Cesur, kışkırtıcı ve cin

Güncelleme Tarihi:

Cesur, kışkırtıcı ve cin
Oluşturulma Tarihi: Kasım 01, 1999 00:00

Haberin Devamı

O, çocukluğundan beri Sezen Aksu'ydu, hálá da Sezen Aksu

Ne güzel komşumdun sen Pako'm

Sen sokağa çıkıp bir yürüdüğünde İzmir'in en hoş delikanlıları, ‘‘Twigy geçiyor’’ diye bir o yana bir bu yana yatarken, sen o dünya güzeli 36 numara ayaklarınla sülün gibi Köprü'nün sokak aralarında bir salınırdın ki...

Arada bir tökezlerdin, çünkü o küçük ayaklar 1.75 boyu yürütmekte zorlanırdı. ‘‘Seni beklerim öptüğün yerde’’ isimli şarkıyı söylerdin kadife kadife, ben bayılırdım ama tiyatroya sevdalıydın sen. Sabahlara kadar okur, Goethe senin, Shakespeare benim, tiratlar ezberlerdin. Biz seninle ediyle büdü, şakire dudu ne güzel eğlenirdik, ne güzel arkadaştık.

Biraz şabalaktık 70'ler icabı ama, çok da piçtik. Ben sana hep kızardım, ‘‘Nasıl bu kadar geride durmaya razı olursun’’ diye. Şükürler olsun ki sana rağmen seni çaktılar. Bilirsin, dünya zamanıyla pek ilgilenmem ama bir hesapladım, 36 yıl çıktı ardımızdan. 1963-1999.

Sitemsiz, beklentisiz taş gibi bir arkadaşlık. Ne şans Pako, büyüdük de sen bana röportajlara mı geldin?.. Benim gazete kitap kurdu, alim zalim, İsveçli alaturkacı, hem domes, hem özgür ruh, fikri firar, ifrat tefrit arkadaşım. Bahaneyle muhabbetin dibine vurduk. Bir tek sen káğıt kalem ararken bir ara içime bir fenalık gelmedi değil. Sen hálá farkında değilsin ama, 36'ların üstünde bir kaza yapmayayım diye dayandığın o büfenin içindeki bardaklar en az yüz yıllıktı.

Neyse ki sabıkalı kaiden bu defa devirmedi, sadece tıngırdattı.

SEZEN ARKADAŞ

Yalnız ama, kalabalığı çok sever

Sezen yıllarca evindeki kalabalıkla yaşadı. Bu durum konumu gereği gibi görünse de, çokça kendi seçimiydi. Bestelerini kalabalıklar içinde yaptı, evliliklerini kalabalıklar arasında yaşadı.

Ne zaman evine gitsem, üç kişi mutfakta yemek yerken beş kişi salonda oturur, iki kişi muhtelif odalarda uyur bu arada. Sezen bir köşede birine son bestesini dinletirdi. O sırada kapıdan iki gazeteci çıkarken, yazdığı sözleri okutmaya biri gelirdi. Banyo her zaman dolu, koridor tapu dairesinin koridoru gibiydi.

Sezen'den eve her seferinde baş ağrısıyla döndüğümü hatırlarım.

Gelen giden hálá çok. Ama en azından artık koridorda kimseyle çarpışmıyorsunuz. Artık eskisi kadar kalabalık yaşamayı sevmiyor. Son derece seçici. Her dakika yanında olanlarla ‘‘çat kapı’’ gelebilenlerden oluşan ‘‘çekirdek kadro’’yu da bir hayli küçültmüş:

‘‘Benim sınıflandırmalarım yok arkadaş ilişkisinde, ama kendi tercihlerim var, onlar da toplasan beş kişi, hep beş.

‘‘Yeni insanlar oluyor hayatımda ama derin ve köklü ilişkiler değil. Ben o kadar bonkör değilim. Belki yeni insanlarla da derin ilişkiler kurmak mümkün olabilirdi, ama ben annemin tabiriyle 'bir tutam bal, yapış da kal.

‘‘Çok çalkantılı bir iş yaptığım için kendimi bunlarla emniyette hissediyorum. Çok güvenle nefes almak istediğim bir ortam var. Orada da yıllardır değişmeyen bildiğim insanlar var.’’

SEZEN ZANAATKÁR

Kendi pabucunu kendisi yapar

Sezen sanatçı olmasaydı zanaatçı olurdu mutlaka. Evinde boya, yapıştırıcı, matkap, kesici alet, çekiç, eye, pense, her şey var. Programının en yoğun olduğu gün bile araba boyasıyla çizmesini boyarken görebilirsiniz onu.

