Bu bir sevinç değil, isyan çığlığıydı. Bugüne kadar Ömer Şerif’ten Antonio Banderas’a, Yul Brynner’dan Robert De Niro’ya kadar nice fiyakalı jönün "
Atatürk’ü oynayacağım" demesine rağmen bir arpa boyu yol gidilememesine duyulan bir isyan. İşte bu isyandan yola çıkarak hazırlanan bu yazıda, 1950’lerden beri beyhude çabalardan öteye gidemeyen Atatürk filmi projeleri için şu soruların cevaplarını aradık: Niçin Türkiye’de veya başka bir ülkede bir Atatürk filmi çekilemiyor? Elini taşın altına sokanların eli niye yine o taşın altında kalıyor? Atatürk’ü Koruma Kanunu bu filmlerin çekilememesinde bir etken mi? Tabu bozulacak paranoyası var mı? Türk devleti bu filmin çekimine destek mi, köstek mi? Bugüne kadar hangi senarist ve yönetmenler bu konuda nasıl girişimler yaptı? Filmi çekmeyi başaramayanlar "Bari sebeplerini anlatalım" diye niçin "
Film nasıl baltalandı" kitapları yazdılar? Türkiye Cumhuriyeti’nin 84’üncü yılında, yakında 69’uncu ölüm yıldönümünde anacağımız, 20. yüzyılın en önemli liderlerinden Atatürk’ün filminin niye yapılamadığını sorma hakkımızı kullanıyoruz.
Türk sinemasının ünlü yönetmeni Metin Erksan’a göre Atatürk filmi hikayesinin başlangıcı, 1951’de Hollywood aktörü Douglas Fairbanks Jr.’ın Türkiye’de devlet töreniyle karşılanıp Atatürk rolü için hazır olduğunu söylemesiyle başlar. Ama Fairbanks Jr. ABD’ye döndüğünde senaryoda pürüzler çıkar ve bu gerçekleşemeyen ilk Atatürk filmi girişimi olarak tarihe not düşülür.
Senaryoda pürüz çıksa da filmin gerçekleşeceğine inanan İngiliz aktör Laurence Olivier, Atatürk’e hayranlığını dile getirip rolü istediğini söyler ama nafile. Yıllar sonra oğlu Tarquin Olivier da bir Atatürk filmi için tam 10 yıl Türkiye kapılarını aşındıracak ama eli boş dönecektir.
Daha sonra, kolları sıvama sırası Yul Brynner ve Charlton Heston gibi ünlü aktörlerin oynadığı 10 Emir, Samson ve Dalila gibi büyük filmlerin yapımcısı ve yönetmeni Cecil B. DeMille’dedir. DeMille, İngiltere ve Türkiye’den filmin yapılabilmesi için yardım ister. Dönemin İngiltere başbakanı Churchill "Hay hay" derken, Türkiye üzerine bile alınmaz. Ancak DeMille öldükten sonra bu projede kendisiyle ortaklık yapan yapımcı Adil Özkaptan, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile görüşür. Hatta başrol oynayacak oyuncu da bellidir: 1950’lerde ortalığı kasıp kavuran Kral ve Ben’in karizmatik kralı Yul Brynner.
Sinema tarihçisi Burçak Evren, Yul Brynner’ın Atatürk rolü ile ilgili macerasını, bir makalede şöyle anlatır: "Atatürk filminde oynamaya kararlıydı. İşi en kestirme yoldan almak istiyordu. İstanbul’da Sultanahmet Camii’ne giderek huşu içinde dakikalarca Kuran-ı Kerim dinledi. Kendisini izleyen gazetecilere, ’Üzerimde büyük bir tesir bıraktı’ dedi. Etkilenmişti ama onun asıl istediği etkilemekti. Daha sonra Dolmabahçe Sarayı’nda yemeğe davet edildi. Ata’nın gözlerini yumduğu odaya girdiğinde şapkasını çıkardı, dizlerinin üzerine çöktü ve "Atatürk’ün hatırası önünde saygıyla eğiliyorum" dedi. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile 35 dakika görüştü."
