Güncelleme Tarihi:
Sizi bilmem ama Robert De Niro denince benim için akan sular duruyor. Taksi Şoförü (Taxi Driver) filmindeki unutulmaz repliği "Are you talking to me?"yi (Benimle mi konuşuyorsun?) her hatırladığımda, "Acaba bir gün onunla konuşuyor olacak mıyım?", der dururdum. Röportajlara karşı alerjisi olduğunu ve basına çok az konuştuğunu bilsem de umudum vardı. Ve nihayet herkesin bir çift laf etmek için can attığı ama ulaşmakta zorlandığı Robert De Niro’yla yıllardır hayalini kurduğum randevum gerçekleşti.
Hollywood’un mimik ustası Oscar’lı yıldızı, tüm zamanların en iyi aktörü, ilerleyen yaşına rağmen çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen Robert De Niro, hem yönetip hem de kısa bir rolle kamera karşısına geçtiği The Good Shepherd’ın 57. Berlin Film Festivali’ndeki Avrupa prömiyeri için Berlin’de ve tam karşımdaydı.
The Good Shepherd, CIA’in ilk günlerini, örgütün nasıl kurulduğunu, hayatını CIA’e adamış bir ajan olan Edward Wilson’ın (Matt Damon) hikayesi üzerinden anlatıyor. Altın Ayı için yarışan The Good Shepherd sayesinde hem Robert De Niro hem de filmin başrol oyuncusu Matt Damon’la röportaj yapma imkanı buldum. Matt Damon röportajı yarına. Önce Robert De Niro.
İşte "yetenek doğru rolleri seçmektir" diyen bu mütevazı ve biraz çekingen ustayla konuştuklarımız...
CIA’in doğuşunu anlatan bir film ticari açıdan rüya projesi değil. Siz yıllardır bu film üzeride çalışıyorsunuz. Neden etkilendiniz bu hikayeden?
- Ben Soğuk Savaş çocuğuyum. Soğuk Savaş döneminde olan biten her zaman ilgimi çekmiştir. Senaryoyla ilk karşılaştığımda bu filmi yapmak istediğimi anladım.
CIA’den destek aldınız mı filmi çekerken?
- Destek değil ama bazı konularda yol gösterdiler tabii. CIA’den teknik danışmanımız vardı. Yaptığım her şeyin doğruları yansıtmasına önem verdiğim için danışmanımızla sürekli dirsek temasındaydım.
The Good Shepherd, CIA’in ilk yıllarını anlatıyor. Servisin sonraki yıllarını anlatan bir devam filmi çekmeyi düşünür müsünüz?
- The Good Shepherd’da 1939-1961 arasındaki dönemi anlatıyorum. Bir film daha yapıp 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkıldığı zamana kadar gelmek istiyorum. Hatta 1989 ve günümüz arasındaki dönemi de filme alıp bir üçleme yapmak isterim. Yani The Good Shepherd bir üçlemenin ilk filmi olabilir.
Matt Damon bu film için ilk seçiminiz miydi?
- Hayır. İlk seçimim Lenardo DiCaprio’ydu. Ama zamanını ayarlayamadı. Ben de beklemek istemedim ve Matt Damon’a götürdüm projeyi.
Şu anda DiCaprio, Martin Scorsese’nin gözbebeği, favori oyuncusu. Bu sizi rahatsız ediyor mu?
- Martin’le birlikte pek çok film yaptık. Onun oyuncusu, benim oyuncum fark etmiyor. Biz bir aile gibiyiz.
Scorsese bu yıl artık Oscar’ı alır mı sizce?
- Umarım. Şahsen ben onun almasını çok istiyorum.
Son dönem Hollywood filmlerinde hızlı kurguyla bir sahneden diğerine çok çabuk geçiliyor. Siz The Good Shepherd’da daha yavaş bir tempoyu tercih etmişsiniz. Bu özel bir tercih miydi?
- O filmleri biliyorum ve beğeniyorum da aslında. Ama ben The Good Shepherd’ı mümkün olduğunca gerçekçi ve inandırıcı yapmaya çalıştım. Çok fazla vurdu kırdı, aksiyon ya da kan yok filmimde. Abartmaktan kaçtım diyebilirim.
Film üç saate yakın sürüyor. Biraz uzun değil mi?
- Bana kalsa daha da uzun olabilirdi. Çevredekileri dinleyip, kısalttım bile. New York’ta çektiğim bir sahne vardı mesela. Sonra onu filme koymamaya karar verdim. Belki DVD versiyonunda koyabiliriz.
CIA hakkında çok araştırma yapmışsınız. Daha önce bilmediğiniz neler öğrendiniz gizli servis hakkında?
- Her zaman gizli servislere ilgi duymuşumdur. Sadece CIA değil hepsi ilgimi çekiyor aslında. Gizli servisteki insanların çok zeki ve ilginç olduğunu anladım. Çamur güreşinin CIA’de uygulanan bir yöntem olduğunu duydum ve bu tip detayları da filme koymaya özen gösterdim (filmde CIA’in kuruluş yıllarında Matt Damon’ı çamur güreşi yaparken görüyoruz).
Bir önceki yönetmenlik denemenizin, yani Bronx Tale’in üzerinden çok zaman geçti. Neden bu kadar ara verdiniz?
