Güncelleme Tarihi:
“Sanırım annem beni kıskanıyor! Nereye gittiğime, neden onunla değil de dışarıda zaman geçirdiğime, nasıl bir kadın olmam gerektiğime, kıyafetlerime, her şeye, her şeye karışıyor! Bazen onu gençliğime hayranlık ve hasetlik arasında değişen bakışlar içinde yakalıyorum. Bu hiç dile getirmediğim bir yargı. Kırk gün iyiysek bir şekilde başa dönüyoruz. Tam o anda ağzımdan, istemeden de olsa öfke sözcükleri dökülüyor. Kendimi Vatikan ahlak elçisiyle birlikte gibi hissediyorum. Yeter artık, boğuluyorum!”
“Onu ben doğurdum. Ama büyüdükçe kızımla bağ kuramaz oldum. Çocukken her şey daha iyiydi. Ne söylesem tepki veriyor. Ama ne zaman bir ihtiyacı olsa aramayı da ihmal etmiyor. Oysa arkadaşlarıyla hiç öyle değil. Onun gerçek dostu kim, ondan daha iyi görebiliyorum. El âlem benden kıymetli! Onda herkesten fazla emeğim olmasına rağmen ilk kıracağı kişi her zaman ben oluyorum! Kendimi paspas gibi hissediyorum. Yeter artık, yoruldum.”
Bu diyalogu ara ara yaşıyorum. Genelde arkadaşlarımın anneleri de arkadaşımdır. Çevremde 30, 50 ve 80, üç farklı kuşaktan arkadaşlarım var. Annelerin, hatta anneannelerin dostum olması gözlem alanımı epeyce geniş tutmamı sağlıyor. Gördüğüm şu ki kuşaklar değişmesine rağmen sorunlar değişmiyor. Annelerin yaşı ilerledikçe ve eşlerini kaybettikçe işler daha da zorlaşıyor. Arkadaşlarımın sorunu sanki annelerine bakmak üzere doğruldukları, duygu sömürüsüne uğramaları, bir yetişkin olarak sayılmadıkları gibi karşı tarafın saygı beklentisi ve otorite. Ayrıca her şeyi yapan olmalarına rağmen erkek kardeşlerinin övgüye layık görülmesini anlayamıyorlar. Annelerin sorunu ise empati eksikliği, acımasızca eleştirilmek, bencillik, çocuklarının her zaman iyiliğini düşündüklerinin görülmemesi, kalplerinin kırılması…
Yüreğinde cömertçe bir sevgiye yer aç!
Belki izlemişsinizdir Aile Sırları (August: Osage Country) filmi de sevgisini ifade edemeyen bir annenin kızlarıyla yaşadığı çatışmayı anlatıyordu. Aynı anneye sahip, güçlü, güçsüz ve uçarı üç farklı karakterin hayret ve ibret uyandıran bir öyküsüydü. Sanıyorum vizyondan kalktı. Filmde anne Meryl Streep, dram dolu yaşamında güçlü durma pahasına kızlarını ezen, ruhsal soruları olan (hangimizin yok ki?), iletişimi sadece kavgayla kurabilen bir kadın. Uyumlu görünmelerine rağmen günün sonunda bütün başarısızlıklarının faturasını acımasızca annelerine kesen üç kız çocuğuna sahip. Julia Roberts, anneyi çok eleştiren, ama en çok da anneye benzeyen büyük kızı oynuyor. Küçük kız (Juliette Lewis), anneden kaçma pahasına batık bir ilişkiye yatırım yaparken, güçsüz olan ortancaysa (Julianne Nicholson) kardeşiyle ensest ilişkiye razı ayrılıyor evden! Çoğu zaman kavga için şımaran, düşüncelerini kavgayla anlattığı için yüreğindeki sevgiyi gösteremeyen ve sonunda herkes tarafından terkedilen bir annenin evin çalışanının dizlerinde sevgi dilenmesi, onu anlamamız için yeterli oluyor. Ne olursa olsun anne olduğunu ve aslında annesi onu sevdiği kadar sevebildiğini anlıyoruz. Eşi tarafından kız kardeşiyle aldatıldığını ve bir çocukları olduğunu bilmesine rağmen susan, çocukları için fedakârlık yaptığını dile getirmesine rağmen psikolojik sorunlarıyla ortada kalan ve duygularını bu kadar sert ifade ettiği için en büyük zararı kendisine veren bir annenin gözyaşlarına tanık oluyoruz.
Bazen bir film, duygu ve düşüncelerimizin aktarımında önemli bir araç olabiliyor. Arkadaşımı eleştiren annesine bu filmi izlemesini tavsiye ettim. Acaba çocuk olmak bencilliği mi gerektiriyordu, yoksa bencilliği anneler mi öğretiyordu? Tibillus “Issız yerlerde kendin için bir evren ol” derken, anneler paspas olmayı yeğliyorlardı. Korumacılıkla yaşama müdahale arasındaki ince çizgide, zannımca çocuklara sahip olmak değil, rehber olmak gerekiyor. Bu aynı zamanda anneyi de koruyor, çünkü içsel gelişiminden vazgeçmemesi anlamına geliyor. Zor mu? Zor.
Bana göre annelere kızlarından biraz daha fazla görev düşüyor, çünkü kişiliğimiz çok ufak yaşlardan itibaren onlar tarafından inşa ediliyor. Örneğin annemizin en beğenmediğimiz huyunu, temizlik hastalığını dahi orta yaşlara geldiğimizde kendimizde görebiliyoruz. Buluğ çağımda çatışmayı bolca deneyimlediğim annemle benzer yönlerimin farkına vardığım günden itibaren onu daha çok anladığımı itiraf ediyorum. Zaten o günden sonra bizde sular duruldu. Bunu zihinde sorgulayarak değil de, başkalarına karşı davranışlarınızda keşfediyorsunuz. Ayrıca bende anneler çok olduğu için her birinden ayrı besleniyor, onların bir hazine kadar değerli deneyimlerini dinliyorum. Biz çocukların kendi annelerimize karşı yakın ilişkiden kaynaklanan kör noktasını geliştirmesi için belki de böylesi bir arkadaşlık iyi bir yol olabilir? Telefonda filmden bahsettiğim ve empati yapmasını söylediğim arkadaşım, kendisiyle o kadar meşguldü ki beni anladı mı bilemiyorum? Bir kız çocuğuna sahip olmadan önce anlamakta fayda var. Sihirli cümle şu: Kendi kızlarımıza yüreğimizde cömertçe bir sevgiye yer açmak annemizi ve onların annelerini anlamaktan geçiyor.
Duyuru:
Meme Kanseri Teşhisinde Yeni Yöntemler
Eşini meme kanseri sebebiyle kaybetmesinin ardından kendisini bu alana adayan, Yeditepe Üniversitesi Hastanesi’nin muhteşem radyologu ve sevgili doktorum Yard. Doç. Dr. H. Zafer Akşit, “I. Meme Ultrasonografi Kursu” düzenliyor. Meme görüntüleme uzmanı, radyolog ve “Breast Ultrasonografi” kitabının yazarı Dr. Thomas A. Stavros, 31 Mayıs - 1 Haziran’da Harbiye Askeri Müzesi’nde yoğun bir meme ultrasonografi kursu verecek. Bilgi ve rezervasyon: zaferaksit.meme.us@gmail.com, tel: +90 537 219 69 98