24 YIL UĞRAŞTI SONUNDA KİTAP YAZDITüm bu anlatılanlardan işlerin tıkırında gittiği sanılsa da, Atatürk’ün yakın dostları Falih Rıfkı Atay ile Kılıç Ali’nin de filme danışmanlık yapacağı açıklansa da, bu proje gerçekleşmez. O sırada böyle bir projeyi engellemek isteyenler de ortaya çıkar. Bahaneleri hazırdır: "Tarihlere sığmayacak bir varlık, filmlere sığdırılamaz."
Ama gazeteciler, Yul Brynner’ın açtığı bu yoldan memnundur, İstanbul’a yolu düşen tüm Hollywood yıldızlarına "Atatürk’ü oynamak ister misiniz" sorusunu sorarlar. Aradan geçen 50 yılda bu bir geleneğe dönüşür. (Bakınız geçen haftaki Kevin Costner haberleri). Bu yoldan geçenler arasında iki ABD’li aktör, Charlton Heston ve Kirk Douglas da vardır ama artık yalancı çoban misali, konu kamuoyunda heyecan bile yaratmaz.
1980’lerde askeri bir darbeyi yeni yaşamış bir Türkiye vardır. Bağımsız bir Atatürk filminin çekilmesi iyiden iyiye zorlaşmıştır. 1987’de Cumhurbaşkanı Kenan Evren, işe bizzat el atar ve talimatını verir: "Bu film çekilecek." Film çekilecektir çekilmesine ama herkesin sormak isteyip boğazında düğümlenen bir soru vardır: Senaryoda, Atatürk sadece bir asker olarak mı görünecektir, yoksa insani tarafları da anlatılacak mıdır? Cevap nettir: Özel hayat işlenecek ama aşırıya kaçılmayacak.
Nihayet 10 senaryo Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne ulaştırılır. İçlerinden Halit Refiğ’in "Gazi ve Latife"si ile Refik Erduran’ın "Metamorfoz"u beğenilir. Fakat Refiğ’in senaryosu Atatürk’ün evliliği etrafında geçtiği ve askerliğini arka plana attığı için "Şehitlerin kemikleri sızlayacak, gericilerin işine yarayacak, yurtdışında rezil olacağız" eleştirileriyle rafa kaldırılır; Metamorfoz’u Feyzi Tuna çeker.
Aynı yıllarda, bütün olumsuzluklara rağmen bu işe bir de Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Semih Tezcan el atmak ister. Onun bu macerası da 24 yıl sürer! Filmi çekemez ama 2005’te "Atatürk Filmi Teşebbüsü Nasıl Baltalandı?" isimli bir kitap yayınlar. Kitabı da filmin yapılamamasından sorumlu tuttuğu iki kişiye ithaf eder: Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Mesut Yılmaz ve dönemin Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel. Şöyle anlatır Semih Tezcan: "Üç saat olarak tasarladığım filmin bütçesine kadar her şeyi hazırdı. Hatta o zaman Kenan Evren filmin bütçesine katkı olsun diye sigaraya zam bile yapabilirdi. Ama top oradan oraya atıldığı için proje hayata geçmedi. O zamanki Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel, "Bu işe evlet niye para ayırsın ki? Yabancı yapımcıları çağırırız, koşarak gelirler. Hata bize de para kalır" dedi. Bu filmi engelleyenler Yüce Divan’da yargılanmalıydı. Zamanın cumhurbaşkanı yazılı talimat vermesine rağmen, kurdukları komisyona beni çağırmama insiyatiflerini kullandılar. Zaman içinde de böyle bir filmin varlığını unutturdular. Türk milletinin yıllarını çaldılar."
AHMET MEKİN ROLÜ BEKLERKEN YAŞLANDI
Aradan yıllar geçer, yabancı yapımcılar Türkiye’nin bu film için çektiği duvarların sertliğini unutur. Atatürk’ü canlandırma emeline ulaşamayan Laurence Olivier’in oğlu Tarquin bunu bir aile meselesi haline getirip Türk eşinin de yardımıyla 10 yıl sürecek bir serüvene adımını atar. Bugüne kadar bir Atatürk filmi için uğraşan en inatçı yapımcıdır. Onun ideal Atatürk’ü, Zorro rolüyle üne kavuşan İspanyol oyuncu Antonio Banderas’tır. Sarışın mavi gözlü birini, kara kaşlı kara gözlü birine oynatmaya kalkması tartışma yaratır. Makyaj teknikleri ilerlemiş olsa da, bir yazısında bu seçime karşı olduğunu söyleyen yazar Vivet Kanetti şu yorumu yapar: "Keskin mavi gözlü ve incecik dudaklı Atatürk rolü, nasıl olur da kalın dudaklı, kömür gözlü Latin aşığı Banderas’a önerilir."
