Cem Yımaz’ın orkestra şefliği açık denizde dümen tutmak gibiydi

Güncelleme Tarihi:

Cem Yımaz’ın orkestra şefliği açık denizde dümen tutmak gibiydi
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 07, 2011 00:00

Rengim Gökmen, Cumhuriyet’in yetiştirdiği en önemli orkestra şeflerinden biri. O tam bir klasik müzik adamı. Klasik müzikle yaşıyor, müzikle besleniyor, hayata da o pencereden bakıyor, her şeyi o gözle yorumluyor. Her ne kadar Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü olsa da asla bir bürokrat tanımlamasına uymuyor

Haberin Devamı

Müziğin içinde doğduğumu söyleyebilirim. Hiç hatırlamadığım yaşlarda bile piyanonun üzerinde oynarken çekilmiş resimlerim var. Opera sanatçısı annemin yönlendirmesi oldu başlangıçta. Fakat müzik sevgisini büyük ölçüde babamdan aldım. Bir tiyatro sanatçısı olmasına karşın derin bir müzik sevgisi vardı.
14-15 yaşlarındayken, “Ne mutlu en azından müzikle dolu bir yaşantı süreceğim” diyebilmiştim. Sınavlarımız haziran sonuna sarkardı. Arkadaşlarımın sokakta cıvıl cıvıl oynadığı günlerde ben piyano başında çalışırdım. Keman da çalıştım uzun süre. Orkestra şefliğine yönelmemde annemin, babamın, Adnan Saygun’un, İlhan Baran’ın ve Hikmet Şimşek’in silsile halinde etkisi oldu. Annemin beni götürdüğü Zubin Mehta konserinden de etkilendim.
Orkestra şefliği, enstrümanları, özellikle yaylı çalgıları iyi tanımayı gerektiren bir meslek. Her araba sürenin otomobil yarışını yapamayaçağı gibi herkes orkestra yönetir ama herkes orkestra şefi olamaz. Cem Yılmaz da yönetti. Onun orkestra yönetmesini Hint Okyanusu’nda giden 25 bin grostonluk geminin dümenini beş dakikalığına birine vermeye benzetebiliriz. Açık denizde herkes tutar dümeni. Maharet onu İstanbul Boğazı’ndan geçirmektir.
Cem Yılmaz muazzam yetenekli biri. Geçen gün beraber bir uçak yolculuğu yaptık. “Meslektaşım olarak kutluyorum sizi” dedim. “Aman rica ederim hocam. İnşallah zararımız dokunmamıştır” dedi. Ben de “Ne demek zarar? Çok büyük katkınız oldu” dedim. Gerçekten bir anda bizim çabalarımızın 100 mislini yapabildi. Ulaşamayacağımız kitlelere, gençlere ulaştı. O bakımdan kendisine müteşekkiriz.
Orkestra şefliği kurmaylık gibi bir şey. Temel eğitimi almadan kurmaylığa gidemezsiniz. Piyano, arkasından kompozisyon, arkasından orkestra şefliği eğitimi aldım. Ankara Devlet Konservatuvarı şeflik bölümünde Hikmet Şimşek’in öğrencisiydim. Sonra yurtdışı burs sınavını kazanınca dönemin kalburüstü şeflerini yetiştirmiş Franco Ferrara ile çalışmak için İtalya’ya gittim.
İKİ SEVGİLİYİ BİRDEN İDARE EDEBİLİRSEN DEVAM
Bir süre hem konservatuvarın şeflik bölümüne hem de Ferrara için Santa Cecilia Müzik Akademisi’ne devam ettim. İkisine birden gitmem illegal bir durumdu. Babam Akademi’nin başkanı, tanınmış besteci Mario Zafred’e sordu bu durumu. “Valla iki sevgiliyi de birbirine duyurmadan idare etmeyi beceriyorsan devam et” demişti Zafred. O öyle deyince gizlice ikisine de devam ettim.
İtalya’daki eğitimden sonra bir yıl kadar Hollanda ve İngiltere’de çeşitli kurslara katıldım. Sonra Türkiye’de konservatuvara hoca atandım. İlk olarak Devlet Konservatuvarı’nda öğrenci orkestrasını çalıştırdım. 1980’lerden itibaren konserler yönettim. 1980’de San Remo’daki Uluslararası Gino Marinuzzi Şeflik Yarışması’nı kazanmıştım. O ödülün getirdiği konserler olmuştu. 1980 ile 1990 arasında ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde konserlerim oldu. 1984’de Devlet Opera Balesi Genel Müzik Direktörlüğü’ne getirildim. 1991’de İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’na müzik direktörü atandım.
2007 başında CSO Müzik Direktörlüğü’ne yeniden atandım. Bu görevde ikinci dönemim. 1992-1995 arasında üç buçuk yıl kadar bu görevi yürütmüştüm. Geçmişteki deneyimlerin olumsuzluklarından arınarak, köklü değişiklik yapma çabasına girdim. Çok önemli zihniyet değişikliği yaparak Devlet Opera ve Balesi’ni farklı bir platforma taşımaya çalışıyoruz. Artık uluslararası bir düzey yakaladığımızı düşünüyorum opera ve bale sanatlarının uluslararası dünyaya açılması çabasındayız. Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’ın son derece aydınlık, açık ve bizi teşvik eden yaklaşımları söz konusu.