- Son 8-8,5 yıldır The Good Shepherd üzerinde çalışıyorum. Bronx Tale’den 5 yıl kadar sonra The Good Shepherd’ı aldım elime ve bir türlü bırakamadım.
Politik nedenlerle mi gecikti film?
- Hayır. The Good Shepherd şu ana kadar filme alınmamış en iyi 10 senaryodan biriydi. Böyle değerli bir projeye zaman harcamak gerekti.
n 11 Eylül saldırılarından sonra kendinize sansür uyguladığınız oldu mu?
- Bence insan her zaman kendine sınırlar koyuyor. The Good Shepherd için konuşacak olursak, bu politik bir film değil. Bazen melodram, bazen aile draması, bazen de belgesel gibi.
Ne gibi fedakarlıklar yapıldı The Good Shepherd için?
- Parasal sorunlar vardı. Matt Damon bu film için çok az para aldı. Ben pek bir şey almadım. Önemli olan bu filmi yapmaktı.
The Good Shepherd ve Coppola’nın God Father’ı arasında benzerlikler var mı sizce?
- Nasıl olmasın ki? Her ikisi de gizli toplulukları konu alıyor. Ama bizimki son derece milliyetçi bir örgüt. Filmdeki en sevdiğim diyalogda bunu iyice anlıyorsunuz zaten. "İtalyanların ailesi, İrlandalıların toprağı, siyahların ise müziği var, sizin insanınızın nesi var?" sorusuna Matt’in canlandırdığı CIA ajanı Edward Wilson şöyle cevap veriyor: "Amerika Birleşik Devletleri. Siz geriye kalanlar sadece ziyaret ediyorsunuz."
Kendimi yönetmeyi sevmiyorum
İşe oyunculukla başlayıp sonradan yönetmenliğe geçenler, oyunculuğun artık onlara tatil yapmak gibi geldiğini söylüyorlar. Sizin için de durum aynı mı?
- Doğru bir tespit. Yönetmenlik kesinlikle çok daha zor. Daha fazla zaman ve çaba gerektiriyor.
Aynı zamanda daha tatmin edici diyebilir miyiz?
- Ben çok seviyorum yönetmenliği. Dediğim gibi çok zor ama yaşattığı duygular ve tatmin edici olması bu yorgunluğu alıp götürüyor.
Yönetmenlik yaparken yanınıza neleri alıyorsunuz?
- Sadece tecrübelerimi. Sorun yaşamamak için nelere dikkat etmem gerektiğine bakıyorum. Beni en çok korkutan şey bütçe ve zaman. Bunlar işin hoş olmayan tarafları. Çekimlerde geçen her günün para demek olduğunu düşünmek geriyor insanı.
Aynı anda hem yönetmenlik hem de oyunculuk yapmak nasıldı?
- Kendi sahnelerimde nasıl oynadığımı Matt’e (Damon) sorup öğrendim. O onayladığında ise hemen diğer sahnelere geçtim. Kendimle çok vakit kaybetmek istemedim açıkçası. Kendimi yönetmeyi pek sevmiyorum çünkü.
Matt Damon, sizin oyuncuları serbest bıraktığınızı söyledi. Yönetmen olarak nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
- Kendi yöntemlerini bulmalarını tercih ediyorum. Onların rahat etmesi filmin yararınadır bence.
Yaşlanmak beni rahatsız ediyor
Bazı oyuncular rollerine kendilerini o kadar kaptırıyorlar ki, kendilerini kaybediyorlar. Sizin de oynayacağınız karakterlerin çok fazla derinine indiğiniz ve onlarla ilgili hiçbir detayı atlamadığınız biliniyor. Filmlerinizden sonra kendinizi değişmiş hissediyor musunuz?
- Hayır. Ben hep şu anda karşınızda gördüğünüz kişiyim. Oynadığım roller beni hiç değiştirmedi.
Sizce en önemli filmleriniz hangileri?
- Raging Bull, Taxi Driver.
Bu kadar geniş hayran kitlesine sahip bir oyuncu olmak nasıl bir duygu?
- Zamanla alışıyorsunuz.
Biraz daha az tanınmak istediğiniz zamanlar olmuyor mu?
- İstediğim filmleri yapabildiğim sürece hayatımdan memnunum.
Robert De Niro kamera önünde değilken içine kapanık bir insan mıdır?
- (Önüne bakıyor) Genellikle evet.
Özel yaşamınızla profesyonel hayatı nasıl dengeliyorsunuz? Aileniz ne kadar önemli sizin için?
- Çok önemli. Ailem ve akrabalarımın hayatımdaki yeri ayrı.
Tüm zamanların en iyi aktörlerinden birisiniz. Zamanın çabuk geçtiğini düşünüyor musunuz?
- Yaşlanmak herkes gibi beni de çok rahatsız ediyor. Ama hayatın akışı bu. Olanları inkar etmenin bir faydası yok, çizgilerle yaşamayı öğrenmek lazım.
Hayatın tadını nasıl çıkarıyor Robert De Niro?
- Ailesiyle birlikte olarak ve iyi bir lokantada yemek yiyerek.
- Şu anda bilmiyorum. Gelmek istiyorum ama programım çok yoğun. En azından şimdilik buradan herkese selam söyleyebilirim.
Röportaj: Ömür GEDİK