Biz olur mu olmaz mı diye tartışaduralım, film bu kez 28 Şubat sürecine takılır ve de ABD’deki Ermeni lobisinin Banderas’a, "Oynarsan senin için iyi olmaz" tehdidiyle rafa kalkar. Birkaç yıl sonra kendisiyle röportaj yapan bir gazetecinin, Banderas’a "Niye Atatürk’ü oynamadınız" sorusuyla tekrar gündeme gelir. Banderas’ın açıklamaları çarpıcıdır: "Atatürk rolü için teklif almadım ama dünyada onu canlandırmak istemeyecek bir oyuncu bulunduğunu sanmıyorum. Ancak Atatürk gibi büyük insanları canlandırmak risklidir. Ufacık bir hatada çok fazla tepki çekebilirim."
Banderas’ın bu açıklamaları, Atatürk’e benzeyen, ömrü Atatürk rolünü beklemekle geçen ama artık bu iş için çok yaşlanan Ahmet Mekin’in kaygılarını hatırlatır: "Atatürk gibi ulu birini oynadıktan sonra mesela artık Ayşe’nin kocası rolünde oynayamazdım."
Bugün moralini bozmadan, "Benden öncekiler niye bu filmi çekemedi beni ilgilendirmez, ben çekeceğim" diyerek inat eden bir başkası da ünlü yönetmen Ömer Kavur’un İngiltere’de yaşayan kuzeni Fuad Kavur. Senaryosunu yazmış, yapımcılarla görüşmeler sürüyor. Onun Atatürk rolü için biçilmiş kaftan dediği kişi de, son James Bond olarak tanıdığımız Daniel Craig. O da olmazsa Jude Law. İkisi de İngiliz, ikisi de sarışın ve mavi gözlü.
Türk sinemasının ünlü yönetmeni Metin Erksan’a göre Atatürk filmi hikayesinin başlangıcı, 1951’de Hollywood aktörü Douglas Fairbanks Jr.’ın Türkiye’de devlet töreniyle karşılanıp Atatürk rolü için hazır olduğunu söylemesiyle başlar. Ama Fairbanks Jr. ABD’ye döndüğünde senaryoda pürüzler çıkar ve bu gerçekleşemeyen ilk Atatürk filmi girişimi olarak tarihe not düşülür.
Senaryoda pürüz çıksa da filmin gerçekleşeceğine inanan İngiliz aktör Laurence Olivier, Atatürk’e hayranlığını dile getirip rolü istediğini söyler ama nafile. Yıllar sonra oğlu Tarquin Olivier da bir Atatürk filmi için tam 10 yıl Türkiye kapılarını aşındıracak ama eli boş dönecektir.
Daha sonra, kolları sıvama sırası Yul Brynner ve Charlton Heston gibi ünlü aktörlerin oynadığı 10 Emir, Samson ve Dalila gibi büyük filmlerin yapımcısı ve yönetmeni Cecil B. DeMille’dedir. DeMille, İngiltere ve Türkiye’den filmin yapılabilmesi için yardım ister. Dönemin İngiltere başbakanı Churchill "Hay hay" derken, Türkiye üzerine bile alınmaz. Ancak DeMille öldükten sonra bu projede kendisiyle ortaklık yapan yapımcı Adil Özkaptan, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile görüşür. Hatta başrol oynayacak oyuncu da bellidir: 1950’lerde ortalığı kasıp kavuran Kral ve Ben’in karizmatik kralı Yul Brynner.
Sinema tarihçisi Burçak Evren, Yul Brynner’ın Atatürk rolü ile ilgili macerasını, bir makalede şöyle anlatır: "Atatürk filminde oynamaya kararlıydı. İşi en kestirme yoldan almak istiyordu. İstanbul’da Sultanahmet Camii’ne giderek huşu içinde dakikalarca Kuran-ı Kerim dinledi. Kendisini izleyen gazetecilere, ’Üzerimde büyük bir tesir bıraktı’ dedi. Etkilenmişti ama onun asıl istediği etkilemekti. Daha sonra Dolmabahçe Sarayı’nda yemeğe davet edildi. Ata’nın gözlerini yumduğu odaya girdiğinde şapkasını çıkardı, dizlerinin üzerine çöktü ve "Atatürk’ün hatırası önünde saygıyla eğiliyorum" dedi. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile 35 dakika görüştü."