Haberin Devamı

ORKESTRA ŞEFLİĞİ

Haberin Devamı

1960’ların kısırlığı kalmadı

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO), orkestra olmaktan öte Türkiye’nin önde gelen prestijli bir müzik kurumudur. CSO bir orkestra şefinin Türkiye’de ulaşmak isteyeceği en son nokta. Bu göreve layık olabilmek için çok çalıştım. Şimdi orkestralarımız gibi genç orkestra şeflerimiz de artıyor. Yaşıtlarım var, çok değerli genç arkadaşlarımız var. 1960’ların kısırlığı yaşanmıyor artık. Türkiye’ye yeni orkestra şeflerinin gelmesi yeni orkestralar, daha nitelikli müzik anlayışı demektir.Genel Müdürlük görevim nedeniyle konserlerde Türk bestecilerin eserlerini de seslendirmeye özen gösteriyorum.

EVRENSEL MÜZİK

Algılamaya kafa düzeyiniz yetmiyor

Haberin Devamı

Maalesef toplumumuzda gerçek anlamda bir sanat beğenisi oluşturamıyoruz. Türk turizmcisi (az sayıda girişimciyi tenzih ederim) bu konunun farkında değil. Halbuki festivaller ve sanat etkinlikleri toplumları dünyayla buluşturan en önemli köprüler. Aspendos Opera ve Bale Festivali’nin Türkiye’nin tanıtımına katkısını anlamamız ve anlatmamız gerekli. “Neden bugüne kadar olmadı?” deniyor bir de. Bütün evrenselleşmeyi halletmişiz de bir tek müzikte mi bunu yapamamışız? Teknolojiyi kolaylık sağladığı için insanlar kabul ediyor ama düşünsel tarafı almak zor geliyor. Sonra da “Bu benden değil onun için anlamıyorum” diyorlar. Halbuki sizden olmadığı için değil kafa düzeyiniz yetmediği için algılamakta zorlanıyoruz.

KLASİK MÜZİK

Haberin Devamı

Zevkle değil bilinçle dinlenir

Türkiye’deki müzik konusunda en önemli eksiklik ne diye sorulsaydı. Daha çağdaş ve üst düzeyde bir müzik eğitimi yanıtını verirdim. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi toplumların yüzde 100’ü evrensel sanat müziği, opera dinlemez. İtalya’da da toplumun yüzde 80’i hayatında bir kere bile operaya gitmemiştir. Klasik müzik sevilmez, klasik müziğin bilincine varılır. Bu ayrımı müzik yazarları bile karıştırır bazen, “İsteyen halk müziği, isteyen pop müzik dinler, bunlar zevk ayrımıdır” derler. Bu bir zevk değil, gelişmişlik ayrımıdır. Ben de pop müzik dinlerim tabii ki. Yemek yerken, şarap içerken, bir arkadaşımla sohbet ederken senfoni dinleyecek halim yok. Ama pop müzik iddialı bir şey değildir sanatsal açıdan. Onun için sadece keyifle ölçülebilecek bir şey. Halbuki evrensel sanat müziğinin yalnız keyifle ve ticari getirisiyle ölçülebilecek bir yönü yoktur, keyifsizlik de verebilir evrensel sanat.