Ayakkabıları kumaşla kaplar. Topuklarını değiştirir. Normal iki topuğu ucu ucuna ekleyerek acayip topuk haline getirir. Kışlık ayakkabılarının üstünü söker, podyum kısmında matkapla açtığı deliklere bantların ucunu sokarak yazlık ayakkabı yapar.

Küpeden yüzük, yüzükte kemer tokası,

Etekten bluz, bluzdan sutyen, sutyenden eldiven,

Çarşaftan elbise, elbiseden başka elbise yapar.

En son viski şişesinin dibinden abajur yapmış, gözlerimle gördüm.

Deli Sezen'i bütün İzmir tanırdı

Siz onu Sezen Aksu olarak tanıdınız. Öncesini bilmezsiniz. Ben bilirim. Lafımı geri alıyorum, siz de bilirsiniz. Düşündüm de o hiç değişmedi, şimdiki gibiydi. Şöhreti bugünkünden az değildi. Bütün İzmir tanırdı onu. Duvarlarda ‘‘Deli Sezen’’ yazardı. Belki de ilk duvar yazısının kahramanıydı.

Cesurdu, başkaldırırdı. Cin gibiydi, kabına sığmazdı. Kışkırtırdı; yüreklendirirdi bütün mahalleyi, bütün okulu. Şarkı söylerdi her zaman, her yerde...

Rüzgár iki sokak öteden sesini getirirdi. Gitar çalardı, odasında, yatağının üzerinde. Hiç çocuk oyunları oynamadı. Makyaj yapardı hem kendisine, hem herkese. Büyük laflar ederdi, şaşırtırdı. Kırmızı yüksek topuklu ayakkabıları vardı, daima yanında gezdirdiği. Ne zaman, nerede giymek için almıştı bilmiyorum. Kendisi de bilmiyordu. Hálá giyilemez, tuhaf ayakkabıları vardır. Kısaca Sezen, hep Sezen Aksu'ydu ya da hálá Sezen.

SEZEN VE PARA

Reklamlarda asla oynamam

Benim bildiğim Sezen para kazandı. Ama para için her gelen teklifin de üstüne atlamadı. Bir tane bile satmak için beste yapmadı, kasetinden gelecek paranın hesabına düşmedi. Sezen'in para konuştuğunu hiç duymadım bugüne kadar. Parası yok mu? Var elbette ama o, olsun diye hiç çaba göstermedi:

‘‘İki yol var. Ya prestijli olacaksın ya da çok zengin olacaksın. Becerebilen onu da becerebiliyor. Ama ben ikisini birden beceremem. Reklamlarda oynamam için en yüksek paralar teklif edilen bir insanım. Ben bilmem kaç milyar lira karşılığında 25 yıllık bir güveni sarsıp da kalkıp 'şu mamulü kullanın' diyemem.’’

SEZEN BARDA

İki kadehte kafayı bulur

Herkes çok içki içtiğini zannediyor. Zaman zaman bana da soranlar oluyor: ‘‘Çok içiyormuş doğru mu?’’

Hayır, doğru değil. Sezen'de hipoglisemi olduğu için iki kadehte kafayı buluyor. Eğlenirken resimlerini görüyoruz bazen; altına ‘‘Çok içti dağıttı’’ yazıyorlar. Sezen'in eğlenmek için içmeye ihtiyacı yok. Yataktan bile eğlenerek kalkıyor. Orada olduğum sürece parmak şaklaması ve şarkılarla uyandım. Gözümü açtım, Süheyla'yla karşılıklı oturuyorlardı.

Benim gibi homurdanarak uyanan biri için bu görüntü çok çarpıcıydı doğrusu.

Bugüne kadar Sezen Aksu'yla yapılan sayısız röportaj okudunuz. Hakkında bilmediğiniz pek bir şey kalmadı. Artık ailenizden biri gibi. Ama biliyorum, siz onu hálá merak ediyorsunuz; en özelini, en gizlisini öğrenmek istiyorsunuz. Bu isteğinizden yola çıkarak tam üç günümü Sezen'le geçirdim. Gece, gündüz, sokakta, evde, yemekte, uykuda... Sizin adınıza ona ‘‘alıcı gözüyle’’ baktım; anlattıklarını dinledim, çekirdek kadroya kulak verdim. Yılların verdiği dostlukla ben de birikmiş olanlara yenilerini ekledim. Bunları size hiç edebiyat yapmadan -çünkü siz zaten benim ne usta kalem (!) olduğumu biliyorsunuz- gençlerin tabiriyle ‘‘damardan’’ vereceğim.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!