24 YIL UĞRAŞTI SONUNDA KİTAP YAZDITüm bu anlatılanlardan işlerin tıkırında gittiği sanılsa da, Atatürk’ün yakın dostları Falih Rıfkı Atay ile Kılıç Ali’nin de filme danışmanlık yapacağı açıklansa da, bu proje gerçekleşmez. O sırada böyle bir projeyi engellemek isteyenler de ortaya çıkar. Bahaneleri hazırdır: "Tarihlere sığmayacak bir varlık, filmlere sığdırılamaz."
Ama gazeteciler, Yul Brynner’ın açtığı bu yoldan memnundur, İstanbul’a yolu düşen tüm Hollywood yıldızlarına "Atatürk’ü oynamak ister misiniz" sorusunu sorarlar. Aradan geçen 50 yılda bu bir geleneğe dönüşür. (Bakınız geçen haftaki Kevin Costner haberleri). Bu yoldan geçenler arasında iki ABD’li aktör, Charlton Heston ve Kirk Douglas da vardır ama artık yalancı çoban misali, konu kamuoyunda heyecan bile yaratmaz.
1980’lerde askeri bir darbeyi yeni yaşamış bir Türkiye vardır. Bağımsız bir Atatürk filminin çekilmesi iyiden iyiye zorlaşmıştır. 1987’de Cumhurbaşkanı Kenan Evren, işe bizzat el atar ve talimatını verir: "Bu film çekilecek." Film çekilecektir çekilmesine ama herkesin sormak isteyip boğazında düğümlenen bir soru vardır: Senaryoda, Atatürk sadece bir asker olarak mı görünecektir, yoksa insani tarafları da anlatılacak mıdır? Cevap nettir: Özel hayat işlenecek ama aşırıya kaçılmayacak.
Nihayet 10 senaryo Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne ulaştırılır. İçlerinden Halit Refiğ’in "Gazi ve Latife"si ile Refik Erduran’ın "Metamorfoz"u beğenilir. Fakat Refiğ’in senaryosu Atatürk’ün evliliği etrafında geçtiği ve askerliğini arka plana attığı için "Şehitlerin kemikleri sızlayacak, gericilerin işine yarayacak, yurtdışında rezil olacağız" eleştirileriyle rafa kaldırılır; Metamorfoz’u Feyzi Tuna çeker.
Aynı yıllarda, bütün olumsuzluklara rağmen bu işe bir de Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Semih Tezcan el atmak ister. Onun bu macerası da 24 yıl sürer! Filmi çekemez ama 2005’te "Atatürk Filmi Teşebbüsü Nasıl Baltalandı?" isimli bir kitap yayınlar. Kitabı da filmin yapılamamasından sorumlu tuttuğu iki kişiye ithaf eder: Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Mesut Yılmaz ve dönemin Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel. Şöyle anlatır Semih Tezcan: "Üç saat olarak tasarladığım filmin bütçesine kadar her şeyi hazırdı. Hatta o zaman Kenan Evren filmin bütçesine katkı olsun diye sigaraya zam bile yapabilirdi. Ama top oradan oraya atıldığı için proje hayata geçmedi. O zamanki Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel, "Bu işe evlet niye para ayırsın ki? Yabancı yapımcıları çağırırız, koşarak gelirler. Hata bize de para kalır" dedi. Bu filmi engelleyenler Yüce Divan’da yargılanmalıydı. Zamanın cumhurbaşkanı yazılı talimat vermesine rağmen, kurdukları komisyona beni çağırmama insiyatiflerini kullandılar. Zaman içinde de böyle bir filmin varlığını unutturdular. Türk milletinin yıllarını çaldılar."
