Çevreci olmayan otolar bu şehre giremez

Güncelleme Tarihi:

Çevreci olmayan otolar bu şehre giremez
Oluşturulma Tarihi: Aralık 29, 2004 00:06

Bu yazı otomobilin beni her zaman her yerde bir köşeden nasıl yakaladığının ispatıdır. Geçtiğimiz günlerde Swiss International Air Lines’in davetiyle İsviçre’ye seyahat ettim. Son yıllardaki yurt dışı gezilerim çoğunlukla otomobil firmalarının davetlisi olarak gerçekleştiğinden bu gezi benim için farklı olacaktı.

Hem gezi formatı hem de birlikte seyahat edeceğim gazeteciler klasik otomobil ya da diğer ekonomi gezilerinin çok dışındaydı. Düşünsenize Türkiye’nin önde gelen gurme ve seyahat yazarları ile tam bir turizm gezisi yapacaktım. Ayrıca, bu gezi benim bugüne kadar bir çok kez gittiğim (pasaportum İsviçre vizesi dolu) İsviçre’yi de ilk defa yakından görmem (!) ve incelemem anlamına geliyordu.

Seyahatin henüz başındayken Doğan Kitap Genel Müdürü ve Hürriyet Gazetesi gezi yazarı Mehmet Yaşin ile Sabah Gazetesi yazarı mimar Ali Esad Göksel’in daha uçakta başlayan tatlı atışmaları benim için hoş bir deneyim yaşayacağımın ilk sinyallerini veriyordu. Bu atışmalara Swiss’in Türkiye Genel Müdürü Fatoş Kutay’ın da katılmasıyla gezi bayağı eğlenceli bir hal almaya başlamıştı.

EN ZOR FASIL ŞARAP SEÇMEK

Kuşkusuz otomobil en önemli ilgi alanlarımdan biri, ama seyahatlerde sürekli otomobil ile yatıp otomobil ile kalkarsanız, bu tip yeni ortamlar sizi mutlu etmeye yetebilir. Uçakla Zürih’e inip göl kenarındaki otelimize yerleştikten sonra yemek yemek için geleneksel İsviçre mutfağının yer aldığı bir restorana gittik. İşte bir keyif daha... Türkiye’nin en iyilerinden iki gurme yarım saatten fazla şarap seçmek için uğraşıyordu. (Biz diğer seyahatlerde genelde pahalıya yakın bir şarabı seçerek bu işi kısa sürede hallederdik!...) Hayır seçmeleri kısa sürüyordu, ama birbirleriye atışmaları yüzünden hangi şarabı içeceğimize bir türlü karar veremiyorduk. Sonunda önce birinin, sonra da diğerinin seçtiğini içeriz diye bir çözüm yolu bulmuştuk, ama bu kez de bir bardak krizi vardı sırada. Bardak konusunda neredeyse tez yazacak bir duruma gelen Mehmet Yaşin, restoranda verilen bardakla istediği şarabın içilmeyeceğini söylüyordu. Tabii akademide bardak bulamayınca plastik bardakla Güzel Marmara’ları içen ben olayın vahameti karşısında dumur olup ‘vay be vay be’ nidalarıyla duyduğum her şeyi beynime hızlıca not ediyordum. Şaraplarımızı içtik ve keyifli bir şekilde restorandan ayrıldık. Ertesi gün rehber eşliğinde Zürih’i gezmek için hazırdık.

Tamam artık, Zürih’i yakından tanıma fırsatı bulacağım derken, rehberin bir şey anlatırken bir tik halinde sürekli kolumu çekmesi ve omzuyla bana vurmasıyla, bunun yine olamayacağını anladım. Şehri geziyordum, ama rehberden korkumdan uzaktan yürüyordum ve bu yüzden şehrin hikayesini duyamıyordum. Gezi sonunda aklımda kalanlar, Lenin’in dünya tarihine girmeden önce Zürih’te bohem hayatı yaşadığı ve planlarını bu şehirde yaptığı, diğeri ise Zürih’te yaşayan Albert Einstein’ın matematikçi eşi sayasinde deha olmasaydı.

