik bir bebenin kalbini kırmıştım. Sabah kalkıp pastaneye gittim. Koca bir kutu kuçu yaptırdım. Kapıcı dairesine gidip Emir'i sordum. Babasıyla servise çıkmış daha dönmemiş. Oturup bekledim. Gelince kutuyu açıp ‘‘Al bakalım sana kocaman bir kuçu!.. Sen benim kusuruma bakma’’ dedim. Oğlan annesinin yalvarmalarına aldırmadan yarım kutu çukuyu götürdü. Sonra bir tane de bana verdi.‘‘Aaa, ne güzel kuçu!’’ dedim. Emir kuçuyu geri alıp küçümseyerek,‘‘Çikolata!’’ dedi.
button