AHMET MEKİN ROLÜ BEKLERKEN YAŞLANDI
Aradan yıllar geçer, yabancı yapımcılar Türkiye’nin bu film için çektiği duvarların sertliğini unutur. Atatürk’ü canlandırma emeline ulaşamayan Laurence Olivier’in oğlu Tarquin bunu bir aile meselesi haline getirip Türk eşinin de yardımıyla 10 yıl sürecek bir serüvene adımını atar. Bugüne kadar bir Atatürk filmi için uğraşan en inatçı yapımcıdır. Onun ideal Atatürk’ü, Zorro rolüyle üne kavuşan İspanyol oyuncu Antonio Banderas’tır. Sarışın mavi gözlü birini, kara kaşlı kara gözlü birine oynatmaya kalkması tartışma yaratır. Makyaj teknikleri ilerlemiş olsa da, bir yazısında bu seçime karşı olduğunu söyleyen yazar Vivet Kanetti şu yorumu yapar: "Keskin mavi gözlü ve incecik dudaklı Atatürk rolü, nasıl olur da kalın dudaklı, kömür gözlü Latin aşığı Banderas’a önerilir."
Biz olur mu olmaz mı diye tartışaduralım, film bu kez 28 Şubat sürecine takılır ve de ABD’deki Ermeni lobisinin Banderas’a, "Oynarsan senin için iyi olmaz" tehdidiyle rafa kalkar. Birkaç yıl sonra kendisiyle röportaj yapan bir gazetecinin, Banderas’a "Niye Atatürk’ü oynamadınız" sorusuyla tekrar gündeme gelir. Banderas’ın açıklamaları çarpıcıdır: "Atatürk rolü için teklif almadım ama dünyada onu canlandırmak istemeyecek bir oyuncu bulunduğunu sanmıyorum. Ancak Atatürk gibi büyük insanları canlandırmak risklidir. Ufacık bir hatada çok fazla tepki çekebilirim."
Banderas’ın bu açıklamaları, Atatürk’e benzeyen, ömrü Atatürk rolünü beklemekle geçen ama artık bu iş için çok yaşlanan Ahmet Mekin’in kaygılarını hatırlatır: "Atatürk gibi ulu birini oynadıktan sonra mesela artık Ayşe’nin kocası rolünde oynayamazdım."
Bugün moralini bozmadan, "Benden öncekiler niye bu filmi çekemedi beni ilgilendirmez, ben çekeceğim" diyerek inat eden bir başkası da ünlü yönetmen Ömer Kavur’un İngiltere’de yaşayan kuzeni Fuad Kavur. Senaryosunu yazmış, yapımcılarla görüşmeler sürüyor. Onun Atatürk rolü için biçilmiş kaftan dediği kişi de, son James Bond olarak tanıdığımız Daniel Craig. O da olmazsa Jude Law. İkisi de İngiliz, ikisi de sarışın ve mavi gözlü.
BU İŞİ YAPSA YAPSA AMERİKALILAR YAPAR
Böyle bir filmi Türkler mi yapmalı, yoksa yabancılar mı? Bu soruya ünlü yönetmen Metin Erksan 1989’da yayınladığı Atatürk Filmi kitabında cevap veriyor ve gönlünde yatan aslanı açıklıyor: "Bu işi ancak Amerikan sineması yapar. Martin Scorsese, Steven Spielberg, George Lucas gibi sinemacılar olabilir."
ATİLLA DORSAY (Sinema Eleştirmeni)
Devlet engel olur
En azından Türk devletini arkasına alacak bir Atatürk filmi çekilebileceğine inanmıyorum. Çünkü, geçmiş üzerinde ittifaka varmış ve Atatürk’ü herkesin aynı gözle gördüğü bir yere oturtabilmiş değiliz. Ayrıca bu konuda aşırı hassas ve alınganız. Ciddi bir proje olsa, devlet buna iyi niyetle yaklaşsa bile nihai olarak bunu engelleyeceğini düşünüyorum. Bu film çoktan çekilebilmeli ve bir gelenek oluşturulmalıydı. Ama buna bir yerden başlamak lazım, hiç çekemeyeceğiz diye bir şey yok. Nasıl bir Gandi, bir Che Guevara filmi çekildiyse bizim de bir Atatürk filmi çekmemiz şart. Herkesin kafasında bir Atatürk’ü vardır, fikrine saygı duyarak yaklaşmamız lazım. İçki içerdi ama sarhoş gezdiğini kimse görmedi, kadınlarla ilişkileri elbette vardı. Bence mesele bunlar değil, mesele idelojik açıdan kıyamet kopmasında. Biz çok katı bir toplumuz, eleştiriye açık değiliz. Kimi zaman kimseye toz kondurmayız, kimi zaman da çok ağır eleştiririz.