BESTE YAPMAK

Haberin Devamı

Kafamdakileri kağıda dökmem

Müzik sanatının yorumculuk kısmında, orkestra şefliğinde kendini duyurmuş biriyim. Müzikte gerçek anlamdaki yaratıcılığın, beyaz kağıt üzerine yapılan bestecilik olduğuna inanıyorum. Üst düzeyde sergileyebileceğime inanmadığım takdirde öyle bir şeyi yapmam. Uzun yıllardır sürdürdüğüm orkestra şefliğinin getirdiği müzikal birikim, bana onu aşmamı sağlayabilecek bir yansıma vermediği sürece kafamdakileri kağıda dökmem. Dünyadaki en büyük şaheserleri yönettim. Onlar gibisini üretmeyi hedeflediğiniz zaman yaratıcılık daha zor bir alana dönüşüyor. Müziğin bir özelliği var: Bestecinin yarattığı eserin tüketicisine, dinleyicisine ulaşabilmesi için bir yorumcuya ihtiyaç duyuluyor. O bakımdan yorumcuların yaratıcılığı sorgulanır. Biz orkestra şefleri, bestecinin yaratısına ne kadar sadık kalmalıyız, ne kadar kendimizi yansıtabiliriz sorunsalı müziğin en eski tarihlerinden beri bir sarkaç gibi oradan oraya salınıyor hâlâ.

OPERA BİNASI

AKM’nin kapalı olması bizi etkiliyor

İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi’nin kapalı olması bizi çok olumsuz etkiliyor. İstanbul, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda büyük iddiaya sahip bir şehir. Bu iddiayı en fazla köstekleyense bir opera binasının, bale yapılabilecek bir mekanının, gerçek anlamda bir konser mekanının olmayışı. Dünyanın her yerinde büyük şehirler, opera binalarıyla övünür. Avrupa’nın bazı ülkelerinde devasa opera binaları olmasına karşın içinde icra edecek kurumsal yapıları yoktur. Bizimse uluslararası düzeyde sanatçı ve prodüksiyonlarımız var. Ama bunları sergileyebileceğimiz mekan yok.

GURUR VERİYOR

Sanat müziğinin dinleyicisi arttı

Spor ve sanatın gelişmesi ülkenin ekonomik gelişmesiyle doğru orantılı. Yüzme sporunun gelişmesi için yüzme havuzları yapmanız gerekli. Sanatın gelişmesini istiyorsanız da müzeler, tiyatrolar, konser salonları, galeriler, opera salonları yapmalısınız. Sanat amaçlı müziğin dinleyici kitlesi önemli ölçüde arttı. Ama Türkiye hızla büyüyen bir ülke olduğu için bunu yeterli görmemeliyiz. Örneğin İzmir’de yaptığımız Kuğu Gölü balesini 4 bin kişi izledi. Bu büyük rakam. Aspendos’taki Viyana Filarmoni Konseri’ni takriben 3 bin 500 kişi izledi. 30 yıl öncesine kadar Türkiye’de tek bir senfoni orkestrası varken bugün devlet senfoni orkestralarının sayısı altı. Bir de özel orkestralar var.

FUTBOL

Beşiktaş’la gurur duyuyorum

Çocukluğumda futbol, basketbol ve masa tenisi oynadım. Müzikle ilgilenenlerde futbol tutkusu çoktur. Mesela Fazıl (Say) futbola delicesine tutkundur. Gürer (Aykal) Hoca da öyle. Mahallede daha alt düzeyde oynardım. Çocukluğumun en keyifli anlarıdır. Futbola seyirci olarak ilgim hala sürer. Beşiktaş taraftarıyım, aynı zamanda kongre üyesiyim. Beşiktaş’ın son olaylarda onurlu bir davranış sergilemesi beni mutlu etti. Bu açıdan takımımla gurur duyuyorum.

SİYAH KUĞU

Baleyle ilgili sorulara iyi bir cevap

Her sanat dalının kendine özgü zorlukları var ama bale sanatı, çok yoğun yaşanan bir ıstırap, çok yıpratıcı bir süreç. Sadece bedensel anlamda değil, zihinsel anlamda da öyle. 9 yaşından 40-45 yaşına kadar acımasız bir çalışma düzeni içindeler. İnsanlar bu yanını bilmiyorlar. Sonra da bazen “Ne iş yapıyorlar” gibi sorularla karşılaşıyor bale sanatçıları. ‘Siyah Kuğu’ buna iyi bir cevaptı. Sahne dünyasındaki o acımasız rekabeti anlatması bakımından çok gerçekçi ve güzel bir film. Sahnede görülen bale sanatçısının o estetik yüzünün arkasında son derece acı bir reçete yatıyor. Keyifle izlediğim bir filmdi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!