ST.MORİTZ’E KARI BİZ GÖTÜRDÜK

Gezimizin Zürih’ten sonraki ikinci ayağını ise dünyanın en iyi turizm merkezlerinden biri olan ve Türkiye’de jet sosyetenin tercih ettiği St.Moritz oluşturuyordu. St.Moritz’e, Türkiye için tarihi bir gün olan 17 Aralık’ta gidiyor olmamız, seyahatimize daha büyük bir anlam katıyordu. Çünkü ileride torunlarımıza ‘ben 17 Aralık günü Zürih’ten St.Moritz’e gidiyordum’ diye anlatabilecektik. Şaka bir yana, St. Moritz’e varmamız işletmeciler için de hayırlı oldu, çünkü ayağımızın tozu ile onlara kar götürdük. O ana kadar neredeyse kar duasına çıkacak olan işletmeciler bizim varmamızla birlikte rahat bir nefes aldılar.

Dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olan (Ev fiyatları 5 milyon Euro’dan başlıyor 50 milyon Euro’ya kadar çıkıyor.) St.Moritz’in 5 adet 5 yıldızlı otelinden biri olan Kempinski’ye yerleştikten sonra bize yapacaklarımızla ilgili bir program verildi. Programda, kayak merkezleri ve otellerin tanıtımı ve bir kaç aktivitenin dışında çok ilginç bir şey vardı. O da St.Moritz’deki otopark açılışına katılmaktı. Tabii, başta Fatoş Kutay olmak üzere diğer gazeteciler buna itiraz edip, ‘ne yapacağız otopark açılışında’ diyerek, programdan bu kısmı çıkarttırdılar. Ben de itiraz etmedim, ama daha sonra elime konuyla ilgili bülteni alınca işte dedim, ‘Beni burada da buldun OTOMOBİL’.

PRIUS’LAR YOLLARA

Yılın 322 günü güneş görerek hem kış hem de yazın eşsiz bir tatil imkanı sunan St.Moritz, kışın, güney Alp dağlarında yer alan ve geçtiğimiz yıl 800 milyon Euro civarında bir yatırımla yenilenen pistlerinde kayak imkanı sunarken, yazın da göl kenarında her türlü su ve doğa sporu yapma imkanı veriyor. Ama, St.Moritz’in en büyük özelliği çevreci bir şehir olması. Dünyanın belki de en temiz havasını teneffüs edeceğiniz bu şehirde, bunu korumak için her türlü olanağı seferber etmişler. Elektrik enerjisi doğal enerji kaynaklarından üretilerek, çevreye ve havaya minimum zarar vermesi amaçlanıyor. ‘Clean Energy’ (Temiz Enerji) ismiyle başlatılan ana proje çerçevesinde ‘Clean Mobilty’ (CM) isimli bir projeye de start veriyorlar.

St.Moritz, CM projesi ile şehirde otomobil ve diğer araçların çevreye verdiği olumsuz etkilerden kurtulmak istiyor. Avrupa’da Euro 4 normunda araçların piyasa çıktığını ve bunların emisyon hacimlerini minimum seviyeye indirdiğini düşürsek, St.Moritz’in bununla bile yetinmediğini anlıyoruz.

İşte bu projeye bizim açılışına katılmadığımız ‘otopark’ın büyük etkisi var. St.Moritz yetkilileri şehrin dışına kurdukları dev otaparkla, tatile aracıyla gelenleri, önce bu otoparka alıyor. Tatilciler bu otoparka araçlarını bıraktıktan sonra şehre, çevreci toplu taşıma araçları veya Toyota’nın elektrikli aracı Prius 2 tarafından bırakılıyor. Bu proje 2005 yılından itibaren tam anlamıyla başlayacak ve bundan böyle şehre kimse kendi özel arabasıyla giremeyecek. Böylece, temiz havasıyla dünyada tanınan St.Moritz bu özelliğini uzun yıllar koruyacak.

İstanbul’da ya da Türkiye’nin herhangi bir şehrinde bu uygulanabilir mi? Sanmıyorum. Hele İstanbul için çok ütopik geliyor. Ama, dünyanın bir yerinde bunu yapmışlar. Egzoz dumanının olmadığı bir şehir yaratmışlar. Bunu görmek bile çok keyif vericiydi. Ama, en büyük keyif Mehmet Yaşin ve Ali Esad Göksel’in sohbetlerine ortak olmak ve seçtikleri şarabı yudumlamaktı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!