HALİT REFİĞ (Yönetmen)
Atatürk konusunda fikir şizofrenisi var
İnsanların Atatürk’ü perdede gördüğünde gerçek sanabileceğinden bile endişe edildi bir ara. Türkiye’de, Atatürk konusunda bir fikir şizofresini, fikir bölünmüşlüğü var. Bu giderilmeden, herkesi memnun eden bir film yapmak mümkün değil. Atatürk bizim için kutsallığı olan bir konu, yabancılar bu filmi çekmeye kalktıklarında bizim gibi düşünmez ticari bakar. Ciddi ve gerçekçi yapılmış bir filme Batılıların fazla ilgi göstereceğine inanmıyorum. Çünkü Atatürk, Batı’ya karşı savaşarak cumhuriyeti kurdu. Her yönüyle bir Atatürk filmi yapmak da mümkün değil. Çeşitli Atatürk filmleri, çeşitli dönemlerini anlatan filmler yapılabilir. Bağımsız bir yapımcının bu filmi devleti soyutlayarak tek başına yapmasına olanak yok. Atatürk, askeri okuldan adımını içeri attığı andan itibaren, devlet işin içinde çünkü.
FUAD KAVUR (Yönetmen-senarist)
Onun içki sofrası felsefe dersleri gibiydi
Senaryomu yazdım, şu an yapımcının elinde. Filmi bir film olarak yazdım, bir tarih dersi gibi değil. Seyirci bir propaganda filmi yaptığınızı hissederse hoşlanmaz. O yüzden objektif davranmak gerekir. Filmimin ekseni onun reformistliği. Atatürk’ü elbette kadınlardan ve içki sofrasından soyutlamadım. Ayrıca onun içki sofrası, içip sarhoş olunan bir yer değil. O masanın etrafında oturan kişilerle fikir alıp verdiği Aristo, Platon gibi felsefecilerin diyalektik dersleri gibiydi. Atatürk’ü niçin tabulaştıralım. Bir Hz. Muhammed, Hz. İsa değil, sizin benim gibi bir insan. Bizden tek farkı çok daha zeki olması. Bu filmin çekilebilmesi için devletin beni engelleyeceğini sanmıyorum. Filmin senaryosunu yazarken, İngiltere’deki Türk Büyükelçiliği ile yakın temaslarım oldu zaten.
Yapımcı Cüneyt Ortan, Kevin Costner Atatürk filminde oynayacak dedi ama, kendisini aradığımda havanda su dövüldüğü anlaşılan şu cevabı verdi: "Daha yapılmış bir senaryo yok, o yok, bu yok, şu yok. Geldi, böyle bir şey olsa oynar mısın dedim, why not, dedi."
Atatürk’ü oynamak için sırada bekleyenler arasında sadece ünlüler yok. Bursa’da ilköğretim müfettişi olarak görev yapan Nejdet Bardak, "Fırsat tanınırsa en layığıyla bu işin altından kalkarım, başka birini aramalarına gerek yok" diyor.
HANGİ ATATÜRK SORUSU KIYAMETİ KOPARTIYOR56 yıllık çekilemeyen Atatürk filmleri kronolojisine baktığımızda dananın kuyruğunun nerede koptuğu belli. Türkiye Cumhuriyeti, kurucusu olan ve kutsal saydığı bir kişiliğin hiçbir suretle insani zaafları olan biri olarak gösterilmesini istemiyor. Atatürk’ün asker kişiliği zaten tartışılmaz ama asker fotoğraflarındaki karizması kadar, deniz kenarında mayolu çekilen, salıncakta bir çocuk neşesiyle sallanan hali de etkileyici. Ancak devlet bugüne dek destek verdiği projelerde Atatürk’ün asker tarafının övülmesine tamam derken, kadınlarla iyi ilişkileri olan, içki sofralarında sabahlayan bir Atatürk portresinin üzerini çiziyor. Bu yazıyı okuduktan sonra, hálá elini taşın altın koymak isteyen maceraperest varsa kendilerine kolay gelsin diyor, Cumhuriyet’in 100. yılında, bir başka gazetecinin daha bu minvalde bir yazı yazmak zorunda kalmayacağını ümit ediyoruz.